In Hoodies ile: Müzik, Yaratıcılık ve Üretim Üzerine Sohbet
Müziği, düşünceleri, farklılıklara karşı kapsayıcı tutumu ve yaratıcı düşünceye verdiği önem ile bana ilham kaynağı olan In Hoodies ile gerçekleştirdiğim röportajı sizinle paylaşmaktan oldukça heyecan duruyorum. In Hoodies’in sanatını ve dünyasını daha yakından tanırken, aynı zamanda motivasyon, ilham, üretim gibi önemli kavramları ele aldığımız bu keyifli röportaja hadi gelin birlikte daha yakından göz atalım!
Öncelikle röportaj teklifini kabul ettiğin için çok teşekkür ederim:) Müziğini nasıl tanımlarsın? Müziğinde kendini belirgin bir şekilde gösteren türler, tarzlar veya etkiler var mı?
Ben teşekkür ederim:) Tanımlama konusunda emin değilim ama sanırım en büyük etki brit pop / brit rock gibi tarif edilebilir. Özellikle 90’larda bilinir olan Oasis, Verve gibi gruplar. Farklı şarkılarda Nirvana, Radiohead, The Beatles, David Bowie, Bob Dylan, Tom Waits etkileri de görüyorum.
Her ne kadar sosyal bir canlı olsak da bazen duygu ve düşüncelerimizi kelimelere dökerek gündelik iletişimde ifade etmek zor olabiliyor, en azından ben bu durumu zaman zaman deneyimliyorum. Sen de böyle bir sıkışmışlık zaman zaman yaşıyor musun? Böyle bir durumda, iç dünyanı ifade etmede müziğin yeri nedir?
Evet bahsettiğin sıkışmışlığı çok yaşıyorum. Hatta genelde bu sıkışıklık içinde yaşıyorum. Hissedilenleri anlamlandırmak ve ifade etmek konusunda eğitilmiyoruz. Şans eseri bu ifade kaslarını geliştirebileceğimiz bir ortamda büyümemişsek bu gereçlere sahip olmayabiliyoruz. Hayatın ortasında aslında en temel gereksinimlerin olmadan bulabiliyorsun kendini. Müzik ve genel olarak sesler duygularla kelimelerden daha iyi rezone veya senkronize olabiliyor. Bu yüzden farklı bir ifade biçimi olarak şarkı yapmak, hatta çoğu zaman müzikal bir form olmadan sadece ses çıkarmak bile benim için çok değerli. Kollarınız bağlanmış gibi hissettiğinde bağırabildikleriniz, mırıldanabildikleriniz. Ağzınızı açamadığınızda iniltileriniz, tuttuğunuz ritim, düşünce ve duygularınızın işitsel polaroid’leri olabiliyor.
Yaratım sürecinde en çok ilham aldığın ve seni motive eden unsurlar nelerdir? Bu unsurları kullanarak yaratıcılığını nasıl besliyorsun?
Bir süredir motivasyona inanmıyorum sanırım ya da motivasyon aradığımda bulmakta güçlük çektiğim için böyle. Motivasyon fikri, özellikle dış belirleyenlere bağlı motivasyon arayışı, bir çeşit bağımlılığa dönüşüp, karşılanmadığında hareketsizliğe mahkum edebiliyor. En azından benim için. Devam etmek için isteği aramamak, isteğin çoğu zaman eylemle birlikte veya eylemden sonra gelebildiğini fark etmek gerekiyor. Bu yüzden bazen sadece devam etmek, kıpırdanmanın kendisi, motivasyona ihtiyaç duymadan gerçekleşebilsin istiyorum.
İlham doğru kelime mi bilmiyorum ama rutin yaşamın içerisinde gerçekten yaşar gibi hissettiren, üretme isteği yaratan şeyler genelde okuduğum, izlediğim ya da dinlediğim bir şeyler oluyor. Bazen günlük bir sohbet bazen sadece sessizlik ses çıkarma isteği uyandırabiliyor. Dediğim gibi son zamanlarda benim için önemli olan bu istek oluşmasa da devam edebilmek. Hareketsizliğin kasları hareketten daha fazla yorduğunu, uzun sürdüğünde kişinin etrafında zincirler oluşabildiğini unutmamak. Bu yüzden zihnen de olsa devam etmek, dünyayla iletişim halinde olabilmek hem üretimi hem yaşamı besleyen en canlandırıcı şey gibi. Bazen sokaktan gelen sesler, bazen bir film, bazen bir şeyin tadı. Kişisel olarak tıkanmayı da getiren bu iletişimin kesilmesi veya kesildiği hissi oluyor.
