İstanbul Tasarım Bienali Kapsamındaki Tasarım Yürüyüşleri: Karaköy
*Yazıda geçen Maya Lokantası, Labİstanbul ve 333 KM mekanları kapandı.*
Bu projenin asıl amacı bulunduğunuz şehri tasarım açısından da tanımanız. Etrafımızda önünden sıklıkla geçtiğimiz, ancak tarihini ve önemini bilmediğimiz onlarca eser var. Ayrıca İstanbul, tasarım ürünler satan tasarım mağazaları açısından gittikçe daha çok zenginleşen bir şehir olma yolunda ilerliyor. Peki Galata-Şişhane’ye, Karaköy’e, Kuzguncuk’a gittiğiniz zaman sokakları, şehrinizi bu açıdan incelediniz mi? İşte Tasarım Yürüyüşleri bunlara dikkat etmenizi sağlıyor.
Geçtiğimiz cumartesi sabahı, 15 kişilik turumuza yukarısında Voyvoda Caddesi ile aşağıdasında Banker Caddesi’ni birleştiren Kamondo Merdivenleri ile başladık. Karaköy civarlarında işe gidenler, burada lise okuyan herkes bu merdivenleri çok iyi bilir. Merdivenlerin tarihine bakacak olursak; 19. yüzyılın ortasında zamanının zengin bankacı ailelerinden olan Kamondo ailesi tarafından yaptırılmış, adını da buradan almış. Önünden geçmemiş olabilirsiniz; bir gün Banker (Bankalar) Caddesi’ne gidin ve bu merdivenlerin üzerinde bir ‘instagram fotoğrafı’ çektirin derim.
Yine Banker Caddesi üzerinde, Kamondo Merdivenleri’nin hemen karşısında tarihi yapısı ile ilgi çeken bir bina var. Bu bina 19. yüzyılda Alexandre Vallaury’nin tasarladığı eski Osmanlı Bankası’yken, Garanti Bankası’nın girişimi ile “görsel ve maddi kültürde konuları değerlendiren” SALT binası haline geldi. İçerisinde mimari ofisler, konferans salonları, sergi alanları ve Ca’d’oro adlı çok beğendiğim bir restoran bulunuyor. SALT Galata, bünyesinde hala Osmanlı Bankası Müzesi’ni barındırıyor. saltonline.org sitesinden burada yapılan sergiler, atölye çalışmaları ve gerçekleşen performanslar hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.
Sıradaki bina ise, önünden geçerken her seferinde bir kez daha ihtişamını görüp iç geçirdiğim Karaköy Palas. Bu bina 1900lü yılların başında o zamanların çok ünlü mimarlarından olan Levanten Guilio Mongeri tarafından 3 parça halinde tasarlanmış. Ortadaki bölüm iş hanı olarak, yan bölümler ise bankalar tarafından kullanılıyor. Dijital bir ajans olan Pure’un ofisi burada, Pure’a geçen sene gittiğimde hep önünden geçtiğim bu binanın içerisine girme şansım olmuştu. Yüksek tavanları, tarihi dokusu ile bina gerçekten muhteşem bir tarihi eser.
Karaköy tasarım yürüyüşü aktivitemiz Karaköy Palas’tan sonra daha çok modern tasarımlar ve tasarımcılar üzerine yoğunlaştı; kendimizi Karaköy merkezin ara sokaklarında yürürken bulduk. Buradaki ilk durağımız Mimarlar Odası’nın binasıydı. Mimarlar Odası’nın girişinde aşağıdaki dilek ağacı ile karşılaştık…
Mimarlar Odası, İstanbul Tasarım Bienali’yle paralel etkinlikler va çalışmalar yapmış; bunlar binanın içerisinde sergileniyor. Alt fotoğraftaki harita üzerine post-it çalışması bunlardan bir tanesi. Bu interaktif çalışmada istediğiniz renkte post-it’i seçip, belirli bir bölge hakkında yazmak istediğiniz şikayetlerinizi yazıp, haritada o bölgenin bulunduğu yere yapıştırıyorsunuz. Dikkat ederseniz, post-it’ler yani şikayetler merkeze doğru çok birikmiş. Biz Maslak 1453 ve Tepebaşı’nın kapalı olması hakkında şikayetlerimizi dile getirdik. Okuduğum başka şikayetler ise, yeşillik, korna sesleri, vapur seferleri, kirlilik, üst geçitler ve Haydarpaşa Garı ile ilgiliydi.
Bu çalışmayı çok başarılı buldum; hem etrafınızdaki insanların nelerden dolayı husursuz ve mutsuz olduklarını çok net bir şekilde görebiliyor hem de siz rahatça şikayetlerinizi dile getirebiliyorsunuz. Tasarım Bienali’nin “Kusurluluk” temasına çok uymuş olan proje; sadece Mimarlar Odası’nda değil, İstanbul Modern’deki Musibet sergisinde de olmalı diye düşünüyorum.
Mimarlar Odası’nda gördüğümüz bir başka çalışma ise bir dönüşüm projesiydi. Projeye katılanlar kartonlar, pet şişe kapakları, ambalajlar gibi atıklardan kullanılabilir takılar yapmışlar. Dönüşüm projesinde ortaya çıkanlar takıların hepsi cidden çok başarılıydı; ben en çok aşağıdakileri beğendim. Kim yaptıysa ellerine sağlık.
