İlyun Bürkev ile: Müzik ve Kariyeri Üzerine
Başarılarla sürecek uzun kariyerlerinin başında kendilerini theMagger okurlarıyla buluşturmaktan büyük memnuniyet duyduğum gencecik müzisyenlerden bugün birini daha çok yakından tanıyacağız. Dört yaşında başladığı piyano eğitimini takdir edilesi bir şekilde sürdüren ve ilk uluslararası başarısını 2018’de henüz 10 yaşındayken kazanan, ülkemizin genç yeteneği İlyun Bürkev, bugünkü röportaj konuğum olacak. Kendisini canlı olarak ilk kez İKSV tarafından gerçekleştirilen 52. İstanbul Müzik Festivali kapsamında bu yıl dinleme fırsatı bulduğum; harika performansı kadar olgun konuşmasıyla da kendine hayran bırakan sevgili İlyun ile böylesine kıymetli bir röportajı gerçekleştirmek benim için de büyük onur oldu. Geçtiğimiz sezonu Bonn Klasik Filarmoni eşliğinde Berlin Konzerthaus’tan başlayan 11 konserlik Almanya turnesiyle açan ve halihazırda Prof. Pavel Gililov’un öğrencisi olarak Salzburg Mozarteum Üniversitesi’nde eğitimine devam eden İlyun, devlet sanatçımız sevgili Gülsin Onay’ın da “Veliahtım” olarak nitelendirdiği bir isim. Ben de bu vesileyle değerli genç piyano sanatçımız sevgili İlyun ile bir röportaj gerçekleştirerek kariyerini, hedeflerini ve müziğe bakış açısını derinlemesine konuşma fırsatı buldum. Keyifli ve ilham veren okumalar dilerim.
Sevgili İlyun, röportajımıza ilk olarak kısa süre önce gençliğin enerjisi, sevginin sıcaklığı ve müziğin büyüsüyle dopdolu bir şekilde başladığımız 52. İstanbul Müzik Festivali’nin açılış konseriyle başlayalım dilersen. Cem Mansur yönetimindeki İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ile sahne alarak Edvard Grieg’in tutkulu ve oyuncu Piyano Konçertosu’nu icra ettiğin bu konser hiç kuşku yok ki salondaki bizler kadar senin için de unutulmaz bir deneyim oldu. Türk klasik müzik dünyasının duayenlerinden olup Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası gibi kıymetli bir oluşumu ülkemize kazandıran Cem Mansur ve ismini bu güzel şehirden alan İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ile aynı sahnede yer almaya dair duygu ve düşüncelerini öğrenebilir miyim?
Merhaba, 52. İstanbul Müzik Festivali’nin açılış konserini Sayın Cem Mansur şefliğinde İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ile gerçekleştirdiğim için büyük bir heyecan ve mutluluk içindeyim. Türkiye’nin en köklü ve prestijli müzik etkinliklerinden biri olan İstanbul Müzik Festivali, her yıl birbirinden değerli sanatçıları ve müzisyenleri ağırlıyor. Bu yılki festival programı, “kökler” teması etrafında kurgulandığı için, yaşadığımız topraklarda farklı dinlere, dillere ve kültürlere sahip olsak da birbirimize köklerimizden bağlı olduğumuz ve müziğin birleştirici gücüyle bağlandığımızı vurguladı. Böyle anlamlı bir projenin parçası olmak ve dünyanın en önemli festivallerinden biri olan bu etkinlikte, genç yaşta açılış konserinde yer almak, benim için tarif edilemez bir mutluluk ve hayatım boyunca unutamayacağım bir deneyim.
21 Mayıs tarihinde gerçekleşen açılış konserinde, Edward Grieg’in La minör op. 16 Piano Konçertosu’nu seslendirdim. Bu konçerto, çaldığım ilk romantik dönem konçertosu ve benim müzik karakterime çok yakın olduğunu hissediyorum. Grieg’in zengin melodik yapısı ve duygusal derinliği, kendimi ifade edebildiğim en güzel yollardan biri oldu. Bu özel konçerto ile İstanbul Müzik Festivali’nin bu harika atmosferinde sanatseverlerle buluşmaktan büyük bir mutluluk duydum.
