İstanbul Sokakları: Şehrin Ruhunu Halen Yaşatan 10 Sokak
Her adımda başka bir hikâyeyi fısıldayan, mimari güzellikleriyle içimizi açan, değişime ayak uydursa da eski dokusunu korumuş bazı sokaklar, İstanbul ruhunu halen yaşatıyor. Bu sokaklardan şöyle bir geçerken bile insanın hayallere dalıp gitmesi mümkün. Belki hiç yaşamadığımız, sadece filmler ya da kitaplarda tanık olduğumuz o sokakları hissetmek de. Gördükçe, duydukça, hissettikçe içimizde başka kapılar aralayan İstanbul sokakları. İşte, o sokaklardan bazıları…
İstanbul’un Ruhu Olan Sokakları
Nur-i Ziya Sokak, Beyoğlu
Kulağımda Liszt’in melodileri, sol yanımda sonbahar renklerine kavuşmuş yapraklar ve ardında bana her defasında İtalya’yı hatırlatan pastel boyalı ahşap panjurlar… Nur-i Ziya, filmlerde görmeye alışık olduğumuz Beyoğlu’nu hala yaşatan ve insanı hayal kırıklığına uğratmayan sokaklardan. Eskiden, Rue de Pologne (Polonya Sokağı) olarak geçiyormuş ismi. Besteci ve piyanist Franz Liszt 1847’de İstanbul’a gelince bu sokakta bir evde kalmış; o ev halen duruyor önünde bilgilendirici plaketiyle.
Şener Şen ve Şevket Altuğ, bir Beyoğlu güzellemesi tadındaki “Gölge Oyunu” filminde motosiklet üzerinde bu sokaktan iner. Ben de ne zaman bu sokaktan geçsem, kendimi o motorun yan sepetinde hayal edip, Beyoğlu’nun içinden süzülüp geçmek isterim. Fransız Sarayı’ndan çıkan şık takım elbiseli insanlar, kaldırımlara oturup iki sohbet arasında buluşan arkadaşlar, yokuşu tırmanan bir eskici arabası ve sokağın aşağılarından kıvırcık saçlarıyla yürüyüp gelen Nâzım Hikmet. Peki, o neden bu sokaktadır? Kendisi, kardeşi Melda’nın Refik Erduran ile nişanlanması üzerine “Erduran Apartmanı”na gelmiştir. Sokağın ismi silinmiş, güzelliği kalmış apartmanlarındandır.
Not: Sokak ismi muhtemelen “aydınlığın ışığı” anlamına gelen ve sokak üzerinde bulunan Masonlar Derneği için önem ifade eden nur ve ziya kelimelerinden ortaya çıkıyor.
Dibek Sokak, Galata
Her ilkbahar, yasemin kokularına doymaya gelirim Galata’nın bu sokağına. Doğan Apartmanı’nın arka pencerelerine bakan Dibek’te her an bir hareket vardır, fakat ruhu yormayan bir tempoda akıp gider. Yaseminlerin patlamış mısır gibi her yanını çevrelediği tarihi apartmanlar, kafelerden gelen buram buram kahve kokuları, havalı bir ofisten gülerek çıkan iş arkadaşları ve hatta balkonundaki sardunyalarına su veren Muhsin Bey bile buradadır. Ruha iyi gelen bu düşler sokağında biraz ilerideki Vacilando Cafe’nin ahşap sandalyelerine oturup yoldan geçenleri seyrederken, kafenin aynalarında aniden karşılaştığım yüzümü gülerken bulurum. Sebebi ya bahar, ya Dibek Sokak’tır.
Üryanizade Sokak, Kuzguncuk
Kuzguncuk’un en özel sokaklarından biri olan Üryanizade, küllerinden yeniden doğmuş adeta. Karşımıza aniden çıkan göz alıcı güzellikte evlerin, mutlu mesut insanların, sanki bizi kolları arasına almak isteyen dev bir ıhlamur ağacının sokağıdır.
1970’lerde semtin eski evlerinin restorasyonu için önayak olmuş, Kuzguncuk’un en önemli isimlerinden mimar Cengiz Bektaş, ilerleyen yıllarda o ağacın kesilmesini de engelleyerek bugün gölgesiyle serinlettiği sokağın ruhunu korumayı başarmış. Sokak kaldırımlarına mahalleli ile birlikte taşları döşediği söylenir. İcadiye’nin kalabalığından bir anlık kaçıp, Üryanizade’de sakinliği ve kuş seslerine sığınınca daha bir tadı çıkar Kuzguncuk’un. Baharda coşan mor salkımlar, saksılarda uyuyan miskin kediler, podimalı kaldırımın üstünde duran tarihi dibek taşı, bir de Bektaş’ı anarak baktığım No:37’deki ev bu sokağa çok yakışır.
Not: Simitçi Tahir Sokağı’nda fotoğraf kuyruklarından sıkıldığınızda, fotoğraf çekmek için bu sokağa gelebilirsiniz. Özellikle ilkbaharda; mor salkım zamanı harika kareler yakalanıyor.
