İstanbul'da Yaşam Kalitesi Üzerine: Detaylı Bir Analiz
İstanbul’u yaşamak sadece fiziksel değil manevi anlamda da artık mümkün değil. Bugün İstanbul’da pekçoklarının oturduğu ev bir yuva değil; günlük zamanlarının büyük çoğunluğunu işte ve ulaşımda geçirdikten sonra sadece yemek yiyip uyudukları, başlarını soktukları birer kutu. Araziler top oynanan çocukluk anıları değil; vurgunculuk ağına düşmüş rant araçlarına dönüşmüş yeryüzü parçaları.
Kubilay Han: Tüm simgelerini tanıdığım gün imparatorluğuma sahip olabilecek miyim?
Marco Polo: Hiç heveslenmeyin hükümdarım; çünkü o gün siz de kendiniz o simgeler arasında bir simge olacaksınız.
Italo Calvino’nun edebiyat tarihinin en önemli yapıtları arasında yer alan Le Citta Invisibili (Görünmez Kentler) anlatısının kahramanlarından Kubilay Han şöyle der: ‘‘Şayet her şehir bir satranç oyununa benziyorsa, kuralları öğrendiğim gün, şehirlerde ne olduğunu bilmeden de, sonunda tüm imparatorluğuma sahip olabilirim.’’
Görünmez Kentler’in diğer kahramanı Marco Polo ise bu yaklaşımı ‘’fazla gerçek’’ bulur ve böyle bir şeyin mümkün olamayacağını şöyle açıklar Han’a: “Satranç tahtasının yapıldığı ağaçların damarları da dâhil, satrançta sonsuz olasılık vardır.“
Kubilay Han, imparatorluğunu fiziksel bir formüle, fiziksel ve somut bir nesneye indirgemekte ısrarcıdır. Oysa Marco Polo’nun Kubilay Han’a anlatmaya çalıştığı ama Han’ın bir türlü anlayamadığı şudur: Bir şehre, göründüğü gibi; fiziksel olarak, tüm maddi değeri ile sahip olmak imkânsızdır. Şehirler, Kubilay Han’ın algıladığı şekliyle birer satranç tahtası değildir. Bir şehre, tüm fiziksel-somut varlıkları ile sahip olunsa bile o şehri şehir yapan insanlara, hatıralara ve arzulara sahip olunamaz. Böylelikle de şehirlerden oluşan imparatorluk bir soyutlamadan, bir metafordan öteye gidemez.
Calvino’nun kitabından yaptığım alıntılar sonrasında şu soruyu soruyorum kendime: Bütün yaşam kalitesi araştırmaları belli şehirleri işaret ediyor ama hala bu listelerde ilk sıralarda yer alamayan ve alması mümkün olamayan şehirler, örneğin Londra, Paris, New York nasıl oluyor da hala en popüler kentler arasında yer alıyor? Nasıl hala tüm çekiciliklerini ve cazibelerini koruyorlar? Bu büyük şehirlerin ki İstanbul da bu şehirlerin arasında yer almaktadır, cazibesi nedir?
Bu sorunun cevaplarından biri Marco Polo’nun Kubilay Han’a verdiği cevapta saklıdır: Nasıl ki satranç tahtasının yapıldığı ağaçların damarları da dâhil, satrançta sonsuz olasılık vardır; bu şehirlerde de hem yaşam hem de olanaklar açısından sonsuz seçenek bulunmaktadır.
Bu şehirler yüzyıllardır çok önemli birer ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel merkez konumundadırlar. Tarihleri boyunca çok fazla olay ve anı biriktirmişlerdir. Örneğin Venedik de eski bir şehirdir; Prag da, Floransa da, Kordoba da tarihleri çok eski olan şehirlerdir. Tarihin belirli dönemlerinde tıpkı günümüzün küresel merkezleri gibi o dönemin bilinen dünyasının cazibe merkezleri de olmuşlardır. Buna karşın günümüzde bu şehirler büyük oranda anılarda yaşamaktadırlar. Bir tür müze-şehir gibidirler. Evet, bu şehirlerde hala bir yaşam devam etmektedir ve benim gibi içine Proust veya Faulkner kaçan, sürekli anılarda geçmişte, geçmişin peşinde yaşayanlar oralara her yıl uğrar – tarihsel bir yolculuğa çıkar.
