İrfan Alış ile: Hamiyet Müzikali Üzerine Bir Sohbet
Benim mi bu yaşadığım ev / Bu sonun başladığı yer / Kimdi fail bilmiyorum / Belki de kader… Hamiyet’in hikayesine kapı aralayan bu sözler, Türkiye’de Indie müziğin en önemli temsilcilerinden Peyk grubunun ilk müzikalini tiyatro ve müzikseverlerle buluşturuyor. Birçoğumuz Peyk’i yıllardır tanıyıp dinlerken kimimiz de müzikal sayesinde kendilerini daha yakından tanıma fırsatı yakaladı. Peyk’in hikayesiyle bizi bir Türkiye gerçekliği ve sonuçlarına götürdüğü müzikal, İstanbul’un dışındaki bir işçi mahallesinde kocası ve iki kızıyla sakin bir hayat süren Hamiyet’in 1980 darbesiyle altüst olan hayatını anlatırken grubun şarkıları eşliğinde de bambaşka bir dünyaya adım atıyoruz. Rejisinde Işıl Kasapoğlu’nun yer aldığı ve Hamiyet’e Aslı İnandık’ın hayat verdiği müzikalin oyuncu kadrosunda Bilgesu Kural, Cansu Bahadır, Esra Kızıldoğan, Ezgi Çelik, Sabahattin Yakut, Sermet Yeşil, Uygar Özçelik ve Peyk (Barış Tokgöz, Ertan Çalışkan, İrfan Alış, Özgür Ulusoy, Serdal Ersoy) yer alıyor. Ben de bir süre önce izleme fırsatı bulduğum bu müzikali Peyk’in solisti İrfan Alış ile konuşma fırsatı buldum. Keyifli ve ilham veren okumalar dilerim.
Türkiye’de Indie müziğin en önemli temsilcilerinden olan ve aşktan isyana, geçim krizinden yolsuzluğa dek sosyal bağlamda sözünü esirgemekten çekinmeyen bir grup Peyk, şimdi de ilk müzikali “Hamiyet” ile tiyatro sahnesinde. Müzikale dair ayrıntılara geçmeden önce dilerseniz bu fikrin nasıl filizlenip dallanıp budaklandığını ve bugünlere ulaştığını konuşalım.
Çok uzun bir yoldan geldik. Onlarca kişi emek verdi. Hamiyet bizi yordu ama mutlu etti. Maddi olarak bizi mahvetti ama sorun değil, biz konser yaparız diyerek bu yola çıktık. Şarkı olacaktı ilk başta ama sonra başka bir şey oldu. Bu fikir de Işıl Kasapoğlu fikri.
Müzikalin hikaye ve şarkı sözleri size aitken senaristliğini Masumlar Apartmanı ve Ömer dizilerinin de senaristi olan Deniz Madanoğlu yaptı. Kendisiyle bu proje özelinde nasıl bir çalışma yürüttünüz? Zihninizdeki o hikayenin metinsel bağlamdaki tam karşılığını buldunuz mu? Bunun yanı sıra oyunun reji koltuğunda da tiyatromuzun ustalarından Işıl Kasapoğlu oturuyor. Onun bu projedeki dokunuşlarına da değinmeden olmaz sanıyorum.
Elimizdeki tüm yarım ‘text’leri ve yazıları Deniz Madanoğlu’na yolladım. Sonra Bodrum’da bir araya geldik ve aklımdakileri kendisi ile paylaştım. Her ne düşünüyorsam anlattım. O da hepsini kurguladı ve üzerine çok güzel bir final yazdı. Deniz ve Işıl hoca olmasaydı “Hamiyet” bugün yok olacaktı.
Şarkılarında, öznel olanla tarihsel olanı birleştiren, mesaj verme kaygısı taşımadan yaşadığımız zamanların notunu tutan Peyk, çeyrek asrı geçen yolculuğunda bu noktalara kendi saf emeğiyle gelmiş bir grup. Hamiyet müzikali bu noktada tiyatronun bağlamını da içeren bir proje. Peyk için daha önce yer almadığı böyle bir alana ilk adımı atmak nasıl bir deneyim oldu? Yolculuğun ilk başında tereddütleriniz ve “acaba”larınız oldu mu hiç?
