Bilge Alkor’un Gözünden: Hoffmann’a Bir Dokunuş
Bilge Alkor’un Alman romantik yazar E.T.A. Hoffmann’dan ilhamla şekillenen sergisi “Hoffmann’ın Masalları & Tango de la Rose”, Ekavart Gallery’de ziyaretçilerle buluştu. Hoffmann’ın 200. ölüm yıl dönümü anısına beş masalını bir araya getiren Alkor, sergi kapsamında bu masallara imgelerle yanıt verdi. Duygu Barlas küratörlüğünde gerçekleşen sergi, Alkor’un “sahneleme” olarak tanımladığı foto-resimleri izleyiciyle buluşturdu. Bir kitap projesiyle başlayan “Hoffmann’ın Masalları & Tango de la Rose”’un sergiye evrilişini Alkor ve Barlas’tan dinledik.
Hoffmann’ın Masalları & Tango de la Rose
Bilge Alkor
“Hoffmann’ın Masalları & Tango de la Rose” kapsamında günümüz teknolojisiyle daha yakından ilişkili, dijitalden faydalanan çalışmalarınızı görüyoruz. Geçmiş üretimlerinize nazaran farklı bir yerde konumlanan bu çalışmalarınız nasıl ortaya çıktı, arkasında nasıl bir oluşum evresi yatıyor?
Pandemi döneminde atölyeme gidemediğim için çalışmamı masa başında gerçekleştirmek adına yeni bir teknik geliştirmem gerekiyordu. 2010 yılında “Meleklerin ve Şeytanların Aynası” projemde kullandığım ve “foto-resim” diye adlandırdığım dijital tekniği daha da geliştirdim. Koleksiyon Evi’mde bulunan, topladığım nesnelerle yaptığım kurgular ilk aşama oldu. Fotoğrafladığım bu kurguları dijital ortamda resim diline çevirdim.
Görsel sanatlar üzerine üretiyorsunuz ancak sanatın bütün dalları üretimlerinizin ortaya çıkmasını tetikliyor. Özellikle edebiyat ve müziğin ağır bastığını söyleyebiliriz. Sınırların bulanıklaştığı, disiplinlerin bütünleştiği, sizin ifadenizle kimliksizleştiği bir hâl bu belki. Siz nasıl görüyorsunuz, farklı disiplinler tek bir ifadede buluşabilir, bütünleşebilir mi?
Bu sorunuz hemen Wagner’in “Gesamtkunstwerk” teorisini akla getiriyor. Wagner’in operası yazarın, şairin, sahne tasarımcısının ve bestecinin sanatının bir araya geldiği ve tek bir biçimde ortaya çıktığı sahnedir. Sonradan sinema sanatı da bu yaklaşımdan etkilendi. 20. yüzyılın başlarında “Bauhaus akımı” da sanat anlayışı olarak mimarlık, heykeltıraşlık, ressamlık ve zanaatın birleşmesinden fonksiyonel sanat ürünleri yaratmayı hedefliyordu. Günümüzde de video, enstalasyon, performans gibi teknikleri kullanan sanatçı farklı araçları kullanır ve yeni bir biçim yaratır. Ben ise sanatçı olarak bu yeni biçim araçlarını kullanmadan, sadece farklı sanat dallarından beslenen yeni bir dil arayışı içindeyim.
Son serginize ilham olan Hoffmann da çok yönlü yanıyla hafızalara kazınmış bir isim. Yazar, besteci, müzik eleştirmeni, çizer, karikatürist… Serginin belkemiğini oluşturan Hoffmann ilhamını sizden dinleyebilir miyiz?
E.T.A. Hoffmann çok yönlü bir yazar. Onu özel kılan bir yanı da pek çok sanatçıyı ve sanat türlerini etkilemiş olması. Müzikal olarak Offenbach, Çaykovski’nin yanı sıra Schumann’ın çok sevdiğim olağanüstü yapıtı “Kreisleriana”yı sayabiliriz. Ayrıca Edgar Allan Poe, Dostoyevski de hep onun etki alanına giren birkaç yazar. Yazarın kışkırtıcılığı ve değerlerimizi yeniden sorgulatmaya neden olması beni de bu etki alanının içine çekti.
Hoffmann’ın öykülerinin görsel bir yansıması gibi çizimleriniz. Siz bunu “sahneleme” olarak tanımlıyorsunuz. Aslında sergiden önce kitap oluşuyor, ardından bir sergiye evriliyor. Hem kitap hem de sergi fikri nasıl oluştu ve hayata geçti?
Kanımca, “kitap fikri” sergiden daha çok Hoffmann’ın dünyasını veriyor. Bir yazara kitapla karşılık vermek daha doğru. Kitabın sergiye dönüşümü daha sonra gerçekleşti. Ekav’ın mekânında kurgularımı sahneleme imkânı gördüm. Kitabın bir açılımı gibiydi.
Hoffmann’ın hikâyelerinin biraz rahatsız edici bir tarafı var. Tekinsizlik, bilinçaltı / bilinçüstü, rüya, dualite, ruh ikizleri gibi temalar ağırlıklı olarak bizi karşılıyor. Bu temalar sizin üretimlerinize de yansımış durumda. Öyküleri görsele dökmek, birbiriyle bütünleştirmek nasıl bir deneyimdi?
