Immaculate: İtalyan Kırsalında Manastır Gerilimi
Sydney Sweeney ergen yaşlarındayken bu filmin seçmelerine giriyor, fakat proje o dönemde rafa kaldırılıyor. Seneler sonra Euphoria ile parlayan oyuncunun gitgide artan popülaritesinin de katkısıyla proje Sydney Sweeney önderliğinde tekrar masaya yatırılıyor. İyi bir fikrin ortalama seviyede işlendiği bu hikayeyi sürükleyen kişi de oyuncunun ta kendisi aslında. Daha önce beraber çalıştığı yönetmen Michael Mohan ile bir kez daha bu filmde buluşan Sweeney, yönetmenin atmosferik gerilim konusundaki yetenekleri dışında çok da sırtını yaslayabileceği bir duvar olmadığının farkında. Bu anlamda ortaya saygı duyulası bir performans koyuyor. Michigan’ın küçük bir kasabasından, İtalyan kırsalında küçük bir kasabaya manastır transferi gerçekleştiren Cecilia’nın hikayesi, seyir keyfi yüksek, şiddet dolu çerezlik bir gerilim vadediyor.
Film daha ilk sahnesinde katolik manastırından kaçmaya çalışan bir rahibe kızcağızın başına gelen aşırı talihsiz olayla açılıyor. Buradan anlıyoruz ki bu manastırın arkasındaki ‘güç’ pek hayırlı bir güç değil. Sonrasında tabii ki de bu şer dolu manastıra ana karakterimiz geliyor, elinde İtalyanca’ya giriş kitabı ve İncil ile adeta Erasmus’a yeni gelmiş öğrenci heyecanıyla yanıp tutuşuyor. Dil bariyerini aşma konusunda zorluklar çekeceği aşikar ama arkadaş edinme konusunda neyse ki şanslı. İlk günleri ufak tefek jumpscare yaşatan anlar haricinde görece iyi geçiyor hatta. Devamında da eski biyolog ve genetikçi olan rahibin kendisine olan fazla yumuşak yaklaşımlarıyla iyice gevşiyoruz. E iyi ama bu manastırda birinin kötülük timsali olması gerekiyor, peki bu kim…
Editör Notu: Yazını devamı spoiler içermektedir.
Rahibin kızın ağzından laf almaya çalışıyor gibi yaptığı anlarda meğer 7 dakikada hayata geri döndüğü olaya kızdan daha fazla hakim olması, kız hamile kalınca kızın kendisinden daha çok şaşırmış numarası yapmalar vesaire derken, Cecilia’yı akıl oyunlarıyla adeta tuş edişine saygı duymak gerekiyor. Gerçi genetikçi olduğunu ilk söylediğinde insan bir acaba diyor ama yine de asıl amacının ve planının bu şeytani gebelik süreci olduğunu öğrenince amansızca ürperiyoruz. Cecilia’nın tavuk yardımıyla kaçış çabası, onu artık komple ele veriyor, o andan itibaren kimsenin hiçbir şeyden korkusu kalmıyor ve manastır içerisinde küçük bir diktatörlük oyunu izliyoruz. Herkesin Meryem Ana muamelesi yaptığı Cecilia, iyi ki kendini bu şöhrete kaptırmıyor. Final sekanslarında gerçekle yüzleştikten sonra bileğine kuvvet dedirtecek anlarla başka bir çeşit şöhrete yelken açıyor.
İçerideki herkesi tek tek domino taşı gibi devirmeye başladığında anlıyoruz ki bunun sonu genetikçi rahibe dokunacak. Fakat çok da kolay olmuyor tabi. Laboratuvarına kitleyip yaktığını zannettiği adam, iyi pişmiş biftek gibi kurtuluyor ve kıza kan kusturmaya devam ediyor. Çok geç olmadan adamı ekarte etmeyi beceren Cecilia’yı olabildiğince zorlu bir görev bekliyor finalde. Filmin en iyi sahnesi de burası belki. Can hıraş tek başına doğurduğu ‘şeyi’ büyükçe bir taş ile piyasadan kaldırıyor. Filmde benim için o sahnenin verdiği huzursuzlukla yarışabilecek tek bir sahne daha vardı belki, o da İsa’nın çarmıha gerilişinde kullanıldığı iddia edilen kutsal çivinin haşin bir şekilde kullanıldığı o an… Favori yan karakterim ise Cecilia’nın doğruları konuşmaktan çekinmeyen arkadaşı oldu.
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: Collider
İlginizi çekebilir: Eralp Alper’den Challengers
İlk yorumu siz yazın!