Bu anlamlı projede yer almamı sağlayan ve tüm genç sanatçılara destek veren İKSV yönetimine, tüm kalbimle teşekkür ediyorum. Onların desteği, sanat dünyasında genç yeteneklerin önünü açıyor ve bizlere böyle prestijli platformlarda kendimizi gösterme fırsatı sunuyor. Bu festivalde yer almak, sadece kariyerim için değil, aynı zamanda kişisel gelişimim ve sanatsal olgunluğum için de büyük bir adım oldu.
İstanbul Müzik Festivali’nin bir parçası olarak müziğin birleştirici gücüne bir kez daha tanık oldum. Farklı kültürlerden gelen sanatçılarla aynı festivali paylaşmak, birlikte müzik yapmak ve izleyicilere bu deneyimi aktarabilmek, sanatın evrensel dilini bir kez daha gözler önüne serdi. Bu festival, sadece müzikal anlamda değil; aynı zamanda kültürel ve sosyal bağların güçlenmesi açısından da büyük bir önem taşıyor. Bu büyülü atmosferde yer almak ve dinleyicilere unutulmaz anlar yaşatmak, benim için büyük bir onurdu.
Sanatın neredeyse her dalında ve özellikle klasik müzik alanında çok küçük yaşlardan itibaren yapılan doğru kariyer yönlendirmesi, disiplinli çalışma prensibi ve fedakarlıklar, var olan o yeteneğin tamamlayıcısı oluyor. Kendi kariyer yolculuğunda “kırılma noktası” olarak nitelendirebileceğin olay ne oldu senin için?
Öncelikle dediğiniz gibi, yetenek ve çalışmanın yanı sıra, birçok unsur sanat kariyerinde tamamlayıcı rol oynar. Ayrıca, bazı olaylar gerçekten de sanat hayatınızda kırılma noktası olarak büyük bir etkiye sahip olabilir. Benim için de bazı önemli karşılaşmalar, kariyer yolculuğumda belirleyici anlar oldu. Özellikle çok değerli hocalarımla tanışma hikayelerim, kariyerimdeki en önemli dönüm noktalarından bazılarıdır.
Sayın Gülsin Onay ile dokuz yaşımda tanışmıştım. Bu küçücük yaşımda, kendisinin bana çok büyük desteği oldu. Gülsin Onay, yalnızca müzikal anlamda değil; aynı zamanda bir sanatçı olarak kariyerimi nasıl şekillendireceğim konusunda da bana değerli bilgiler öğretti. Onun rehberliği ve desteği, müziğe olan tutkumun pekişmesine ve yeteneklerimin doğru yönlendirilmesine büyük katkı sağladı. Hâlâ bugün bile Gülsin Onay’ın öğretilerinden ve tecrübelerinden faydalanmaya devam ediyorum. Onunla geçirdiğim her an, müzikal yolculuğumda önemli bir basamak oldu.
Diğer bir dönüm noktası ise sevgili profesörüm Pavel Gililov ile tanışmam oldu. 13 yaşında onun öğrencisi olarak kabul edilmek, benim için inanılmaz bir süreçti. Pavel Gililov, dünya çapında tanınan bir piyanist ve eğitimci olarak bana sadece piyano çalma tekniklerini öğretmekle kalmıyor aynı zamanda müziğin derinliklerine inmemi sağlıyor. Onunla çalışmak, müziğin sanatsal ve duygusal boyutlarını daha iyi anlamama yardımcı oluyor. Pavel Gililov’un tecrübeleri ve öğretileri, sanat hayatımın en büyük kırılma noktalarından biri olarak öne çıkıyor.
Kendisiyle yaptığım her ders ve müzikal yeteneklerimi geliştirmeme ve sanatsal vizyonumu genişletmeme yardımcı oluyor. Profesörüm Pavel Gililov’un rehberliği sayesinde, müziğe bakış açım derinleşiyor ve sanatsal ifadem daha olgunlaşıyor. Onun bana aktardığı bilgi ve deneyimler, kariyerimde ilerlememi sağlayan en önemli etkenlerden biri.
Okul, kariyer ve meslek seçimlerimizde her ne kadar özgür gibi olsak da hayata ilk adım attığımız “aile” kurumu, dolaylı yoldan da olsa tercihlerimizi etkiliyor. Peki sen nasıl bir ailede doğup büyüdün? Ailenin bu yolculuktaki etkisi senin adına nasıl bir kazanım oldu?
