Yarattığı hikâyeler ve karakterler kadar filmlerinde seçtiği müziklerle de hafızalarımızda yer eden Fatih Akın, 2005 yılında yarattığı bu şahane müzik belgeseliyle müziği ve İstanbul’u bir araya getiriyor. Daha ne olsun? Üstelik geçtiğimiz günlerde belgesel, MUBI’de yayına girdi.

ab67616d0000b273497fac46bd04501bb2419e14
Crossing The Bridge | Fotoğraf: MYmovies

Belgeselin anlatıcısı Alexander Hacke’in Grand Pera’ya girerken Beyoğlu’na dair söyledikleri doğru. “Beyoğlu her şeyin başladığı yer!” Gençliğimiz, heyecanımız, neşemiz, anımız… Eğer İstanbul’da gençliğinizin bir dönemini geçirdiyseniz, yıllarda 2000’lerin ilk 10 yılına denk geldiyse, Beyoğlu’nun bıraktığı izleri unutmanız bir hayli güç.

Fatih Akın’ın “İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek” (Crossing the Bridge: The Sound of Istanbul) belgeselini izledim bugün, belgesel 2005 yılına ait olsa da 5 Temmuz itibariyle MUBI’de yayında olmasıyla radarımıza girdi. Hatta belgeselin yayınlandığı gün MUBI’nin sosyal medyasını da ele geçiren Fatih Akın sayesinde, iki gündür belgeseli izlemek için sabırsızlanıyordum.

Belgesel, bildiğimiz İstanbul silüetiyle açılıyor. Duvara Karşı filminin çekimi için ilk defa geldiğini söyleyen Alman müzisyen Alexander’ın sözlerinden İstanbul’un müzikle örülen çehresini ve gizemini çözmeye çalışacağımızı anlıyoruz. Fonda alışık olduğumuz İstanbul müziği, martı, vapur ve araba kornaları, yoldan geçenleri tok olsa da aç hissetirecek seyyar satıcılar, sokak lezzetleri… Hem Avrupalı hem Asyalı bir sentez İstanbul; müziğiyle, lezzetiyle, insanıyla…

Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir.

Bu belgesel gerçekten geçmişe açılan bir kapı; üstelik bunu yolu İstanbul’dan geçen veya burada doğan, bu sokakların müzikleriyle yapıyor. Alexander ile Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesi’nde o bildiğimiz, nostalji kokan sokaklarda, gece kulüplerinde, mekânlarda, meydanlarda geziyoruz. Mojo’ya Babylon’a gidiyoruz; İstanbul’un aslında bir rock müzik şehri olduğunu gösteren Duman’ı, “Buralıyız ve buranın müziğini yapıyoruz.” diyen Replikas’ı görüyoruz.

Pek tabii yolumuz Rock’n Coke’a gidiyor ve pek çok rock gruba ilham olan, zamansız bir sanatçı Erkin Koray’la buluşuyoruz. İstanbul’un tam da bahsettikleri gibi bir rock müzik şehrine inanmaya başlamışken Ceza çıkıyor karşımıza. Hislerini, dünya sorunlarını, nefretini, sevgisini o hızlı kelimelerinin ardında yaşatan, o yıllarda gençliğini yaşayan çoğumuz için bir efsane olan Ceza’yı ve ailesini dinliyoruz. İstanbul’un biraz arka sokaklarına geldiğimizde, kötü alışkanlıklardan uzaklaşmak için sığınan hip hop dansçıları görüyoruz. Buralar da İstanbul dedirtiyor bize çünkü İstanbul romantize edilen; boğaz kıyısı, Kız Kulesi, İstiklal Caddesi’nden ibaret değil. Bu şehir son yıllarda hepimizi kendine küstürse de bu keşmekeşiyle, bu çeşitliliğiyle, bu gizemi ve sürprizleriyle bizi zamanında kendine aşık etti; bunu hatırlıyoruz. Suratımızda buruk bir gülümseme ile Fatih Akın’ın o muhteşem kamera hareketleriyle bize göz kırpan şehri izlemeye devam ediyoruz.

Rock müzik, Hip hop derken karşımızda bir duvar yazısı çıkıyor: “No hip-hop yes Müslüm”.

