Artık bana hayatımı stabil, güvenli ayaklar üzerine kurarak ancak mutlu olabileceğimi söyleyenlerin seslerinin benimkinden daha yüksek çıkmaya başladığı bir yaşa giriyorum: 28. Yaşıtlarım evleniyor, bazılarının çocukları var, evler arabalar alıyorlar, işlerinde terfiler… Benim bırakın evlenmeyi hayatımda biri bile yok, çocuk doğurmak istemiyorum. Tam iş değiştirme evresindeyim, pek güvende değilim. Birikmiş param yok. Servet diye kitaplarımı gösteriyorum, kutlamalarım: Konserler, festivaller. Asıl kıymetli şeylerim hep zihnimde, bir de seyahatlerimden topladığım küçük şeyleri biriktirdiğim bir kutu. O güvenli denen yolda yetişkinliğimi tamamlamak istemiyorum ama başka nereye gidilir onu da bilmiyorum. Tam böyle sorgular içinde doğum günümü kutlamak için bildiğim en iyi şeyi yapıyorum: Tek başıma yola çıkıyorum. İtalya’da kutlayacağım bir yıl daha hayatta oluşumu.

img_1595-3
İtalya | Fotoğraf: Ceren Muslu

Tek gezmek bir insanın kendini tanıması için en etkili yol. Çünkü biriyle bir yeri gezdiğinizde o şehir, ilişkinizin bir uzantısı, parçası, yansıması oluyor. Özellikle partneriniz gibi yoğun duygusal etkileşimizin olduğu biriyleyseniz o şehri duygularınızın sisiyle izliyorsunuz. Oysa tek başınıza seyahat ettiğinizde ilişkiyi kesinlikle şehrin kendisiyle kuruyorsunuz. Deneyim, yolculuğun kendisi oluyor. Her şeyi çok daha yoğun yaşıyorsunuz çünkü merkezde sadece kendi sesiniz oluyor. Kendi sesimi kaybetmeyi hiç istemiyorum, yollarım hep benim olacak.

Hostellerde kalmaktan, yabancılarla tanışmaktan ve kısa süre içinde de olsa bir alanı paylaşmaktan korkmamak gerek. Hosteller, gezginlerin -çok daha iyi hotellerde özel odaları ödeyebilecek olanların bile- durağı. Buralarda hayatında tanıdığın en renkli, en açık fikirli, en eğlenceli insanlarla karşılacaksın. 

whatsapp-image-2024-12-28-at-15-25-13
İtalya | Fotoğraf: Ceren Muslu

Seyahat ederken birileriyle flörtleşmekten, randevulara çıkmaktan da çekinme hatta bunun için kendin adım at. Bir yeri, kültürü tanımanın orada yaşayan insanlarla samimi bir sohbete girmekten daha iyi bir yolu yok. İlişki dinamiklerinin toplumun genel yapısından nasıl etkilendiğini gözlemlemeyi hep çok ilginç buluyorum. İtalyanların kültüründe, özellikle kutlamalarda, yemek çok önemli mesela ve beğendikleri kadınlara da hep yemek ikram ediyorlar. Sadece yemek randevularından da bahsetmiyorum. Bunu sizinle olan sohbeti ilerletmek amacı gütmeden de inanılmaz kibar yapıyorlar üstelik; küçük tatlılar, dondurmalar, kahveler ısmarlamak ayaküstü sohbet ettiğiniz hoş bir adamdan gelen çok alışıldık bir flört hamlesi. 

Bir daha göreceğini bile düşünmediğin biriyle flört etmek sana bir insanı tanımanın gerçek keyfini yaşatacak şey. Geleceği düşünmeden, kafanda planlar kurmadan sadece anın tadını çıkarmak için biriyle zaman geçirmek artık bence pek hatırlamadığımız bir ilişkilenme formu. Bilinçli şekilde kısa ve yüzeysel ilişkiler kurmaktan bahsetmiyorum. O kişinin okuduğu okul, oturduğu semt, mesleği, ailesinin durumu, belki ülke içindeki etnik kökeni gibi etrafında sarılı olan diğer sıfatlarla bir hayali kimlik yaratmadan o insanı tanımak için tamamen açık olmaktan bahsediyorum. Kültürel farklar ve dil bariyeri bize karşımızdaki kişinin davranışlarını okumanın o kadar kolay olmadığını hatırlatıyor, birini tanımak için yalnızca o kişiye dikkat kesilmek gerektiğini hatırlatıyor. Ayrıca ilişkilerin belirli kalıplar da yaşanmak zorunda olmadığını da. Ben sağlıklı ve uzun süreli ilişkiler kurmayı yaşadığım böyle beklentisiz ilişkilerin tecrübeleri sayesinde öğrendim.

img_2226
İtalya | Fotoğraf: Ceren Muslu

Milano’da inanılmaz tatlı bir ailenin fotoğrafını çekiyorum, o karede çocuklarına sarılan anne olmayacağımı asla bilerek. Bunun hem hafifletici özgürlüğünü hem de ince bir sızı gibi yasını tutarak. Hiçbir kararın tamamiyle içimize sinmesi mümkün değil hayatta, artık biliyorum ki olgunlaşmak kararlarından sonra hiçbir sorgulama yapmadan acaba diye sormadan yaşamak değil. O acabayı merak edebilecek olmayı da göze alarak kararını verebilmek. Çocuksuz bir kadın olarak olacağım kadın için, bir anneyken olabileceğim kadından vazgeçiyorum. 

