“Antik Yunan zamanında, Spartalılar tüm toplumlar üzerinde büyük bir korku cumhuriyeti kurmuşlardı. Herkes onları güçlü ve cesaretli görüyordu; ancak onların tüm gücü savaş alanında kullandıkları kalkanlardan geliyordu. “Bir savaşçı miğferini ve zırhını kendini korumak için, kalkanını ise tüm hattı korumak için kullanır.” diyor Simon Sinek Liderler En Son Yer isimli kitabında. Kalkanını kaybeden ise sadece kendini değil bütün bir hattı riske attığı için ağır şekilde cezalandırılır. 

Hormonlar ve Ekip Çalışması
Hormonlar ve Ekip Çalışması | Fotoğraf: Unsplash.com/@vladhilitanu

Birey olmamız dışında hayat akışımızın içerisinde birçok gruba dahiliz. Daha da geriye gidip avcı toplayıcı halimize baktığımızdaysa, can güvenliğimiz bir ekiple iş birliği içinde hareket etmeye bağlıydı. O günden bugüne de değişen bir durum yok aslında. Her çevrede sahip olduğumuz gruplar bakış açımızı, düşüncelerimizi ve aldığımız aksiyonları büyük ölçüde etkiliyor. Hatta öylesine etkiliyor ki grup bütünlüğü din gibi manevi değerlerimize bile yön veriyor. Geçenlerde okuduğum ‘Akıllı Hissetmek‘ isimli kitapta Eyal Winter, buna çok güzel bir bakış açısı getiriyor. ”Din olgusu bireysel değil kolektiftir” diyen Winter, tüm dinlerin grupların toplumsal ve fiziksel bütünlüğü sağlama ve gruptan ayrılmaya karşı caydırıcı önlemlere dikkat çekme gibi amaçları olduğunu belirtiyor. Bunu da çok güzel bir örnek ile destekliyor: koşer yemekler. Yemek yeme, temel gereksinim olma dışında her toplumda ve çağda, grup ile yapılan sosyal bir etkinlik. Koşer kültürünün, hijyene ve yemek pişirme tekniklerine verdiği önemin yanı sıra asıl amacı o gruba dahil kişilerin bütünlüğünü sağlamaya çalışmak. Yahudilik kültürüne ve inancına sahip olan ve olmayan arasında birlikte yemek yeme durumunu ciddi şekilde etkileyen koşer kültürü, sağladığı grup bütünlüğü anlayışı ile, kişilerin kendi başına grubu terk etme ihtimalini azaltmaya çalışıp üstü kapalı bir yol ile diğerleriyle ilişki kurmaları güçleştiriyor diyebiliriz. 

Hormonlar ve Ekip Çalışması
Hormonlar ve Ekip Çalışması | Fotoğraf: Unsplash.com/@rozetsky

Günümüze dönelim. İş hayatı. Bilirsiniz iş hayatında da benzer çizgiler bulunuyor. Ekip çalışması, kişilerin bir gruba hissettiği aidiyet ve sonucunda örgüte bağlılık…Bunların hepsi organizasyonların yıllardır üzerinde çalıştığı konular. Her bir başlığı en verimli hale getirebilmek adına birçok uygulama yapılıyor, danışmanlık hizmeti alınıyor. Peki neden? Sebebi, şirketlerin asıl gücünün, sattıkları ürün ve hizmetlerden değil, ekiplerinin ne kadar bir arada olduğundan ve sahip olduğu paylaşım kültürünün ne derece sağlam olduğundan gelmesi.

Başlıkların hepsi çalışanların hem işiyle hem de ekipleriyle arasındaki ilişkinin temel dayanağı. Denklemde kişinin çalıştığı yere gerçek bir katkıda bulunup bulunmadığı hissi de var tabi. Bunları çalışanlarına sağlamayı başaran şirketlerin ise ödülleri büyük oluyor: daha kaliteli sonuçlar, birim zamandaki yapılan işte artış ve nihayetinde yüksek karlılık oranı. Anlaşıldığı üzere böyle bir çevre yaratmak tüm organizasyonlar için bir gereklilik. İş bu ortamı yaratmaya kalıyor. 