“Acaba”larımız vardı hatta çok vardı. Hatta “Nereden girdik bu işe?” dediğimiz zamanlar bile oldu. Çok yorulduğumuz anlar oldu. Ama sonunda ise her şey en güzel şekilde sonlandı. Bana göre tabii… Hamiyet bizi gururlandıran bir iş oldu. Böylece tiyatro alemine merhaba dedik.
Gelelim müzikalin ismi “Hamiyet”e. Edebiyat, sinema ve tiyatro gibi sanat dallarında hayatın gerçekliğinden beslenen kurgusal hikayeler okur ve izleyici nezdinde çoğu zaman daha kolay bağ kurmayı mümkün kılar. Hamiyet de bu ülkenin acı dolu tarihinden damıtılmış bir saf gerçekliğe sahip. Bu da esasında sizin kişisel hikayenizin bir parçası. Dilerseniz bu kısmı açalım.
Hamiyet’i aslında yıllar önce yazmıştım. Hamiyet, çocukluğumda bize gelen bir kadındı, akli dengesi yerinde olmayan bir kadın. Bir gün aklıma geldi ve içime bir ağırlık çöktü. O ağırlıkla ve üzüntüde bir şeyler karaladım ve sosyal medyada paylaştım. Hatta o gün Hamiyet ile ileride şarkı yazma sözü verdim kendime. Bu konuyu Peyk ekibinden Özgür Ulusoy’a bahsettim. O da bir altyapı hazırlayabileceğini söyledi ve pandemi döneminde hazırladı. Ben de üzerine söz yazmaya başladım ama bir yerde tıkandım ve bıraktım. Birkaç gün sonra bir rüya gördüm, kabusla uyandım. Kalktım ve onu yazdım şarkı sözü olarak. Sonra Hamiyet’in peşine düştüm. Onun sonunun nasıl olduğunu bilmiyordum, neler olmuştu. Öğrendim ve şarkılar yazmaya başladım. Sonra o şarkılar Işıl (Kasapoğlu) hocaya götürüldü. Dinledi ve “Müzikal olur bunlardan” dedi ve Hamiyet ortaya çıktı.
Hamiyet için yazdığım ilk yazıyı paylaşmak isterim aslında bu yazı her şeyi anlatıyor.
HAMİYET
küçük bir çoçukken evimize gelirdi o…yüzünde korku dolu bakışlarıyla ürkek bi şekilde gelirdi….otururdu bi kenara..
ürkerdi. ben de korkardım ondan.kalın kaşları ve bakımsız yüzü korku filimlerinde olabilirdi ancak. Korkunçtu.. carrie günah tohumu afişi gibi.
yüzünde tüyler ve bıyıklar uzun süre alınmamış. kendinden vazgeçmiş bir kadın. cadıya benzerdi. korkardım çok. annemin arkasına saklanırdım.
.hamiyet. korkunç kadın..
eski püskü elbiseleriyle küçük gecekondumuza gelirdi her yıl bir kaç defa.. hoşgeldin demezdi kimse ama kovmazdık da… dudaklarının üstü çatlak ve kırışıklıklar oraya kadardı. ayakları elleri nasırlı, pis..
ülkemizde tvler siyah beyazdı o yıllar.
ve insanların birbirleriyle konuşmaya vakitleri vardı.
Annem ona yemek hazırlar ve onu dinlerdi. anlattıklarını. saçma sapan ipe sapa gelmez şeylerdi çoğu. uydurma, abartı. anlamsız.
anneme adıyla hitap eder her cümlesinin başında.
söyledikleri şeyleri anlamazdım. büyüklerin anlattıkları neden bu kadar anlamsızdı? anlayamazdım.
o’nun ruh hastası olduğunu ve kocası tarafından terkedildiğini ve bizim evimize sadece çocuklarını görmek için uğradığını çok yıllar sonra öğrendim.
