Hit Man: Richard Linklater’dan Sahte Tetikçi Hikayesi
Filme konu olan sahte tetikçi hikayesi gerçek hayattan esinlenilmiş. Hatta bunu senaryolaştıran da yine filmin yönetmeni Richard Linklater ve başrol oyuncusu Glen Powell. Linklater’ın filmografisindeki çeşitlilik skalası gitgide genişlemeye devam ediyor bu filmle beraber. Glen Powell ise kariyerinin en çok ilgi çektiği dönemini geçiriyor. Filmin geçen seneki ilk gösterimlerinden sonra iyi eleştiriler alması, ardından da Netflix’te yayınlanacağı tarihin açıklanması ile beraber hatırı sayılır sayıda sinefil izleme listelerine Hit Man’i ekledi. Geçtiğimiz günlerde Netflix kataloguna eklenen film haftasonu için keyifli bir seyirlik vadediyor. Adria Arjona ve Glen Powell arasındaki enteresan çekimi test edip yorumlamak isteyenler kaçırmasın.
Linklater’ın gerçekten de ilgi çekici bir çıkış noktası yakaladığı inkar edilemez. Üniversitede profesör olan ve rutinine bağlı, görece sıkıcı bir hayat yaşayan Gary hikayenin merkezinde. Elektrik elektronik konusundaki yetenekleri sayesinde polis departmanıyla part-time işbirliği yapan Gary, hayatına yeterli dozda heyecan katmayı becerdiğini düşünürken, beklemediği bir iş fırsatı çıkıyor önüne. Kiralık katil tutup birini öldürtmek isteyen potansiyel suçluları tongaya getirip adalete teslim etme çabasında olan gizli bir ekibin ‘müşteri yüzü’ olmak zorunda kalan Gary, bir kiralık katilmiş gibi davranarak küçük senaryolar içerisinde adeta çoklu kişilik bozukluğu şovu yaşatıyor. Ama böyle dediğime bakmayın, yıllardır bu fırsatı bekliyormuşçasına görevini layığıyla yerine getiren bir adama dönüşüyor kendisi. Sonrasında bir çok sürpriz yaşanıyor elbet…
Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir.
Kedi insanı, pamuk şeker bir profesör olan Gary’e hayat veren Powell, karakterin kişiliği bölündükçe oyunculuk performansındaki çıtayı yukarı çekmek için bol sayıda fırsat buluyor, iyi de değerlendiriyor. Madison ile tanışana dek inanılmaz bir seri yakalayan Gary, Madison’ın seksapelitesinden ve sohbetlerinin iyi ilerlemesinden ötürü bazı şeyleri eline yüzüne bulaştırıyor. Profesörlük yaptığı sınıfta Jung’dan alıntıladığı bazı söylemler ve düşünceleri, filmin geneline ufak ufak serpiştiren Gary’e karşı antipati beslemek mümkün değil. Süperego, ego, id kavramları arasındaki farklara ve bağlantılara da 101 seviyesinde değinen hikayenin kısmen yüzeysel ama bir o kadar da samimi bir anlatısı var. Peki bu noktada bir “ama” var mı? Evet var. Senaryonun yavanlığı ve Gary karakterine Gary/Ron kırması karakter dönüşümü yaratma çabası bence çok da iyi sonuç vermiyor. Ana karakterimiz bütün ilgi çekiciliğini kaybediyor gibi filmin ikinci yarısında. Glen Powell’ın senaristliğine pek hakim değilim ama Linklater’ın bu senaryoda imzasının olması bence birazcık şaşırtıcı.
Benim naçizane fikrim, filmin komedi yönünün bir tık daha artırılıp, yer yer karikatürizeleşmesinden korkmadan, sivri bir senaryo ortaya koymak daha ilgi çekici olabilirdi. Tüm bunlara rağmen film finale kadar temposunu çok da yitirmiyor. Özellikle eski sahte tetikçinin Madison ve Gary’i evde basması ve devamında poşetle boğularak meftaa olduğu sahneden ‘evil couple’ çıkarma fikri oldukça dikkat çekici. Benliğini kağıt gibi yırtıp kabuk değiştiren Gary ile halihazırda pek de tekin olmadığını her haliyle belli eden Madison arasında açıklanması güç, saçma bir kimya oluşuyor. Gary’nin polis departmanındaki iş arkadaşları olan yan karakterlerin kelimenin tam anlamıyla döktürdüğünü söylemeden geçersek çarpılırız. Yüksek beklentiyle başına oturmayan bir çok izleyiciyi tatmin edecek çerezlik bir iş. Glen Powell ve Adria Arjona’nın yeni filmlerini takip edeceğim gibi duruyor. Sevgiler.
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: The New York Times
İlginizi çekebilir: Eralp Alper’den Civil War
İlk yorumu siz yazın!