Ben müzisyen olmayan bir ailede büyüdüm ve müzikal yeteneğimi keşfetmeleri gerçekten çok büyük bir şanstı. Babam bir iş adamı, annemin mesleği ise bankacılık. Annem hobi amaçlı piyano dersi almaya başlamış ben doğmadan önce ve doğana kadar da bu derslerine devam etmiş. Babam, annemin bu ilgisini desteklemek amacıyla ona bir piyano hediye etmiş. Bu yüzden, çocukluğumu piyano bulunan bir evde geçirdim.
Piyano olan bir ev ortamında büyürken, müziğe olan ilgim doğal bir şekilde gelişti. Annem ve babam, yeteneğimi ve ilgimi fark ettiklerinde beni müzik konusunda yönlendirmeye karar verdiler. Henüz dört yaşımdayken özel piyano dersleri almaya başladım. Bu özel dersler, müzik yolculuğumun ilk adımlarıydı ve beni konservatuvara hazırladı.
Geriye dönüp baktığımda, müzisyen olmayan bir ailede büyümeme rağmen, ailemin desteği ve yönlendirmesi sayesinde bugünlere gelebildiğimi görüyorum. Annemin hobi olarak başladığı piyano dersleri, babamın bu hobiyi desteklemesi ve ailemin benim müziğe olan ilgimi fark edip teşvik etmesi, beni bugün olduğum yere getiren en önemli etkenlerdi. Bu yolculukta, her adımda yanımda oldukları için aileme minnettarım.
Eğitimine dair daha detaylı konuşmamız gerekirse Türkiye ve Avrupa’daki müzik eğitimi ve ekollere dair mutlaka dikkate değer gözlemlerin olmuştur. Arada belirgin farklar mevcut mu? Ülkemizdeki eğitim ve mevcut ekonomik koşullar genç yaştaki müzisyenler için yeterli seviyede mi?
Eğitimime dair daha detaylı konuşmak gerekirse, müzik yolculuğuma henüz dört yaşında başladım. İlk olarak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı’nda Prof. Burcu Aktaş Urgun ile çalıştım. Ardından, devlet sanatçısı piyanistimiz sevgili Gülsin Onay ile çalışma fırsatı buldum. Şu anda ise Avrupa’nın müzik araştırmaları konusunda en ünlü ve saygın üniversitelerinden biri olan Salzburg Mozarteum Üniversitesi’nde Prof. Pavel Gililov ile eğitimime devam ediyorum. Bu süreç boyunca Türkiye ve Avrupa’daki müzik eğitimi ve ekoller hakkında dikkate değer gözlemlerim oldu.
Türkiye’deki müzik eğitimi, temel yeteneklerin geliştirilmesi ve müzik teorisinin öğretilmesi konusunda güçlü bir temele sahip. Prof. Burcu Aktaş Urgun ve Gülsin Onay gibi değerli hocalar, öğrencilerine sadece teknik bilgi değil, aynı zamanda müziğin duygusal ve sanatsal yönlerini de öğretiyor.
Avrupa’da, özellikle Salzburg Mozarteum Üniversitesi’nde ise eğitim çok daha kapsamlı ve detaylı. Burada sadece piyano çalma teknikleri değil; aynı zamanda müziğin tarihi, teorisi ve analizi gibi konular da derinlemesine işleniyor. Avrupa’daki eğitim sistemi, öğrencilere çok yönlü bir müzikal bakış açısı kazandırmayı hedefliyor. Bu ekol, müzikal yeteneklerin yanı sıra akademik bilgi ve araştırma becerilerini de ön plana çıkarıyor. Prof. Pavel Gililov gibi dünya çapında tanınan bir öğretmenle çalışmak, bana hem teknik hem de sanatsal anlamda büyük katkılar sağlıyor.
Türkiye ve Avrupa’daki müzik eğitimi arasında bazı belirgin farklar mevcut. Avrupa’daki okullar tarihleri gereği genellikle daha fazla kaynak ve imkâna sahip. Bu, öğrencilere daha fazla performans fırsatı sunuyor. Örneğin, Mozarteum’da düzenli olarak masterclass’lar, oda müzikleri ve uluslararası konserler düzenleniyor. Bu tür etkinlikler, öğrencilerin kendilerini geliştirmeleri ve profesyonel ağlarını genişletmeleri için büyük bir fırsat sunuyor. Türkiye’de ise müzik eğitimi, maalesef bazı ekonomik ve yapısal zorluklarla karşı karşıya. Eğitim kurumları, yeterli finansal destek ve altyapı eksikliği nedeniyle bazen sınırlı kaynaklarla çalışmak zorunda kalıyor. Bu durum, genç yaştaki müzisyenlerin yeteneklerini tam anlamıyla geliştirmelerini zorlaştırabiliyor.