çoçukları bir ara eve gelir, sanki tanıdık olmayan birine bakar gibi boş ve anlamsız bakardı.
ve bişeyler yiyip giderlerdi. Annelerine yaklaşmazlar fazla… ama gelirlerdi yine de…
sessizlik olurdu o zamanlar.
hamiyet sanki onlara tepki vermezdi… onlar orda yokmuş gibi davranırdı.
ne bir sarılma, ne bir yaklaşma. kendinde o hakkı göremeyecek kadar güvensiz, kendinde o hakkı görmeyecek kadar yabancı. unutmuş gibi doğurduğu kızlarını… hatırlamak bazen acıları arttırmaktan başka bi işe yaramadığında unutmak en iyi çözümdür.
annem bu duruma çok üzülürdü. acırdı.
hamiyet anlamazdı. içinde olduğu korkunç durumu. o toplumun içinde yapayalnız ve yok olan bir figürdü.
bana yaklaşırdı ve ben ondan korktuğumdan kaçardım.
ne ayıp. hala utanırım bu yaptığımdan. kimbilir ne kadar üzülmüştür. kocası onun delirmesinden sonra başka bir kadınla evlenmiş yeni bir hayat kurmuştu. nasıl olmuştu tüm bunlar bilmiyorum. iki kızı da evlendi daha sonra. çoçukları oldu. onlar gelmeye devam etti.
ben büyüdüm onun hikayesini anlattı ya da ben anladım… annem ayrıntıya girmedi hiç… iyileşemez miydi diye sordum.
kaderi yokmuş oğlum dedi.
kaderi yokmuş…
korkum azaldı ben büyüdükçe yerini derin bir hüzne bıraktı. acımaya hatta.
o kadar korkunç bir hayattı ki onunkisi… kimsenin umurunda olmadı yok oluşu..
ben bile unutmuşum bu akşama kadar ..birden aklıma geldi ansızın.. sanki yeni çıkıp gitmiş gibi evimizden tüm ayrıntılarıyla yüzü. bakışları… hüzün kalbime saplandı.
ve bir gün gitti evimizden öylece gitti hamiyet ve bir daha gelmedi. ayakkabıları küçük olduğundan topuklarına basıyordu. topukları siyah ve çatlak… arkasından bakardım hep. sallanarak yürürdü. ellerinde bir sürü gereksiz şeyin olduğu çantası...
nasıl öldü bilmiyoruz. öyle dediler hamiyet ölmüş… kötü bir şekilde olmuş hatta sanırım. sorsam öğrenirim bu ne işe yarar hüznümün artmasından başka.
hamiyet in sonu böyle olmuş..
evimizdeki hüzünlü buluşmalar da bitti böylece.
çocukken bana sarılmasına izin vermediğim için hala içim acır.
bilseydim onun dramını, keşke anlayabilseydim.
sarılırdım ona ve iyi davranırdım.
olmayan kaderine meydan okurdum bir an bile olsa.
hamiyet… korkunç kadın.
çok üzgünüm
İstanbul’un dışındaki bir işçi mahallesinde kocası ve iki kızıyla sakin bir hayat süren Hamiyet’in 12 Eylül Darbesi ile altüst olan hayatına tanıklık ediyoruz müzikalde. Hamiyet bunun yanında darbeyle birlikte daha da yoksullaştırılan ve dayanışma hakkı elinden alınan fabrika işçilerinin dünyasında hem bir emekçi hem anne hem de kadın olmanın tüm yükünü sırtlamış bir hayalperestin hikayesi. Demokrasi tarihimizde bir kara leke olan 12 Eylül, Türkiye’ye ve insanlarına neler kaybettirdi?
Her şeyi… Şu an başımıza gelen tüm kötü şeylerin sebebi o günler.
Hamiyet bir de bir kadın hikayesi ve toplumun en büyük sorunu bize göre kadınların toplumda etkisinin olamaması. Hayatın içinde etkin değiller hala. Bizim oyunda anlattığımız şey aslında kadınların hikayesi. Erkekler ikinci planda. Oyuncularımızın ve ekibin çoğunluğu da kadınlardan oluşuyor.
