Her sene okyanusun diğer tarafında dağıtılan Independent Spirit (Bağımsız Ruh) Ödülleri’ne nanik yapan BIFA (Bağımsız İngiliz Film Ödülleri) esasında çaktırmadan listeleriyle birkaç başyapıtı önümüze sunuyor. Ama araştırmaya olan tembelliğimizden, biraz da BIFA’nın popüler medya tarafından değer görmemesinden, çoğu filmin adı bile seyirciye ulaşmıyor. Siz merak etmeyin, artık hizmet ayağınıza geldi. Buyrun bir BIFA keşfi: Ill Manors!

1

Yedi yıllık ekran hayatı boyunca İngiliz gençliği hakkında bizi fikir sahibi yapan ve her şeyin Londra’nın bakması bile keyiflendiren Kensington, Covent Garden, Piccadilly bölgelerindeki gibi güllük gülistanlık olmadığını gösteren Skins sırf şeffaflığı sebebiyle bile takdir görüyordu. Ama bugün sizlerle Skins’deki perdeleri bile paramparça eden, Essex’e yolum düşerse acaba başıma ne gelir dedirtecek bir filmi konuşacağız. Realistliği içine sığmayan, bir müzikal olmaya yetecek kadar orijinal şarkı barındıran ve şiirselliğini kaba bir habitatta sevmesi zor karakterlerine ince ince işleyip sanki çok bir mahareti yokmuş da sıradanmış ayağına yatan bir yapımla karşı karşıyayız şu an. Heyecanlanmanız için size yeteri kadar sebep sunabildiysem geçelim Ill Manors’ın beynine ve hikayede olup bitenlere…

2

Filmin senaryosunun altında imzası olan ve aynı zamanda yönetmenlik koltuğunda da oturan Ben Drew, Plan B isimli başarılı bir hip-hop grubunun kurucusu. Kelimelerle iyi oynadığını hep bildiğimiz bu genç adam, büyük bir heyecanla bugüne kadar yazdığı kısa öykülerini bir araya toplayıp, biraz da (biraz demek haksızlık oluyor gerçi) hayat tecrübelerini içine katarak ortaya Ill Manors’ı çıkarmış. Filmde birden fazla karakteri ve hikaye örgüsünü izlemenize rağmen Ben Drew bunların hepsini aynı potada eritmeyi başarmış. Üstelik “hayatları kesişen yabancılar” klişelerine de sığınmadan, melodramdan uzak durarak, saf İngiliz gerçekçiliğiyle yapıyor bunu. Tıpkı filmin anlattığı sokaklar gibi, Ill Manors’un her karesi de tekinlikten uzak, kimi zaman ürpertici, kimi zamansa tanıdık hallerini yalanlarcasına soğuk.

3

Ill Manors’ın büyük bir kısmının geçtiği Essex sokaklarında büyüyen ve sıradan bir sokak rapçisi iken ülkenin en büyük yıldızlarından birine dönüşen Ben Drew, yeteneklerini filmde kullanmayı da ihmal etmemiş. Tüm soundtrack’i bizzat kendisi kaleme almış ve senaryodaki her hikayeye de bir orijinal parça tahsis etmiş. Bu da filme yapılan “21. yüzyıl hip-hop müzikali” benzetmelerinin başlıca sebebi. Ama tam anlamıyla bir müzikal olmadığını, sadece sanatın iki dalını buluşturduğunu söylemekte yarar var. Yani kendinizi uyuşturucu satıcılarının “I Dreamed a Dream” diye haykırdığı, hayat kadınlarının “Cell Block Tango” söylediği bir filme hazırlamayın. Sosyal eleştirisini yaparken kör parmağı gözünüze sokmayan bir ilk film özetle.

4

Oyuncu kadrosunda da yeteneklerine şahit olduğunuz için kendinizi epey şanslı hissedeceğiniz pek çok yeni yüz var. Başroldeki Riz Ahmed, Eloise Smyth, Ed Skrein ve Anouska Mond’un ismini film bittikten sonra ezberlemek isteyeceğinize adım gibi eminim. Finale doğru kamerasını biraz daha güçlendirmek isteyince estetik kaygılar başına bela olsa da Ben Drew yaptığı seçimler ve bu yolda sarf ettiği efor ile hem kendi adına umut veriyor, hem de müzik ile sinemanın birbirinden ayrıştırılamayacak kadar önemli bir bütün olduğunun altını çiziyor. Tabii bu arada Birleşik Krallık’a olan turizmi düşürecek kadar korkutucu insan manzaraları da sunarak Londra sokaklarında hop oturup hop kalkmanıza sebep olacak kadar iyi resmedilmiş sokaktan öykülerle tüylerinizi ürpertiyor. Hala izlememiş olanlara kıskanarak köşeme çekiliyorum şimdi. Bu kadar ballandırarak anlatınca ben bile bir kez daha izlemek istemiş olabilirim. Hadi herkes Ill Manors’ın başına!

sjWAoLJO6htlkiGTFMVuEXWbD5Y