Sonuç olarak, her iki eğitim sisteminin de kendine özgü avantajları ve zorlukları var. Türkiye’deki müzik eğitimi, sağlam bir temel ve güçlü bir sanatsal ifade kazandırırken, Avrupa’daki eğitim, daha geniş imkânlar ve derinlemesine akademik bilgi sunuyor. Ülkemizdeki mevcut ekonomik koşullar ve eğitim sistemindeki eksiklikler göz önüne alındığında, genç müzisyenlerin yeteneklerini geliştirmek için daha fazla desteğe ihtiyaç duydukları aşikâr. Bu nedenle hem devlet hem de özel sektörün genç müzisyenlere daha fazla yatırım yapması ve destek sağlaması büyük önem taşıyor.
Geçtiğimiz yıl Bonn Klasik Filarmoni eşliğinde Berlin Konzerthaus’tan başlayan 11 konserlik Almanya turnesi gerçekleştirmiştin. 25 Eylül 2023 tarihinde dünyaca ünlü orkestraların ve sanatçıların sezon programlarında yer aldığı, Almanya’nın ve Avrupa’nın en prestijli konser salonlarından biri olarak bilinen Berlin Konzerthaus’ta başlayan bu turne süresince 24 Ekim 2023’e dek sırasıyla Bielefeld, Hamburg, Hannover, Bonn, Stuttgart, Wiesbaden, Bremen, Karlsruhe ve Nürnberg’le devam edip son olarak Münih’teki efsanevi konser salonu Herkulessaal’da alarak yeteneğin ve tutkunla müzikseverleri büyüledin. Bu turnedeki konserler sana nasıl bir tecrübe kazandırdı? Birlikte aynı sahneyi paylaştığın şefler ve orkestralar klasik müziğe bakış açında nasıl bir değişim yarattı?
Almanya turnem, benim için bir rüyanın gerçekleşmesiydi. Klassische Philharmonie Bonn orkestrası ile Almanya’nın 11 önemli şehir ve salonunda gerçekleştirdiğim bu turne, inanılmaz tecrübelerle doluydu. Her bir konser salonu, kendine özgü bir atmosfere sahipti ve her salondaki piyanoların farklı özellikleri bulunuyordu. Bu değişken koşullara adapte olmayı, bazen üç gün üst üste olan yoğun konser trafiğine alışmayı ve sürekli yolculuk yapmanın getirdiği zorluklara uyum sağlamayı öğrendim ve tecrübe ettim.
Konser öncesi yapılan provalar ve konser sonrası seyircilerin ilgisi, soruları gerçekten çok kıymetliydi. Küçük yaştan beri hayalini kurduğum salonlarda sahne almak, benim için tarifsiz bir mutluluktu. Beethoven’ın 3 numaralı piyano konçertosu, en sevdiğim eserlerden biriydi ve bu harika orkestra ile çalmak istediğim bir konçertoydu. Bu turne, hayallerimi gerçekleştirdiğim, profesyonel ve kişisel anlamda büyüdüğüm, unutulmaz anılarla dolu bir yolculuk oldu.
Sanatçılar için sahip oldukları müzik aletiyle kurduğu bağ notaları icra etmenin de çok ötesinde çünkü neredeyse bir ömür onunla vakit geçiriyor, adeta bedeninin bir parçası oluyor. Peki senin için piyanonla kurduğun o özel bağ ve notaların o eşsiz tınısı karakterinle nasıl bir bütünlük içinde?
Piyanomla kurduğum bağ, gerçekten de notaları icra etmenin çok ötesinde bir anlam taşıyor. Piyano; duygularımı, düşüncelerimi ve ruh halimi ifade edebilmemin en samimi yolu. Piyano çalmak sadece teknik bir beceri değil, aynı zamanda kendimi ifade etme biçimim. Her performans, bir parça kendimi dünyayla paylaşma fırsatı sunuyor. Piyanomla kurduğum bu özel bağ, müziğin gücüyle karakterimi harmanlayarak, sahnede ve dinleyicilerin kalplerinde yankılanan bir hikâye haline geliyor.
Sahneye çıkıp çalmaya başladığın o büyülü anı tarif etmen mümkün mü? Kendini salonun ve sahnenin kalabalığı içinde tamamen soyutluyor musun yoksa mevcut tüm unsurlarla bütünleşip kendini o ana mı bırakıyorsun?
