Dokundukça Çoğalan Hayatlar… Çaresiz olduğumuzu düşündüğümüz anlarda, bir şeylere yönelmek isteriz. Bu bazen kitap, bazen eskimiş birkaç fotoğraf ya da en kıymetlisinden bir arkadaş olur. Sığdırılamayan ne varsa içimizde, paylaştıkça çoğalmanın gizemiyle ışık tutmaya çalışırız hayatımıza. ‘Can Dostum’ işte tam bu noktadan sonra başlanmış bir cümle gibi. Sınırları çizilmiş bir dram ile karşı karşıya geleceğinizi düşündüğünüz anda yüzünüzdeki gülümsemeyle kucakladığınız keyifli bir 112 dakikayla baş başa kalıyorsunuz.

intouchables

Filmin hemen başında gözümüze çarpan ‘Gerçek bir hikâyeden alınmıştır’ yazısı ile sınıflandırmaya başladığımız ‘Can Dostum’un bu özelliği kazanmasının nedeni, filmin yönetmenleri ve aynı zamanda senaristleri olan  Olivier Nakache ve Eric Toledano’nun izledikleri bir belgeselden esinlenerek oluşturdukları uyarlamadan kaynaklanıyor. Bu uyarlamanın sonucunda ortaya iki ana karakter çıkmakta; aristokrat bir zengin olan felçli Philippe ve ona bakıcılık yapan Senegal asıllı Driss. Çerçevenin içine çoktan yerleşmiş olan bir hikayenin sıra dışı bakış açısıyla neye dönüşebileceğinin en güzel örneğini sunuyor bize ‘Can Dostum’.

Ortak bir paydayla açılan ilk sahnedeki ‘Eğlenebilen iki arkadaş’ modelinin film boyunca genele yayılmış bir başlık olduğunu anlamamız için Phillippe’nin onca diplomalı hasta bakıcısı arasından Driss’ i seçme nedenine bakmamız yeterli: “Bana acımıyor.” Bulunduğu durumun bütün olumsuzluklarını sindirmiş olan Phillippe başta kendisine ve Driss’e en büyük hediyeyi sınırlarını kaldırarak veriyor. Bu noktada ilerleyen arkadaşlıklarının izini sürmek için hastanın gözlerini değil, en geniş açıya sahip olan üçüncü bir kişiyi, seyirciyi seçiyor Nakache ve Toledano ikilisi.

Tüm bunlar olup biterken burjuvazinin gizemi içine sıkışmış sıradan hayatlar Driss’in bağımsızlığıyla derin bir nefes almakta ve Phillippe önderliğinde vurgulamaktan kaçındıkları özlerine dönüş yapmaktadır.

intouchables2

Hikayeye ev sahipliği yapan Paris’in sınıfsal ayrımcılığına ve şehrin gösterilmemeye çalışılan yüzüne de değinmeden geçmiyor Nakache ve Toledano. Driss’in aile hayatına ayrılmış bir kaç dakika, adeta bir ‘zıtlık gösterisi’ olarak izleyiciye sunulmakta. Aradaki köprü ise yine kutupların ‘insalcıllığı’ ile eriyip yok olabiliyor. Tüm bunları topladığımızda aklınıza gelen ilk şeyin peri masalı kıvamında olması ise ‘Can Dostum’u daha da özel kılıyor.

Gelelim bu gösterinin oyunculuklarına! Film boyunca kadrajın neredeyse sadece yüzüne odaklı olmasına rağmen en ufak mimikleri bile ıskalamadan kendi içindeki özgürlüğü yansıtan Phillippe yani François Cluzet, başarılı bir performans sergilemekte. Fransız sinemasının kıdemli aktörlerinden olan Cluzet’i güncel olarak Guillaume Canet’in yönettiği ‘Tell No One/Kimseye Söyleme’ filmindeki çocuk doktoru rolüyle de hatırlayabilirsiniz. Sıra geldi filmin baş rolündeki bir diğer isim Omar Sy’e (Driss). Üzerine yüklenen her sıfatı laikiyle yerine getirmesinin yanı sıra, ilk bakıldığında sığ gibi görünen ama film ilerledikçe derinlerine indiğimiz Driss’i harika bir oyunculuk ile canlandırıyor. Zaten ‘Cesar’ da ‘En iyi erkek oyuncu’ ödülünü ‘The Artist’in yıldızı Jean Dujardin’in elinden kapması bunu ispatlar nitelikte.

intouchables3

‘Can Dostum’, son dönem Fransız sinemasının en başarılı filmi olarak gösterilmekte. Bunu sağlayan en önemli etmen kuşkusuz komedi ile dramın mükemmel uyumu. Driss’in kocaman elleriyle hazırladığı tablo, yönetmen teşekkürü olarak iz bırakıyor dokunduğu hayatlara. Görmek isteyen? Ben kaçırmayın derim.