Öte yandan şehirleri birer yaşayan organizma olarak kabul edersek, bu şehirler artık büyümemektedirler; adeta tarihin bir anında donmuş gibidirler. Benim gibi o şehirlerin sevenlerini – ziyaretçilerini de çeken, bu şehirleri günümüzde de hala farklı bir cazibe merkezi haline getiren de bu tarihsellikleridir, müze-şehir olma halleridir. Oysa diğer şehirler farklıdır: Onlar neredeyse sonsuz bir hızla yenilenirler. Her gün yeni restoranlar, mağazalar, galeriler açılır, yeni iş olanakları yaratılır ve bu kentler hala binlerce kişiyi kendilerine çekerler. New York, Londra ve Paris 2019 yılında dünyanın en çok ziyaret edilen 10 şehri arasında yer almaktadır. Genel nüfusa bakıldığında da bu şehirler dünyanın en büyük 30 şehri arasındadır.
Bu şehirleri, benim de yaşamayı tercih edeceğim, yaşam kalitesi listesinde üst sıralarda yer alan şehirlerle, örneğin Zürih, Cenevre, Münih, Düsseldorf, Stockholm veya Kopenhag gibi küçük-orta büyüklükteki Avrupa veya listede yer alan Kanada ve Avusturalya şehirleri ile kıyaslamak mümkün değildir. Öte yandan sözünü ettiğimiz bu metropollerdeki yaşam standardı yine de ortalamanın üzerindedir. İşte burada devreye bir bilim olarak şehir planlama ve mimari girer. Şehir planlamasını ve sürdürülebilir kalkınma stratejilerini ne kadar çok devreye sokarsanız o kadar planlı büyüyen kentler arasında yer alırsınız ve yaşam kaliteniz belli bir standardın üstünde kalır. Bunu başarmadığınız oranda da düzensiz büyüyüp günümüzün obez hale gelmiş 3. Dünya megapollerinden birine dönüşürsünüz. Kent yaşamı fiziksel olarak sürdürülemez bir hale gelir; şehri oluşturan caddeler, sokaklar varisli damarlara dönüşür. Sao Paolo, Meksiko City, Kahire, Mumbai, Dakar, Lagos, Karaçi, Rio, Kalküta gibi bir tür post-apokaliptik çevre kent yaşamına hâkim olur.
İlginizi çekebilir: Bülent Tunga Yılmaz’dan En Yaşanılabilir Şehirler Listesi
Peki, yaşadığımız şehir İstanbul bu ahval içinde nerede yer alıyor? İstanbul 2019 itibariyle Mercer tarafından yapılan ve 231 şehri kapsayan araştırmaya göre yaşam kalitesi açısından 130. sırada yer alıyor.
2017 – 2019 arasında yapılmış farklı trafik araştırmalarında İstanbul sürüş güvenliği, trafik yapısı, ücretlendirme ve trafik şiddeti alanlarında dünyadaki en kötü 10 şehir arasında bulunuyor. İstanbul, dünya üzerinde kadınlar için en tehlikeli 19 metropol içinde 10. sırada yer alıyor. Kadına yönelik cinsel şiddet sıralamasında ise 6. sıraya yükseliyor.
Numbeo tarafından yapılan ve dünya üzerindeki 374 şehir kapsayan ‘güvenlik araştırmasında’ İstanbul 100 üzerinden 52 puan alarak orta (makul) seviyede güvenli statüsünde listedeki en güvenli ilk 187 şehir arasına giremiyor. (Not: Bilgi olması açısından Türkiye’nin en güvenli şehri 82.45 puan ile ‘yüksek güvenli’ statüde yer alan Eskişehir. Eskişehir ayrıca aralarında Münih ve Zürih gibi şehirlerin arasında ilk 10 içinde yer almayı başarıyor.)