Bu duyguyu kelimelerle tarif etmek biraz zor. Sahneye çıktığımda, önce hepimizin hissettiği heyecan dalgasını ben de hissediyorum ve ilk notayı çaldığım anda, sahnenin ve salonun atmosferiyle bir bütün oluyorum.
Müziğe odaklanırken, izleyicileri ve sahnenin tüm detaylarını hissediyorum ancak tamamen müziğin içinde kaybolduğum anlar da oluyor. Sanki etrafımdaki her şeyle uyum içindeyim ama aynı zamanda kendi dünyamdayım. Bu denge, performansın en özel yanlarından biri ve sahnede olmayı bu kadar benzersiz kılıyor.
Bir sanatçı olarak çalışma rutinin nelerden oluşuyor? Konser ve yarışmalar öncesinde veya günlük rutininde mutlaka farklılıklar bulunuyordur. Ve en önemlisi sosyal yaşamına yeterince ve istediğin ölçüde vakit ayırma fırsatı buluyor musun?
Prof. Pavel Gililov’un ilk pre-collage öğrencisi olarak Salzburg Mozarteum Üniversitesi’nde eğitim hayatıma devam ediyorum. Mozarteum’daki eğitimin yanı sıra, Musisches Gymnasium’da lise eğitimime de devam ediyorum. Bu yoğun eğitim programı kapsamında, okul günlerinde genellikle günde ortalama üç saat, hafta sonlarında ise 4-5 saat çalışıyorum. Konser veya yarışma öncesinde ise yaklaşık 2-3 hafta boyunca çok daha yoğun bir çalışma programına giriyorum. Bu yoğun tempoya rağmen sosyal yaşamıma da zaman ayırmaya özen gösteriyorum. Hobilerime zaman ayırmak ve arkadaşlarımla vakit geçirmek benim için büyük bir keyif ve bu dengeyi sağlamak, hem zihinsel hem de duygusal olarak daha sağlıklı ve mutlu olmama yardımcı oluyor. Aynı zamanda, sosyal aktivitelerle ilgilenmek, yeni beceriler kazanmamı ve farklı perspektifler edinmemi sağlıyor, bu da genel anlamda sanatsal gelişimime katkıda bulunuyor. Bu şekilde hem akademik hem de kişisel gelişimimi dengeli bir şekilde sürdürebiliyorum.
Biz seyirciler klasik müzik dünyasını dışarıdan her ne kadar ışıltılı görsek de kendi içinde ciddi bir rekabeti de barındırıyor. Bu rekabet içinde kendi ayakların üzerinde nasıl duruyorsun? Zihinsel olarak yıprandığın periyotlar oluyor mu?
Esasında bu sorduğunuz soru sadece klasik müzik için değil hayatın tüm alanları için geçerli bir soru. Bence burada önemli olan kavram rekabet. Eğer biz müzisyenler rekabeti olumlu anlamda anladığımızda yani paylaşımcı, geliştirici, birbirinin yaptığı güzel işleri örnek alıcı ve medeniyetler arası birleştirici bir değer olarak görürsek bizim hayatımız için olumlu bir etken olduğunu düşünüyorum. Tabii ki her alanda olduğu gibi bu alanda da hepimizin zor geçirdiği zaman ve dönemler oluyor. Zaten sanat insan yaşamının tüm inişlerini ve çıkışlarını, duygusal ve mental değişimlerini en zarif, en estetik ve en derin icra eden bir alan.
İyi “müzisyen-sanatçı” kavramının sendeki karşılığını sorsam neler söylemek istersin? Başarıya giden yolda senin olmazsa olmazların neler?
Başarıya giden yolculukta, ilk adım her alanda olduğu gibi çalışmaktır. Düzenli ve disiplinli bir çalışma programı oluşturmak, hedeflere ulaşmak için temel bir gerekliliktir. Ancak sadece çalışmak yeterli değildir; yapılacak her şeyi içtenlikle ve mutlulukla yapmak da önemlidir. Tutkuyla yaklaşılan her görev, daha büyük bir başarıyla sonuçlanır ve kişinin iç huzurunu artırır.
Bu süreçte aile desteği de büyük önem taşır. Ailem yaşanan zorluklarla başa çıkmada ve başarıya ulaşmada bana güçlü bir destek oluyor. Onların anlayışı ve teşviki, hedeflere ulaşma konusundaki azmimi artırıyor. Aile desteğiyle beraber, çalışma ve tutkuyla birleşen bir yolculuk, daha büyük başarılara ulaşmanın anahtarıdır.