Hormonlar ve Ekip Çalışması | Fotoğraf: unsplash.com/@quinoal

Aklınıza binbir çözüm önerisi gelebilir. Belki bir şeyi göz ardı edebilirsiniz: hormonlar. Çoğumuz tarafından göz ardı edilen hormonlarımız, biyolojimizi etkilemekten çok daha fazlasını yapıyor. Davranışlarımızı yöneterek grup içinde rollerimizi belirliyor ve sosyal ilişkilerimizi şekillendiriyor. Bu noktada ise nörobilimin gücünden bahsetmekte fayda var. Çalışanların beyin aktivitelerinin ölçüldüğü araştırmalar, işe bambaşka bir boyut katıyor. 

Aslına bakarsanız, hepsini bu yazıya dahil edemeyeceğimiz bütün hormonlarımızın temel amacı bizi doğada yaşamaya adapte etmek ve tehlikelere karşı harekete geçirmek. Limbik sistemden salgılanan hormonların hepsinin yaşam için fonksiyonları belli. 

Bir kitapta okuduğum şu metaforu çok severim: “İşyerleri günümüzün modern kabileleri.” Yani çok da geçmişe gitmeye gerek yok. En nihayetinde doğada yaşamımızı sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz iş birliğine ve grup bütünlüğüne iş yerinde de işlerin yürümesi için ihtiyaç duyuyoruz.

Hormonlar ve Ekip Çalışması
Hormonlar ve Ekip Çalışması | Fotoğraf: unsplash.com/@sloppyperfectionist

Öncelikle şunu belirtelim. Hormonlar, öğrenmeyi şekillendirir; ki bu da işbirliği ve grup içinde çalışmanın ilk şartıdır. Bu yazıda bilhassa, altını çizmek istediğim 4 hormon var; endorfin, dopamin, oksitosin ve serotonin. Hepsi kendi başlarına buyruk bir o kadar da birlikte çalışıyor. 

Bunlardan ikisini ‘bencil hormonlar’ olarak tanımlıyor Simon Sinek. Endorfin ve dopamin, yaşamak, yiyecek bulmak ya da günümüz anlamıyla işleri halletmekle görevli yani bizi yapılması gerekenleri yapmaya iten gücü veriyor. Serotonin ve oksitosin ise güven, sadakat ve iş birliği kurmamızda rol alıyor ve insan ilişkilerimizde ihtiyaç duyduğumuz o bağı kurmamızı sağlıyor. 

Basitten başlayalım. Ekiplere gelmeden temelde iki insan birbirine nasıl ve ne zaman güvenmeye ya da iş birliği kurmaya adım atıyor? Beynimiz karşımızdakinin güvenilir olduğunu nasıl biliyor? Tam olarak oksitosin dediğimiz hormonumuzdan. Kime, ne zaman güvenmeye başladığımızı etkileyen nörolojik bir sinyal. Bizi doğduğumuz andan itibaren annemize, ailemize ve sonrasında yakın çevremize bağlıyor ve işin asıl kısmını da bu çevreye dahil olmayacakları seçerken yapıyor. Kişilere ve yaptığımız işe sadık kalmamızın da nedeni o.

Grup | Fotoğraf: unsplash.com/@inesdanselme

Hem fareler, maymunlar hem de bizler üzerinde yapılan birçok araştırma var ki oksitosin verilerek vücuttaki miktarı arttırılan canlıların eşlerine ve sahip olduklarına daha fazla bağlandığı görülüyor. Bu hormon bize aynı zamanda zarar verenleri de hatırlamamızı yardımcı oluyor ki benzer durumda onlara yeniden güvenmememiz gerektiği konusunda bizi uyarıyor. Haliyle tüm bunlar hem sosyal hem de iş ortamındaki ilişkilerimizi etkiliyor. Vücudumuzdaki oksitosin seviyesi ne kadar yüksekse, iş birliğine o kadar açık ve gönüllü oluyoruz. Paylaşımdan ve işten aldığımız zevk de artıyor. Bu da iletişimde olmaktan kaynaklı yıpranmışlık hissini ortadan kaldırıyor ve karşımızdakiyle empati kurmaya daha pozitif hale geliyoruz. Grubumuza ait hissediyoruz. 

Gelelim aşina olduğumuz dopamine. Dopamin tam olarak başarıya veya ödül beklentimize ulaştığımızda hissettiğimiz o mutluluğun ana kaynağı. Buna yemek yedikten sonra gelen keyfi de dahil edebilirsiniz diploma aldıktan sonraki mutluluğu da. Dopamin, ihtiyacımızın karşılanacağını anladığımız an salgılanmaya başlar ve uzun diyemeyeceğimiz kadar bir sürede de devam eder. Bu da bize o süre zarfında memnuniyet, başarmış ve tatmin olmuş hissi veriyor. Duygular bu kadar pozitif olunca dopamin seviyemizin sürekli yüksek olmasını arzuluyoruz haliyle ki başka bir yazıda bu bağımlılığa bile başlık açılabilir. 