Soğuk Çeşme Sokağı, Sultanahmet
Ayasofya ile Topkapı Sarayı arasında, Sultanahmet’in en fotojenik sokaklarından biri olan Soğukçeşme, insanı bir anda şaşırtır. Topkapı’nın etrafını saran kalabalıktan sıyrılıp, buraya varınca nefes alma durağı gibi gelir Soğukçeşme. III. Selim zamanında yapılmış tarihi çeşmeli sokağın bir ucundan girip, diğer ucundan çıkmak birkaç dakika sürse de bu yolculuğu uzatmak ister insan. Durup durup, Osmanlı mimarisindeki cumbalı evlerin ayrıntılarına bakmak için.
Çelik Gülersoy’un başlattığı projeyle yenilenen bu tarihi evlerin arasında benim için en özel olanı şüphesiz İstanbul Kitaplığı. İstanbul hakkında yazılmış kitaplar, gravürler ve fotoğrafların arşivinde yer aldığı kütüphanenin, pencere kenarına oturup, elimdeki gizemli kitabı karıştırırken zamanın nihayet yavaşladığı yer de bu kütüphanedir.
Not: Bu sokakta, Bizans döneminden kalma bir de sarnıç bulunuyor.
Faikpaşa Yokuşu, Çukurcuma – Beyoğlu
Çukurcuma’nın ara sokaklarından birindeyim. Eskimiş bir tabela üzerinde Faikpaşa Yokuşu yazılı. Dik yokuş yormuyor çünkü sürekli durup etrafımdaki evlere bakmak için sebebim çok. Heykel yüzleri duruyor kimisinin balkonunda, kimisinde eskimiş bir tarih kabartması veya mimarın adı var. Bir ismi daha arıyor gözlerim; Francesco della Suda. Belki bir binaya onun da adı kazınmıştır diye bakınıyorum çevreme. Kendisi, İtalyan asıllı fakat İstanbul’daki bir yetimhanede büyümüş. Abdülaziz döneminde ünlü bir eczacı olunca hizmetlerinden dolayı “paşa” ünvanı alarak Faik Paşa olarak anılmaya başlanmış. Bu sokağın başında bir evde yaşayan nam-ı diğer Faik Paşa’nın bir zamanlar yokuşları tırmandığı bu sokakta, art nouveau tarzında yapılmış evler, o evlerden yükselen kırık Türkçeli sohbetler, kapıları aralık antika dükkânları ve Masumiyet Müzesi romanından sanki her an çıkıp gelebilecek Kemal ve Füsun’un adımları ile İstanbul’u yaşıyorum. Ruhunu kaybetmemiş bir İstanbul’u…
Not: Faikpaşa’da hoşsohbetli bir mola vermek isterseniz Cengiz Özek’in kukla ve gölge oyunları atölyesine, sergi gezmek için Blok Art Space’e, acıkınca No: 19 Dining Room’a uğrayabilirsiniz.
Sıraevler Sokağı, Kandilli
Kandilli yokuşları biraz meşakkatlidir ama her defasında çıkmaya değer. Tepelere uzandıkça Kandilli’nin sırtlarından görülen manzaralarda Rumelihisarı’nı izlerken ne yorgunluk kalır, ne bir şey. Sokağın kıvrımlarına kondurulmuş eski evler birbiriyle uyum içindedir. Maviye göz kırpan her yokuş başında durup Boğaz sularını izledikten sonra, iskeleye varıp Suna’nın Yeri’nde günü uğurlarken Kandilli’ye doyum olmaz.
Serencebey Yokuşu, Beşiktaş
Beşiktaş denilince herkesin aklına başka bir sokak, başka bir köşe gelir. O kadar dolu dolu bir semttir ki burası görülecek şeyler saymakla bitmez. Herkesin anısı semtin farklı bir köşesine sinmiştir resmen. Ama içlerinden birinin, kimilerine göre ayrı bir yeri vardır. Yaşar Kemal’in Deniz Küstü romanını okuyanlar, kitaptaki ana karakterlerden Zeynel’in yaşadığı o evi bu sokakta bulur. Yazar da aynı Zeynel gibi, bir zamanlar bu sokakta yaşamış.
Sokağın kendi halindeki bu sade görüntüsü içinde başka bir görüntü daha gizli. O da insana her defasında seyir zevki yaşatan tarihi yarımada ve deniz. Sahile indikçe uzaklaştığınız, tepelere çıktıkça adeta yaklaştığınız bir görüntü. 70’lerden kalma evlerin, eski tip bakkal ve büfelerin olduğu sokağın bir diğer özelliği ise Cemal Reşit Rey’in bir dönem yaşayıp, bestelerini yaptığı No: 26’daki Yasemin Apartmanı’na ev sahipliği yapması. Hatta geçtiğimiz yıllarda, apartmanın önüne bilgi verici bir plaket de yerleştirilmiş. Yokuş aşağı inerken, Rey’in Nâzım Hikmet ile kaleme aldığı Lüküs Hayat‘ın sözleri aklınıza gelirse, şaşırmayın!