İcra ettiğin eserin dinleyici üzerinde bir etki bırakması adına senin için teknik anlamdaki kusursuzluk mu yoksa duygularınla birlikte esere kattığın ve onu daha kanlı canlı yapan doğallık mı daha önemli?
Tabii ki bir parçanın bestecisinin yazdığı gibi tüm ayrıntılarına dikkat ederek icra etmek çok önemli ama bu eseri yorumlayan kişi bu hikâyeyi kendi dünyasından anlatıyor. Bunun sayesinde de günümüzde farklı kişilerden farklı yorumlar dinleyebiliyoruz. Müziğin en güzel taraflarından birisi de bu.
Klasik müziğin hangi dönemi içinde yaşamak isterdin peki? Ve neden o dönem?
Romantik dönem hem eserlere yeni formlar gelmesi açısından hem de besteciler açısından müzik tarihinde devrim yaratmıştır. Beni en çok etkileyen dönemlerden biri diyebilirim. O yüzden sanırım bu dönemde yaşamak isterdim.
Ülkemizin yetiştirdiği en kıymetli değerlerden Gülsin Onay’ın “Veliahtım” olarak nitelendirdiği bir gençsin. Bu senin için hiç kuşku yok ki gurur verici bir durum fakat bundan dolayı üzerinde baskı hissettiğin ve zihinsel olarak yorulduğun anlar oluyor mu? Oluyorsa nasıl başa çıkıyorsun?
Bu benim için çok özel ve kıymetli bir duygu. Gülsin hocamla aramızda oluşan bağ tüm müzik hayatımda benim için çok kıymetli bir bağ oldu. Hocam bana müziği sadece besteler ve notalar olarak öğretmedi. Müziğin insanlık ailesinin tüm sorunlarının çözümünde evrensel bir sevgi ve barış aracı olduğunu da öğretti. Dolayısıyla buradaki veliahtlık kavramı hocamın da olduğu ve söylediği gibi bu değerli kavramın bir hizmetkârı olabilmektir.
Peki hedeflerine odaklanmanda seni motive eden idolün kim diye sorsam?
Hedeflerime odaklanmakta beni motive eden tek bir idol olmaktan öte insanlık ailesinin ilk başından bugüne kadar gelen müzik ailesinin tüm kıymetli bestecileri, icracıları ve ortaya koydukları eserlerdir. Ben de bu kıymetli ailenin küçük bir parçası olmak için büyük bir heyecan ve sevgiyle çalışıyorum.
Müzik, yaşama ve umutsuzluğa bir alan açar mı?
Müzik, varoluşun ve insanlığın tüm alanlarının içinde yaşayan canlı bir olgudur. Yaşamla ilgili tüm mutluluklarımız, umutlarımız, üzüntülerimiz, beklentilerimiz müzikle anlam bulur ve müzik bizimle her alanı paylaşan en sadık dosttur.
İlerleyen yıllar için kariyerin adına hedefin ve hayallerini öğrenerek bitirelim dilersen röportajımızı? Yağmur Ormanı V (Varyasyon 3) adlı sergiden ilhamla bestelediği “The Wind” isimli bir eserin de bulunuyor. Ufukta görünen yeni bestelerin mevcut mu?
Teknik açıdan kariyerimi yorumlayacak olursam öncelikli hedefim, akademik hayatımı en iyi noktada tamamlayabilmek. Müziğin ve sanatın esas amacı olan insanlık ailesine katacağı sevgiye barışa yönelik projelerde yer almak, sahip olduğum eğitim ve yetenekle hem ülkem adına hem de tüm insanlık adına müzikle bu değerleri insanlarla paylaşabilmek. Kimi zaman konserlerimle kimi zaman sosyal sorumluluk projelerimle kimi zaman da ileride akademik olarak yetiştireceğim genç müzisyenlerle müziğe ve insanlığa en güzel katkıları sunmak temel hedeflerim arasında. Bestecilik çalışmalarıma da devam etmeyi tüm kalbimle arzu ediyorum.
Bu güzel röportaj için sizlere çok teşekkür ediyorum.
Kapak Fotoğrafı: Handan Ustaer Bulam
İlginizi çekebilir: Ilgın Top ile “Aydın Gün Teşvik Ödülü” ve Kariyeri Üzerine
İlk yorumu siz yazın!