E.T.A. Hoffmann, Alman Romantiklerinin, fantastiğin ve Freud’un “Tekinsizlik Üstüne” makalesinde belirttiği gibi tekinsizliğin büyük ustasıydı. Bu tekinsizlik ve fantastik dünya, benim yapmış olduğum projelerde de görünür olan temalar. Schubert’in “Kış Yolculuğu”, Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Düşü” ve “Fırtına”sı, Mozart’ın “Sihirli Flüt”ü yorumlamalarım hep bu dünyanın ürünü. Hoffmann’ın öykülerini görsele çevirmek ise çok sevdiğim bir yazarla yaşamak gibiydi.
Altıncı öykü ise size ait, bu öykünün görsel yansımasını görüyoruz ancak zihninizdeki metni hakkında bir iki cümle söylemek ister misiniz?
Altıncı öykü olan “Tango de la Rose” aslında hayatın bir gülün hayatı veya bir dans kadar geçici olduğunu gösteriyor. Kitabın başındaki Malherbe’in dizesi, çok yakın bir arkadaşının, genç kızının ölümü üzerine yazılmış ağıttan bir alıntı: “O Gül de yaşadı, ne yaşamışsa güller…”.
Metinle bu kadar yakından ilişkilisiniz, yazmayı hiç denediniz mi?
Yazı alanı çok başka bir alan. Görsel dünyam ve seçimlerim dünyaya bakışımı da yansıtıyorsa biraz yazar da sayılırım.
Dijital üretimleriniz devam ediyor mu/edecek mi?
Devam edeceğe benziyor.
Yakın bir zamanda yeni bir kitapla karşımıza çıkma projeniz var mı?
Zamanım kaldıysa yarım kalmış projelerimi tamamlamak istiyorum.
Son olarak Hoffmann’ın sizi en etkileyen öyküsü hangisi?
Hoffmann’ın her bir öyküsünün büyüsü başka. Ayırt etmek çok zor.
Duygu Barlas
“Hoffmann’ın Masalları” kitabının sergiye evrilme süreci nasıl gelişti?
Bilge Alkor ses, yazı ve imge arasında oluşturduğu sahneler üzerinden izleyiciye ulaşıyor. Bilge Alkor Koleksiyon Evi ise sanatçının kurguladığı, günün büyük bir bölümünü geçirdiği sahnelerden bir tanesi. Almanya, İtalya döneminden Türkiye’ye seneler içerisinde biriktirdiği, hikâyesi, çağrışımları olabilecek objelerin, müziklerin, kitapların bir arada var olduğu, oldukça doğurgan bir alan. Kimi obje bir eserinin kaynağı olurken kimi beste veya metin bit pazarında, antikacıda karşılaşılan bir parçanın Koleksiyon Evi’nde yer edinmesine sebep olabiliyor. Alkor, pandemi süresini atölyesi yerine Koleksiyon Evi’nde geçirdiği için, Hoffmann’ın açılan, büyüyen dünyası ile yollarının kesişmesi oldukça doğal. Koleksiyon Evi’ndeki birikim, Alkor’un elinden Hoffmann’ın karakterleri olarak yeniden doğdu.
“Hoffmann’ın Masalları & Tango de la Rose” kitaplarının temelleri pandemi döneminde atıldı, kitaplar basıldıktan kısa bir süre sonra Hoffmann’ın 200. ölüm yıldönümü anısına Ekavart Gallery’de işleri sergileme kararı aldık. Türkiye’de Hoffmann’ı tanıtmayı, okuyucu ile buluşturmayı amaçladık.
Sergi sanatçının atölyesinin kapılarını aralıyor gibi. Keşfetmeye ve kurcalamaya açık metinler, görseller Alkor’un üretim dünyasını da daha yakından hissetmeye davet ediyor. Yerleşimde nelere dikkat ettiniz?
Serginin kurgusunu bir kitap gibi tasarlamak istedik. Nasıl bir okur kitabın sayfalarını karıştırırsa, sergide masaların üzerine bıraktığımız işleri de karıştırabilsin, sayfaların arasında kaybolsun istedik. Bazı işlerin yanına Hoffmann’ın metinlerinden parçalar koyarak yazı ve imge arasında bağlam yaratmayı amaçladık.
Alkor’un birçok farklı disiplinden ilham alan, çatısını farklı sanat dallarıyla ilişkili kuran üretim pratiği hakkında yorumunuz nedir?
Alkor’un dünyası geniş çapta açılımlar gerektiriyor. Shakespeare, Schubert, Mozart, Rojas, Hoffmann, Can Alkor gibi şair, müzisyen ve yazarların dünyasına da girmek gerekiyor.
Birlikte gerçekleştirmeyi planladığınız başka projeler var mı?
Teyzemin büyülü dünyası beni çok küçük bir yaştan itibaren içine aldı. Aramızdaki üç kuşak ilişkimize çok büyük bir zenginlik kattı, birbirimiz aracılığıyla zamanlar arasında yolculuk edebiliyoruz. Tüm bunların birikimi ile farklı zamanların aynı dilini konuşabildiğimiz teyzem ile ortak paydada proje oluşturuyor olmamız çok değerli. Tabii ki beraber projeler üretmeye devam edeceğiz.
Kapak Fotoğrafı: Hoffmann’ın Masalları & Tango de la Rose
İlginizi çekebilir: İrem Çakır’dan Cem A. ile: “…Sunmaktan Mutluluk Duyar” Sergisi Üzerine
İlk yorumu siz yazın!