Yaratıcılığını engelleyen deneyimler yaşadığında, bunları aşmak için hangi stratejileri kullanıyorsun? İlham gelmediğinde veya motivasyonun düştüğünde nasıl yeniden ilham alıyorsun?
Bu konuda genel bir stratejim yok aslında. Hayatla ilgili genel bir stratejim yok. Hepimizin zor durumları aşmaya yardımcı kaynaklarımız var ama ne yazık ki zaman zaman zor durumun kendisi bu kaynaklarla mesafeyi açılıyor. Aşmak için uğraştıkça daha da zorlaşabiliyor engeller. Reddettikçe belirginleşiyor, kaçtıkça hızlanıyor. Uzandıkça uzaklaşan, ona doğru ilerledikçe aranızdaki mesafe açılan bir şey gibi ilham. Bu az önce dediklerimle de ilgili. Devam etmek, bozuk alıcılar ve bantlarla tutturulmuş kırık antenlerle de olsa, hareketsizlik, hissizlik ve atıllıktan daha iyi benim için.
Size iyi gelen şey yazmaksa ve yazamaz hale geldiyseniz insanın kendi yaşam izlerini takip etmesi gerekiyor sanırım. “Beni yazamaz hale getiren ne, neler?” demek gibi. Diğer yandan çoğu zaman kendimizi yaptığımız şeyle, üretimimizle ya da işimizle tanımlıyoruz ama bu da bir yüke dönüşebiliyor. İçimizde ve maalesef dışarıda, hep performans ölçen bir birim var gibi. Yaşadığımız dönem ve neredeyse hayatla iletişimimizin tamamına yakınını oluşturan dijital yüzeylerde etkileşim, bu durumu daha da gerçeküstü bir acımasızlıkla arttırıyor. Hep üretme, hep paylaşma, hep görünme, gösterme, yaptığınla ve nasıl göründüğünle değerin ölçülmesi, kale duvarlarına doğru dört nala giden atlara dönüştürüyor hepimizi. Uzak görünse de, bazen yolu uzatabilsek de bir gün o duvara çarpıyoruz ve parça parça oluyoruz. Farkında olmadan tükenmişliğe doğru istekli bir koşu gibi.
Aslında hiç birimiz sadece ürettiklerimiz, yaptıklarımız, yapamadıklarımız, işimiz, görüntümüz değiliz. Nehirden alınan bir kap su gibi bu belirleyenler. Nehrin kendisine yönelik yetersiz göstergeler, çarpık ipuçları. Çoğu zaman kapitalizmin ‘post truth’ peri masalları, yaygın soyutlamalarından oluşan basit de olsa, paralize edici ve kırılgan inanç biçimleri. Muhtemelen bu yüzden dayatılan etkileşim, zamanın kendisi ve değişimin olağanlığı ile örtüşmüyor. Aynı sebeplerle sürekli başkalaşan bir realiteye adaptasyon, sürekli kendimizi güncelleme zorunluluğu yaratıyor, tıkanmayı engellemek için ruhumuzda yapmak zorunda olduğumuzu hissettiğimiz toplumsal estetik operasyonlara ihtiyaç hissediyoruz.
Bugün dış dünya hem tırmanmanız gereken yokuşu yaratıyor hem ayaklarınıza patenler geçiriyor. Aslında kim ve ne olduğumuzu belirleyebilecek bir ölçek yok. Şeyler hiçbir zaman sadece görünen formu değil aynı zamanda farklı ışıkta yarattığı gölge. Dokusu, ısısı, kokusu. Uzay zamanda sayısız muhtemel ilişki biçiminde kapladığı alan, etkilediği yaşam ve hissettirdikleri. Bazen de kusurlu varlığı ve mükemmel şekilde hiçliği. Bu yüzden bazen yaratıcılığı engelleyen deneyimleri aşmamak daha doğru bir yol olabilir.
“Yaratıcılığı engelleyen deneyimleri aşmamak” cümlesini biraz daha açabilir misin?