Hormonlar
Hormonlar | Fotoğraf: unsplash.com/@maxberg

Dopamin ile ilgili ilginç başka bir durum daha var. Farz edin ki ekibinizdeki iki kişinin işlerine karşı tutumları tamamen farklı. Biri daha azimli ve hırslı iken diğerinin kariyer anlamında pek tasalandığı yok. Neden? Cevap dopaminin ikisinde de farklı beyin bölgelerinde salgılanmasında. İşlerine motive olanlar ve o kadar da ciddiye almayanlar arasında 2012’de bir organizasyonda araştırma yapılıyor. Görülüyor ki ödül beklentisi yüksek kişilerde dopamin beynin motivasyon merkezi diyebileceğimiz prefrontal kortekste bir hayli fazla ancak işlerine daha az motive insanlarda aynı seviye beynin risk algı merkezi olan insulada görülüyor. 

Diğer hormonumuz ise endorfin. Endorfinin biyolojik işlevi fiziksel acılarımızı kısa süreliğine maskelemek. Kolunuzu incittiğinizde ancak 3-4 saat sonra şiddetli acı hissettiğiniz durumlar olmuştur. Bunun için endorfine teşekkür edebilirsiniz. Kulağa oldukça mantıklı geliyor ki eski insanların yırtıcıdan kaçarken düşüp bacağının acısını o an hissetmesi canlarına mal olacaktır. Bir nevi ağrı kesici görevi üstlenen endorfinin sosyal ortamdaki işlevi ise aynı fiziksel olduğu gibi olumsuz duygularımızı hafifletmek. Bir gruba dahil olduğumuz çalışmalarda bu etkiler daha da hafif oluyor. Endorfin ile ilgili en güzel bulgular da grup ile yapılan spor aktivitelerinde ya da ekip çalışmasının yoğun olduğu organizasyonlarda yapılan araştırmalardan geliyor. Gruba yabancı hissetmeden kaynaklı stres bozukluğundan ya da depresyondan muzdarip kişilerde ölçülen endorfin seviyesi bu yüzden çok düşük. 

Hormonlar | Fotoğraf: unsplash.com/@bretkavanaugh

Kendi ya da sevdiklerimizin başarılarının hemen ardından hissettiğimiz o büyük coşku ve gurur vardır bilirsiniz. İşte o anlar serotoninin durmaksızın salgılandığı anlar. Bir nevi liderlik hormonu da aslında. Bir görev tamamlandığında hem o kişi hem de bağlı bulunanlar serotoninden nasibini oldukça alıyor. Takdir edildiğimiz ve yaptığımızın işten sonra gördüğümüz beğeni, aldığımız övgü kendimize olan özgüvenimizi arttırmakla kalmayıp bunu diğer kişilerle paylaşacak onuru da bize veriyor. Karar alma mekanizmalarımızda da etkili olan serotonin otoritenin kurallarına uyma ya da karşı çıkma konusunda da bizi yönlendiriyor. Tüm bu hormonlar şirket kültürü dediğimiz yapıyı nasıl etkiliyor? Her zaman fark etmesek de çok fazla.. 

Bir ekipte çalışmanın gerektirdiği tüm bağlar, tutumlar, davranışlar hormonlar tarafından da şekillendiriliyor. Parçası ya da lideri olduğunuz ekibin “hadi, git ve yap” aksiyonlarını almasını isterken dopamin, birbirini kollamalarını isterken oksitosin, başarı ve gurur hissini sonuna kadar tatmalarını isterken serotonin ve başarısızlık gibi can sıkıcı durumların ardından motivasyonlarının düşmemesini isterken de endorfinin merkezde olduğunu fark edemiyoruz. 