Şimdi ise Karaköy’ün en sevdiğim bölümüne geldik. Nerede miyiz? Namlı Karaköy’ün önünde hayal edin kendinizi, ordan devam edin, Güllüoğlu’nu geçin, Maya ve Karaköy Lokantaları’na geleceksiniz. Biraz daha dümdüz yürüyün, şirin bahçesi, sarı metal sandalyaleriyle sevdiğim bir mekan olan Bej Karaköy çıkacak karşısınıza. Bej bitti mi, gözünüzü biraz yukarı kaldırın, Fransız Geçidi girişi ile karşılaşacaksınız…
Eskiden bir iş hanı olan Fransız Geçidi’nde şimdi daha çok tasarım mağazaları var. İçerisine Bej’den de geçebildiğiniz, Kağıthane‘nin (House of Paper) bir mağazası burada bulunuyor. Mağazada kağıttan yapılmış yelpaze, bardak altları, broş gibi ürünler yer alıyor ve ürünlerin çoğu İstanbul temalı. Geri dönüşümle oluşturulmuş renkli defterler, kağıt baz alınarak yapılan dekoratif ürünlerle bu mağazayı incelemek ve buradan alışveriş yapmak çok keyifli. Ben kendime 3 tane defter, bir tane İstanbul Beyefendisi bıyıklı adam broşu, bir de çay bahçelerinde çay bardaklarının altında gelen kırmızı motifli çay altlıklarının kağıt versiyonlarından aldım.
Fransız Geçidi’nde aslında bir mimarlık ofisi olan labistanbul tasarım ürünleri satılan mağazayı gezdik. Burada çantalardan gözlüklere, ayakkabılardan lambalara kadar her şey mevcut. Ürünlerin renklerine dalıp fotoğrafını çekmeyi unutmuşum ama labistanbul’un kendi tasarımı olan merdiven şeklinde bir kütüphanesi var, oraya t-shirt’leri asıyorlar. Çok başarılı bir tasarım, giderseniz dikkat etmenizi tavsiye ederim.
Fransız Geçidi’nin hemen yanında 333 km adlı bir mobilya tasarım mağazası yer alıyor. Coffee table’larını, deri sandalyelerini çok beğendim. Mağazanın içerisi cam bir alanla ayrılıyor, orada tasarımcının kendi atölyesi var; aşağıda gördüğünüz tezgahta ürünlere boyut veriliyor. Tezgah yaklaşık 100 senelikmiş.
Karaköy’e her gittiğimde göz attığım Atölye 11 hediyelik eşya ve Selda Okutan takı tasarımı mağazalarını da tasarım yürüyüşü kapsamında gezdik. Selda Okutan’ın ürünlerini başka 5 takı tasarımcısı ile daha paylaştığı galeriyi gezin derim, çok şık ürünlere rastlayabiliyorsunuz.
Ben turumuzdan önce de biliyordum, şimdi size anlatayım: Eskiden Galata ve Karaköy’de çok sayıda Rum ve Musevi yaşarmış. Karaköy özellikle Rumların yoğunlukta olduğu bir bölgeymiş; bu yüzden sokak aralarında pek çok kiliseye rastlayabiliyorsunuz. (Şu an Adhokrasi sergisinin yer aldığı Özel Galata Rum İlköğretim Okulu da Karaköy’de yaşayan Rumların çocuklarının gittiği bir okulmuş ancak birkaç senedir yeterli öğrenci olmadığından kapatılmak zorunda kalmış.)
Biz, Karaköy’de her an karşılaşabileceğiniz bu kiliselerden, Rus Hristiyanları’na ait olan Aya Andrea Kilisesi‘ni ziyaret ettik. Binanın içerisi her zamanki gibi bir apartıman gibi duruyor ancak en üst katlara çıktığınız zaman neredeyse her şeyin orijinal olduğu, çok ihtişamlı, dua edebileceğiniz ve mum yakabileceğiniz bir bölüme giriyorsunuz.
Turumuzu çok sevdiğim ve önceden de theMagger’da yazdığım Karabatak Karaköy cafésinde bir kahve molasıyla bitirdik. Yazımı bitirmeden önce şunu söylemek istiyorum; gerçekten inanılmaz bir şehirde yaşıyoruz. Gıpta ederek gittiğimiz Avrupa şehirlerinden hiç aşağı kalır bir yanı yok şehir olarak; bu şehrin insanları olarak İstanbul’u daha çok deneyimlememiz gerekiyor. Kısaca… Boğaz’ımız, tarihimiz, İstanbul’daki gece hayatı, jazz çalan cafeler, Taksim, sahil şeridi, geleneklerimiz, balıkçılar… Bunların değerini bilmesek de bilmeliyiz diyor turumuzu bitiriyorum. Sevgiler!
theMagger’dan İstanbul Tasarım Bienali the10 listesi…
theMagger’dan Karaköy Karabatak yazısı…
theMagger’dan Karaköy Ops yazısı…
theMagger’dan İstanbul Keşif Günlüğü…
İlk yorumu siz yazın!