Bir işçi mahallesinde iki çocuğu ve kocasıyla yaşayan Hamiyet, yoksul ve yorgun hayatına, bambaşka bir hayal dünyasına sığınarak katlanabiliyor. O dünyada Hamiyet, önemli ve değerli biri olup bir müzik grubunun hem söz yazarı hem göz bebeğidir aynı zamanda. O anlarda özgürce şarkılarını söyler, dans eder ve en önemlisi asla yalnız hissetmez. Müzikalin omurgasını bu çatışma durumunun oluşturduğunu söylememiz mümkün mü?
Aslında omurgasını şarkılar oluşturdu. Hatta Işıl hocam da biz müziğin oyununu yaptık dedi. Ona katılıyorum ve bu bence en doğrusu oldu.
Müzikalde yer alan müzikler hikayenin anlatımına ve duygusal yoğunluğuna önemli ölçüde katkı sağlıyor. Bu oyunu müzikal dışında bir anlatımla izlemiş olsaydık inanıyorum ki böylesine bir etki belki da zayıf olacaktı. Peyk’in bu müzikale bıraktığı iz(ler) sizin için ne anlam ifade ediyor?
Bu müzikal bize birçok harika müzik hediye etti. Onun için ürettik. Bu bile bir kazanç, hem biz hem de toplum için.
Oyunu bir seyirci gözüyle izlediğinizde Hamiyet’in hikayesinin içine kaybolup onunla bütünleştiğiniz ilk an hangisi oldu?
Final sahnesi. Çok sıra dışı.
Hamiyet müzikali toplumumuzun geçmişine ve bugününe ayna tuttuğu gibi seyircisinin kendisini de o aynada görmesini sağladığı için duygusunu geçirmeyi başarıyor kesinlikle. Bu noktada Hamiyet’e hayat veren Aslı İnandık ve beraberindeki diğer karakterler müzikalin şarkılarıyla birlikte en güçlü yanını oluşturuyor. Böyle bir oyuncu grubuyla aynı sahnede yer almak nasıl bir tecrübe?
Oyuncular çok değişik insanlar. Biz onlardan onlar da bizden öğrendik çok şeyi ve sevdik birbirimizi, kenetlendik. Güzel bir tecrübe.
Hamiyet’in yarım akıllı yaftası yemesi ve deliliğinin durumunu Foucault’nun yaklaşımına bir gönderme olarak değerlendirmemiz mümkün mü? Çünkü Michael Foucault 19. yüzyıla kadar delilerin dışlanmadığını ancak kurumsallaşmanın artmasıyla hastalık tanımlarının ortaya çıkmasıyla deliler dışlanır olduğunu ifade ediyordu.
Delilik çok değişik bir durum. Delirmek aslında çok insanın artık toplum kurallarından muaf olması aslında ve cezadan da muafsın. Deli dediğimiz çok insan belki de gerçeği çok önce anladığı için buradadır.
Peyk’in bir konser için sahnede yer alıp seyircisiyle buluşmasıyla bir müzikalde sahneye çıkması arasında nasıl bir fark var?
Konser bir birlikte var olma durumu ama tiyatro dinleme ve izleme hali. Oysa konserde katılırsın dilediğince ama tiyatroda her şey tane tane duyulur.
Türkiye’de sanat alanında bağımsız olarak üretim yapmanın, mevcut şartlara karşı ilkelerinizi korumanın ve bunu yaparken de sanatınızın kalitesinden ödün vermemenin bu mücadele alanındaki kazanımları neler oluyor?
Hiçbir kazanım olmuyor. Hatta maddi olarak geri düştük. Para kazanmadık çok tiyatrodan. İnanılmaz maliyetler var artık ama manevi olarak çok şey kattı bize…
Sizce müzik yaşama ve umutsuzluğa bir alan açar mı?
Hayır.
Röportajımızı Peyk’in gelecek projelerini konuşarak noktalayalım dilerseniz. Peyk’in yolculuğuna dair ufak tüyolar alabilir miyiz?
Kayıtlarımızı yapmak istiyoruz. Hamiyet şarkılarını plak yapma niyetimiz var.
Kapak Fotoğrafı: Peyk & MOM Yapım
İlginizi çekebilir: Eda Geven’den Bay Samir
İlk yorumu siz yazın!