Tabii ya diyoruz; İstanbul demişken bu şehrin çeperlerinden türeyen arabesk müziğini unutmak olmaz. Alexander ile yolumuz Orhan Gencebay’a giderken bu yılların üzerinden 20 yılın geçtiğini kabul edemiyoruz. Bu yolda, sıfırı henüz atılmamış banknotlar, yeni lansman yapmış Cola Turka reklamı, mütemadiyen kalabalık olan ama bu kalabalığın insanın içini ısıttığı İstiklal Caddesi ve sokak müzisyenleri ile karşılaşıyoruz. Şehirli bir saz üslubu olarak tanımlanan Gencebay, akustik bir şekilde Hatasız Kul Olmaz’ı seslendiriyor, sanki uyanmak istemediğimiz ama bu geçişlere de inanamadığımız bir rüyada gibi hissediyoruz.

crossingbridge3_600x391-1600x900-c-default
Orhan Gencebay | Fotoğraf: Crossing the Bridge: The Sound of Istanbul

İstanbul sokaklarında gezerken katedral gibi bir hamamda akustik bir performans sergileyecek Aynur’la kesişiyor yolumuz. Aynur’u dinlerken aklıma Gönül Yarası’ndan hatırladığımız bir replik geliyor: “Abi bu türküye ağlamak için Kürtçe bilmek mi gerekir?” ve Aynur’dan dilini bilmediğim ama beni çok etkileyen o türküyü dinliyorum. Müzik bir şeyleri iyileştirir mi, öyle bir gücü var mı bilmiyorum. Ama bir şeyleri fark etmemizi sağladığına eminim. Bazen kendimize dair, bazen bir başkasına; bazen başka bir kültüre bazen ise başka bir dile…

crossing_the_bridge
Aynur Doğan | Fotoğraf: Crossing the Bridge: The Sound of Istanbul

Aidiyet, kimlik, yurtsuzluk, umut, özlem gibi gibi pek çok duyguyu bende uyandıran, hem karamsar hem umut dolu nasıl olunabilir hâlâ tanımlayamadığım Duvara Karşı filminde Fatih Akın bize bu belgeselin teaserını vermişti. Bu belgeseli izlerken Duvara Karşı’yı tekrar izleme isteği beni bir an olsun bırakmadı. Zaten filmlerinde müzik kullanımını çok iyi başaran bir yönetmen Akın, ancak bu belgeselde müzik ve İstanbul’u birleştirerek bir efsane yaratmış. Baba Zula ile başlayan bu İstanbul serüveni, İstanbul’a dokunan tüm müzik türlerini kapsıyor. Tıpkı İstanbul gibi, iyisiyle kötüsüyle…

Belgeselin sonuna doğru gelirken bir diğer efsane müzisyen Müzeyyen Senar ve o bildiğimiz rakı bardağı karşımıza çıkıyor. Çiçek pasajında, Nevizade’de her masadan yükselen Müzeyyen Senar şarkılarının ötesinde bir İstanbul düşünmek olmaz değil mi diye geçiriyorum içimden. Ve bu yolculuğu iyi ki Fatih Akın’ın gözünden, o kamera açılarıyla izleyebildik diye iç geçiriyorum tekrar.

7a4cd377-0b51-4b99-9bcc-a96499f6d137
Müzeyyen Senar | Fotoğraf: Crossing the Bridge: The Sound of Istanbul

Ama belgeselde beni anılarıma götüren, gençliğime özlem duymama sebep olan sahne; Sezen Aksu’dan İstanbul Hatırası’nı dinlediğimiz kısım oluyor. Ceza’nın söylediği şu sözleri düşünüyorum; “Sezen Aksu hatıra gibi bir şey.” Genel olarak seveni ve sevmeyeni aynı ölçüde çoktur Sezen Aksu’nun; yıllar içinde duruşu, sözleri, popüler kültüre ayak uydurmaları derken seven ve sevmeyen olarak güçlü bir ayrıma neden olmuştur. Ama sanırım herkes tek bir noktada emindir: Sezen Aksu müziğine saygı duyulur. İşte bunun sebebini Ceza o tek cümleyle özetlemiş aslında. Sezen Aksu şarkıları hepimizin hatırası aslında, insan hatırasından ne kadar uzak kalabilir?

Hem kızdığımız hem de asla vazgeçemediğimiz toksik aşkımız Istanbul’un o güzel günlerine bir buçuk saatliğine de olsa geri dönmek iyi hissettirdi. Hatıralarda kaldığını bilsek de, bu belgesel her şeyin başladığı İstiklal Caddesi’ne güzel bir selam. O caddede yeşeren, büyüyen, yaşayan tüm o müzikler hatrına tekrar tekrar izlenesi bir seyirlik.

O halde ne diyor Ceza: “Bırakmam, terk etmem, ben gitmem bu şehirden.”

Kapak Fotoğrafı: Crossing the Bridge: The Sound of Istanbul

İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan MUBI Film Önerileri