İstanbul söz konusu olduğunda hava, ses ve görüntü kirliliğinin boyutlarından bahsetmeye gerek yok. Hava kirliliği söz konusu olduğunda hem dünyada hem Avrupa’da hem de Türkiye’de İstanbul’dan daha kirli olan şehirler mevcut. Ancak Avrupa’nın önde gelen metropolleri arasında İstanbul havası en kirli olanı.
Öte yandan tüm bu göstergeler İstanbul’un küresel düzeyde popüler bir turistik merkez olmasını etkilemiyor. 2019 rakamları itibariyle İstanbul 13,4 milyon ziyaretçi ile dünyanın en çok ziyaret edilen 8. şehri. Zaten kimsenin İstanbul’un tarihsel, kültürel, gastronomik güzellikleri ile bir derdi yok. Turist olsam İstanbul ziyaret etmeyi düşüneceğim ilk şehirler arasında yer alırdı. Egzotik atmosferi, aynı anda hem doğu hem batı atmosferini bir arada bulabilme olanağı İstanbul’u, özellikle de tarih ve kültür meraklısı turistler için cazibeli hale getiriyor. Hiç unutmam, birkaç sene önce Galata Köprüsü üzerinde yürürken iki Fransız kadın bana İstanbul’un tarihi yerlerini gezdiklerini ama özellikle son dönem Türk sanatçılarının ürünlerini görebilecekleri sanat galerileri hakkında soru sormuşlardı ve ayaküstü son dönem Türk sanatı hakkında ufak bir sohbet yapmıştık.
Bizim, daha doğrusu benim İstanbul ile derdim yaşam standartları ile ilgili. Son dönemde bir söz çok trend oldu: ‘İstanbul’da yaşamayın İstanbul’u yaşayın’. İlk bakışta çok çekici geliyor ama bunu evinden işine gitmek için her gün metro-dolmuş-metrobüs kullanmak zorunda olan, 4 vesait değiştirerek 2 saatte evine ulaşan milyonlarca İstanbulluya söyleyince alınacak cevabı tahmin etmek şaşırtıcı olmasa gerek. Bunu bir hafta sonu, yemek veya herhangi kültürel aktivite için şehrin belirli bölgelerine gitmek isteyenlere de söyleyebilirsiniz.
İstanbul’u yaşamak sadece fiziksel değil manevi anlamda da artık mümkün değil. Bugün İstanbul’da pek çoklarının oturduğu ev bir yuva değil; günlük zamanlarının büyük çoğunluğunu işte ve ulaşımda geçirdikten sonra sadece yemek yiyip uyudukları, başlarını soktukları birer kutu. Araziler top oynanan çocukluk anıları değil; vurgunculuk ağına düşmüş rant araçlarına dönüşmüş yeryüzü parçaları.
Peki tüm bunlara rağmen hala İstanbul’u birçokları için çekici kılan nedir?Tekrar Calvino’ya ve Görünmez Şehirler’e dönersek. Marco Polo’nun Kubilay Han’a anlatmaya çalıştığı şey şudur: ‘Bir şehre, tüm fiziksel-somut varlıkları ile sahip olunsa bile o şehri şehir yapan insanlara, hatıralara ve arzulara sahip olunamaz.’
Yıllardır fiziksel olarak sahip olmaya çalışılan İstanbul da böyle bir şehir. Fiziksel olarak sahip olunsa bile bir türlü elde edilememesi de bu yüzden. Sadece çamurlu, pis ve dar sokak ve caddelerinde veya çirkin binalarında değil asıl olarak tahayyüllerimizde, anılarımızda, arzu ve umutlarımız, belleğimizde yaşıyor.
Klişe ve klasik bir Yeşilçam repliği ile ifade etmeye çalışırsak: “İstanbul’un bedenine sahip olunabilir ama ruhuna asla.”
Kapak fotoğrafı: Unsplash / Anna
İlk yorumu siz yazın!