Emirgan Mektebi Sokak, Emirgan
Boğaziçi semtleri demek biraz da yokuş demek. O yokuşları göze alınca semtlerin en güzel manzaraları aralanır sokakların ötesinde, uzunlu kısalı evlerin ardından. Özellikle de sonbaharda, hışırdayan çınar yapraklarıyla, sanki bir resmin içinde gibi yol aldığınız bir sokak vardır Emirgan’da. Emirgan Mektebi Sokak, yan yana dizilmiş terzisi, nalburuyla eski bir semt olduğunu ve mahalle ruhunu koruduğunu hissettirir. Sokakta, her an yıkılacak gibi duran, sonbaharda koyu kumral ve bordo, yazları yemyeşil yapraklarla kamufle olan birkaç tarihi bina vardır. Biraz ötesinde merdivenlerle çıkılan zarif işçilikli evleri, balkonlarında da daima hayat vardır. Emirgan Mektebi Sokak’tan inip denizle göz göze geldiğimde, artık semtin başka bir yüzüyle karşılaştığımı bilirim. Ama nedense bana semtin tepeleri, yokuş yukarıları daha gizemli, daha gerçek görünür.
Not: Sokağın en yeni mekanı Zeyta’da kahve, kahvaltı veya peynir-şarap keyfi yapmayı unutmayın!
Sarayiçi Sokak, Kadırga
Yan yana dizili evler, o evlerin arasına gerilmiş iplere asılı rengârenk çamaşırlar. Burası, Sarayiçi Sokak. Merdivenlerden çıkarken film gibi sahnelere denk geldiğim, martıların daima tepemizde uçuştuğu, eski, yorgun ama yaşam sevincini de elden bırakmayan sokak. Osmanlı’nın eski semtlerinden olan ve adını limanına bağlanan kadırgalardan alan Kadırga semti, o dönemlerde sokak çalgıcıları ve cambazlarıyla ünlüymüş. 70’li yıllarda bu semtte çocukluğunu geçiren Mehmet (Tekten) Bey’den dinlediğim hikâyelerde ise yine renkli, yine eğlenceli. O dönem Liman Caddesi’nin bir köşesine kurulan yazlık sinemada gösterilen filmleri, arkadaşlarıyla bu merdivenlerde oturup bedavaya izliyorlarmış. Hala çocukların oyunlarına sahne olan, turistlerin ellerindeki fotoğraf makineleriyle hayran hayran baktıkları o sokak, Kadırga denilince ilk akla gelenlerden.
Not: Kadırga’ya kadar gelmişken Şehsuvarbey Sokağı’nın Osmanlı döneminden kalma ahşap cumbalı evlerini, Küçük Ayasofya’yı, Vesikalı Yarim filminden aşina olduğumuz, Kadırga Caddesi’nin köşesindeki o sevimli manavı görün. Buradan kısa bir yürüyüşle varacağınız Kumkapı’da Boris’in Yeri’nde bal-kaymak eşliğinde bir kahvaltı yapabilir, Aya Kiryaki Kilisesi’ni ziyaret edebilirsiniz.
İçkalpakçı Sokak, Samatya
Şen şakrak balıkçıları ve akşama doğru dolmaya başlayan mekanlarıyla, neşeli Samatya Meydanı’nın yanıbaşındaki çıkmaz sokaktayım. İçkalpakçı Sokak, tarihi surlar ve tren istasyonunun arasında. Renk renk evlerin omuz omuza dayandığı sokağın sakinleri son yıllarda İstanbul’a göç etmiş ailelerden oluşuyor. Bazen buradan geçerken “yalnız bu sokak çıkmaz sokak” diye beni uyaranlar, kimi zaman evleri önüne serdikleri örtülerde kahvaltılarını yaparken, kimi zaman bir kadının saçlarını örerken karşıma çıkıyor. Kediler de bu sokakta bana eşlik ederken balkonlardan sarkan yeni yıkanmış çamaşırlara, karşılaştığım yeni insan yüzlerine ve kaplara konulmuş çiçeklere bakıyorum. İstanbul’un unuttuğu ama Samatya’nın en canlı yerinde, kuş sesleri arasında ayakta kalabilmiş bir köşede olduğumun farkına varınca, burayı olduğu haliyle seviyorum.
Not: Samatya’dan Yedikule’ye yürüyebilir, buradaki Yolsanat Kafe’de bir kahve molası verebilirsiniz. Eğer sıcak bir günse, kafenin el yapımı buz gibi reyhan şerbetini de deneyin. İkinci Bahar dizisinden tanıdık gelen o meydanda (Samatya Meydanı) uzun vakit geçirmek isteyenler ise Develi’de yemek yiyip, sonrasında Ayios Menas Rum Ortodoks Kilisesi’ni ziyaret edebilir.
İlginizi çekebilir: Deniz Yılmaz Akman’dan Asmalı Mescit
Şehrin sokaklarını yazılarınızın rehberliğinde gezmek bambaşka bir his, teşekkürler.
Liszt'in konakladığı evin yerinde bugün yer alan bina daha sonradan inşa edilmiş. Liszt'in kaldığı söz konusu ev ise bir yangında yok oluyor. Bugün sözünü ettiğiniz kitabe evin asli konuma işaret ediyor demek daha doğru olacaktır.