Engeli aşmak için perişan olmak yerine sadece var olmaya devam etmek ve zamanla engelin küçülmesi ya da sizin büyümeniz daha sağlıklı olabilir. Ya da size daha iyi gelebilir. Benim bulabildiğim kaynaklar genellikle insanlar oluyor. Konuşmalar, sakin anlar, yürümek, bazen okumak ama bunlar çok kişisel şeyler. Herkesin kilidini açabilen, damarlarındaki tıkanıklığı giderebilen eylemler farklı ama az önce dediğim gibi yaşamla, hayatla iletişim halinde kalabilmek, zamanı geldiğinde yeni fikirleri, yeni duyguları dolayısıyla yeni üretimleri besliyor.
Aslında gördüğümüz, duyduğumuz, kokladığımız, dokunduğumuz her şey ilham ve üretim potansiyeli ile dolup taşıyor ama duyularımızın temas edilenle iletişimi, nasıl baktığımız, nasıl hissettiğimiz belirliyor bu ilişkiyi. Çoğu zaman geçerken farkında bile olmadığımız bir sokak, bir gün başka bir bakış ve hisle bir şarkıya aracı olabilir. Aslında aynı sokaktan belki milyonlar geçiyor. Kimi için sadece dizlerde yorgunluk olan aynı yol, başka birisi için doğru anda benzersiz bir üretim ihtimalini içeriyor. Ama o yolun üretime sebep olmaması varlığınızı ya da kat edilen mesafeyi, yürüyüşün kendisini anlamsızlaştırmıyor.
Söz yazarken kişisel deneyimlerinle hayal gücün nasıl bir etkileşime giriyor? Biri birinden daha baskın diyebilir miyiz?
İlk defa şarkı yazarken insan genelde dinledikleri ve kendi deneyimlerinin karşımı, biraz özenti, biraz fazla önem atfettiği şeyler ortaya çıkarıyor. Yapmaya çabaladığım müzik anlamında çok üretken olamadığım zamanlarda kişisel deneyimler daha az etkili diyebilirim. Belki büyük şeyler, aktarmak istediğim şeyler hissetmediğim için, belki algılayabildiğimden, aktarabileceğimden büyük şeyler hissettiğim için. Ya da sadece toplayıcı bir dönemde olduğum için. Emin değilim. Bazen kişisel deneyimlerle içinizdeki plak dönüyor ama iğnenin plağa dokunup ses çıkarması için hayal gücü gerekiyor.
Yakın zamanda çok değerli Moğollar’ın “Bi’şey yapmalı” isimli şarkısını yorumladınız. Sözel anlatımı zaten çok güçlü olan şarkı, müzikal tarzınla buluşunca insanın zihninde, ruhunda iz bırakan ve Yasemin Özler’in çello performansı ile tüyleri diken diken eden bir form aldı diyebilirim. Bu süreçten bahsetmek istiyorum. Yolunuz Moğollar ile nasıl kesişti? Nedir bu single’ın hikayesi?
Çok teşekkür ederim. Yasemin Özler’in ve Memet İncili’nin şarkıda çok emeği var. Moğollar’a Saygı projesinden 55.yılını dolduran grubun diskografisinden şarkılar yorumlanıyor. Benim proje için seçtiğim de şarkı “Bi’şey yapmalı” oldu. Bi’şey yapmalı ikonik bir şarkı olduğu için başta korktum ama Yasemin ve Memet’in yardımlarıyla kendi ifademe yer bulabildim şarkıda.
Peki yakın gelecekte canlı performansını dinleme şansımız var mı?
Aslında uzun zamandır çalmıyordum ama Interpol öncesi performans, konserlerin tüm zorluklar ve olumsuzluklara rağmen bana ne kadar iyi geldiğini, başka yerde bulamayacağım bir iletişim olduğunu hatırlattı. Sahnedeki arkadaşlarım Nihal Saruhanlı, Yüce Akın, Memet İncili, Parham AG ve Feryin Kaya’ya ayrıca teşekkür ederim bu yüzden. Birlikte hiç çalmamış ekip bir araya geldi ve benim için çok güzel bir konserdi.30 Eylül Cumartesi Beşiktaş İskelesi’nde Yüce ile duo olarak bir konserimiz olacak. Sonrası için bir plan yok ama elimden geldikçe çalabilmek, yazabilmek ve kaydedebilmek istiyorum.
Son olarak bize bir In Hoodies şarkısı önermenizi istesem 😊
Tabii. Cut the Crap.
Kapak Fotoğrafı: Instagram/@inhoodies
İlginizi çekebilir: Ezgi Cenk’ten Italyan Ska-Punk Grubu ile Sohbet
İlk yorumu siz yazın!