Motivasyon | Fotoğraf: unsplash.com/@goian

Peki böyle bir ortam ya da böyle ekipler nasıl oluşturulacak? Farklı uygulamalar ve çalışmalar ile heybeyi doldurmak mümkün. Hemen hemen her şirkette aidiyeti arttıracak, ekip bağını güçlendirecek ve çalışanlara moral aşılayacak çeşitli sosyal aktiviteler düzenleyen bir komite vardır. Endorfinin yüksek hissedebileceği durumlar için ekiplerin rahatlayacağı böyle aktiviteler düzenlemek her zaman fayda sağlar. Sosyal ekibiniz yoksa oluşturmayı düşünebilirsiniz 🙂 

Her şeyin fazlası zarar mantığıyla yaklaşmak kaydıyla dopamini de belli bir seviyede tutacak çalışmalar yapmak mümkün. Hedefleri basit ve anlaşılabilir ifade etmek, belli aralıklarla performans değerlendirmeleri ve gözlemleri yapmak bunlardan bazıları. Dışsal motivasyon olan ödülleri, maaş artışlarını da dengede tutmak isteyebilirsiniz. Bunlara fazla odaklanmak her zaman sonuç vermez. Bencil hormon dediğimiz sadece dopaminin hakim olduğu çevrede uzun vadeli bir bağlılık ve güven ortamından söz edemeyiz. General Electric’in CEO’su Jack Welch dopaminin baskın olduğu liderlik tipine en güzel örneklerden. Bilirsiniz her yıl performans düşüklüğü yaşayan personelinin %10’unu kovmasıyla tanınır. 🙂 Başarılarının yanında baskın liderlik davranışları onu kısa vadeli sonuçlara itip korkuya dayalı bir çalışma ortamı yaratmasına neden olmuş durumda.

Ekip | Fotoğraf: unsplash.com/@slelham

Gurur hormonumuz serotoninin reçetesi, kişinin ya da ekibin başarısını tanımak. Ayın çalışanını seçmek, başarıları için teşekkür notu bırakmak ya da ekibin tamamladığı iş için bir yemek düzenlemek gibi. Buradaki amaç ise başarıya duyulan saygının ve takdirin gösterilmesi.

Oksitosin yardımıyla gelen güven ve güvenilme hissi için ise şirketlerin üzerinde durduğu kavram otonomi. Çalışanların kendi projelerinin lideri olup başarılı olacaklarını düşündükleri alanlarda sorumluluk alması, şirketlere olan güvenlerini olumlu etkileyen uygulamalardan bir tanesi. Bilginin açık olarak ekiplerce paylaşılması ise bir diğeri. Görevler, hedefler ve izlenecek yolların açıkça paylaşılıyor olması aksi durumda oluşabilecek belirsizlik ile gelecek yüksek kortizol seviyesinden kaynaklı düşük motivasyonun ve stresin önüne geçecektir. Yönetici düzeyindeki insanların çalışanlardan bilmedikleri bir konuda yardım talep etmesi ise değer bilinirliği ve iş birliğinin oluşması için birebir. Yardım isteğini duymak doğamızda olan başkalarıyla iş bölümü yapmayı anında tetikleyecektir.

Ekip Çalışması
Ekip Çalışması | Fotoğraf: unsplash.com/@jannerboy62

Görülüyor ki, ekip içinde çalışan motivasyonu yüksek, işten ayrılma oranı ise düşük olan organizasyonların ortak özelliği bu uygulamalara değer vermesi. Vücudumuzda sadece birer kimyasal olarak var olan hormonların gücü çoğu durumda gözümüzden kaçsa da, bir gün içerisinde yaşadığımız duygu değişimlerinin ya da olaylara verdiğimiz tepkilerin hepsi onlar sayesinde şekilleniyor. Günümüzün çoğunu iş ortamında, bir ekibin parçası olarak geçirdiğimizi varsayarsak, hormonların etkileri azımsanamayacak duruma geliyor. İşin asıl kısmı ise, tüm bu hormonların dengede olabileceği bir çalışma ortamı yaratmaya kalıyor. 

Her ne kadar etkili bir ekip çalışmasının dinamikleri, iletişim, vizyon ve misyon ve uygun ortam başlıkları gibi çok geniş bir çerçevede değerlendirilse de konuya bizi biz yapan en temel biyokimyasal değerler yani hormonlarımız açısından bakmak isterseniz başlangıç olarak Simon Sinek’ten ‘Liderler En Son Yer’ ve Loretta Graziano Breuning’den ‘Habits of a Happy Brain’ sizlere farklı bir bakış açısı katacaktır.  

Kapak Fotoğrafı: unsplash.com/@slelham

İlginizi çekebilir: Zülal Gedik’ten Edilgenlik