!f Yeni: İstanbul Echoes
!f İstanbul ve theMagger işbirliğiyle, !f Yeni bölümündeki filmleri sizin için inceledik! Sıradaki film, Giulia Frati’den Istanbul Echoes…
İstanbul’un ve İstanbul’un ‘soundtrackinin’ önemli bir parçası olan seyyar satıcıların yaşamlarına detaylı bir bakış atan “Istanbul Echoes”, son yıllarda şehirde yaşanan değişimden onların nasıl etkilendiğini ve dolaylı olarak şehrin seslerini kaybetmeye başlamasının hikâyesini de anlatıyor.
İstanbul gürültülü bir şehir. Bunu en çok da İstanbul’dan uzaklaşınca başbaşa kaldığınız o sessizliği fark edince anlıyorsunuz sanırım. (Sadece) insanların gürültüsünden bahsetmiyorum; vapur sirenlerinden, martı çığlıklarından, tramvayın zilinden, ezanın sesinden, eski apartman kapıların gıcırtısından da bahsediyorum. Ve tabii ki seyyar satıcılardan, mahalle kültürünün yaşamaya devam ettiği o ‘kentsel dönüştürülmemiş’ bölgelerden birinde yaşıyorsanız her gün defalarca farklı farklı şekillerde duyduğunuz, tek bir kelimesini anlamasanız dahi tonundan, melodisinden ve iniş-çıkışlarından ne sattığını anladığınız o insanların -ama daha çok adamların- nidalarından… Sadece bağırdıkları cümlelerden de değil, kestancenin/mısırcının maşasını vuruşundan, midyecinin midyeyi açışından, oyuncakçının düdükle Godfather çalışından… İşte Istanbul Echoes, bu seslerin ardındaki insan portrelerinin farkına varmanızı, son yıllarda şikayet edip durduğunuz/durduğumuz o kentin en çok onlara kötü davrandığını görmenizi sağlıyor. Dedim ya İstanbul’un gürültüsünü en çok da İstanbul’dan uzaklaşınca anlıyorsunuz diye, İtalyan yönetmen Giulia Frati de İstanbul’a dışarıdan bakınca anlamış muhtemelen.
Büyük şehirlerin nüfusu sabit kalmaz, arttıkça artar ve bu artış kültürel zenginliği, kültürel çeşitliliği de beraberinde getirir, getirmelidir. Belgeselin verilerine göre 2010’da kayıtlı nüfusu 12 milyonken, 2015’te 14.7 milyona çıkan İstanbul’daysa bir terslik olduğunu anlamak zor değil. Nüfus arttığını gösteren veriler bir yana, 113 ayrı kentsel dönüşüm projesiyle şehrin kültürünü, çoksesliliğini oluşturanların dışarı itildiği, kuş uçmaz kervan geçmez köşelere sürüldüğünü de görüyoruz ne yazık ki. İstanbul’un soundtrack’inin bir parçası olan simitçiler, poğaçacılar, yorgancılar, perdeciler, hurdacılar, midyeciler ve nicesinin sesi -şehirde yaşamaya devam edebildilerse eğer- mallarına el konuldukça, tezgahları parçalanıp zabıta kamyonetlerinin kasalarına atıldıkça da yerini inşaat sesine bırakıyor. İstanbul’un bir parçası olan o çoksesli gürültü, metalik, karanlık ve tozlu bir inşaat gürültüsüne dönüşüyor.
Yıllar önce Metin Akdemir’in kısa belgeseli Ben Geldim Gidiyorum‘u izlemiş ve her gün duyup da dinlemeden geçtiğim seslerini dinlemeye başlamıştım bu şehrin biraz. Istanbul Echoes, o kısa filmi hatırlatmakla kalmadı, yıllar sonra o filmle tanıştığım kahramanların akıbetinden haberdar etti beni. Üzdü biraz. Diğer yandan belgesel, bahsettiğim kısa filme kıyasla, tıpkı bahsettiği şehir gibi gürültülü geldi – ama bunun kötü bir şey olduğunu kim söyledi? Istanbul Echoes‘un en iyi yanlarından biri, bugüne kadar gerek kendi performanslarında gerekse Halil Altındere işlerinde rastlamış olabileceğiniz rap grubu Tahribad-ı İsyan’ın belgeselin konusuyla çok yakışan hikâyesini iyi anlatıyor olması. Umarım bir gün tamamen kendilerine ait bir belgeselde de dinleriz bu hikâyeyi. İkinci iyi yanıysa, süperkahraman filmlerinin âlâsındakilere taş çıkartan kötü adamı, zabıtayı yani, muhteşem işliyor olması. Her şeyin kurallara ve yasalara uygun yapıldığını vurgulaya vurgulaya bir hal olan, kusursuz bir Türkçe ile, hayatınızda hiçbir devlet memurundan duymadığınız kibarlıkta konuşan zabıtaların birer iyi niyet elçisi olduğuna inanmamak için sık sık silkelenip kendinize gelmek zorunda hissediyorsunuz.
Istanbul Echoes, size bilmediğiniz bir şey söylemeyecek belki ama duyduklarınızı dinlemenizi, baktıklarınızı görmenizi, bildiklerinizi idrak etmenizi sağlayacak biraz.
Diğer !f Yeni filmlerinden Displaced / Arafta, Kar ve Anadolu Turnesi‘nin incelemelerini de theMagger’da bulabilirsiniz.
İlk yorumu siz yazın!