Ben annemin koşulsuz sevgisiyle büyüdüm. Bir insanın alabileceği en saf, en gerçek sevgiyle doyasıya beslenerek. Annem bana hiçbir zaman beni böyle sonsuzca sevmek için hiçbir olmam gerektiğini hissettirmedi, kendi yapamadığı hiçbir şeyi yapmam gerekliliği yükünü yüklemedi. Kendi uzantısı olarak görmedi. Bambaşka bir insan olarak aldı karşısına koydu, ne görse sonsuz sevdi. Olanca gücüyle, ki sevgisi evrenden güçlü. Ben de tam bu yüzden bu özgürlüğün borcunu ödemek için mükemmel olmak zorunda hissettim hep. Düşme lüksüm olduğunu bildiğim için tam da; her tökezlediğimde kendimden nefret ettim. Bu tedirginlikle de hep daha sert düştüm. Ama kendi annemliğimin yasını tutarken, kendi çocuklarımı da böyle sevebileceğimi bildiğim için işte, sonunda kendimi annemin beni gördüğü gibi görebildim. Küçücük, çok konuşan, çok gülen, korkak ama atılgan, çok kırılgan ama çok sevecen, rastgele anlamsız kelimeler biriktiren, geceleri bir türlü uyumayan, sinirli ve huysuz, cılız çırpı bacaklı, çirkin az saçlı bir kız olarak… Sonunda affettim o kızı da. Sevilmesi için gerçekten başka kimse olmasına gerek yok çünkü. Ben hala o kızım. Kökümde de annem var.

img_1914-2
İtalya | Fotoğraf: Ceren Muslu

Eğer arşivindeki eserleri görmek için çok heyecanlı olduğum bir müzeye gideceksem kesinlikle tüm günümü bunu ayırmam gerekiyor. Sonrasına özellikle date gibi bir plan koymamalıyım. Bu gezide doğum günümde Sistene Şapel’inde ağlayarak geçirdiğim bir saatin ardından kendimi inanılmaz yorgun ve susuz hissetmememe rağmen akmış makyajımla şık bir restorana şarap içmeye gitmem gerekti. Bir de Stendhal Sendromu çok gerçek.    

Bir şehri, ülkeyi, kültürü ne kadar iyi tanısan da öğrenmenin sonu yok ve internetin bunun için ne kadar yararlı bir kaynak olduğunu unutmamak gerek. Özellikle Floransa’da Piri Guide kullanarak geziyorum ve yeni öğrendiğim ayrıntılara hem şaşıyorum hem de tarihi kapsamlıca bilmenin bugüne bakışı ne kadar değiştirdiğini yeniden derinden fark ediyorum. Çünkü bugün bizim yalnızca bir sanat objesi olarak gördüğümüz her şey yapıldıkları zamanlarda yaşam pratiklerine hizmet eden ve değerleri açıkça maddeleştiterek hayata katan şeylerdi. Bazen kralların güç gösterisi, bazen ne kadar zengin olduğunuzu anlatmanın bazen hikayeleri unutulmaz kılmanın bir yolu. Bu bağlantıyı görmeden kültürel hafızanın nasıl işlediğini anlamak mümkün değil. 

img_1837
İtalya | Fotoğraf: Ceren Muslu

Ressamların büyük hayranlıkla baktığımız bu Rönesans tablolarını Tanrı’nın mesajını yaymak için yaptığını ve Tanrı’nın evine koyduklarını biliyorum. Ama ironik biçimde beni, bir yaratıcı olarak tanrıdan uzaklaştırıp insan özüne yaklaştırdılar. İnsanın özünün ve ona imkan veren, onunla dolup taşan yaratım gücünü sana hissettiren her deneyimi kutsal buluyorum. O kolektifin bir parçası olabildiğimiz her an bir rituel. Hiçbir etiketi tam taşımayan, bir topluluğa ait hissetmenin konforunu hiç bilemeyen biri olarak müzeler benim tapınaklarım.

Güzel yemekler bulma konusunda Google yorumlarına, Instagram gönderilerinden daha çok güven. Bir yemeği Google’a yazacak kadar beğenenler kesinlikle haklıdır.

four-panel-grid-travel-tour-nordic-landscapes-flyer-3
İtalya | Fotoğraf: Ceren Muslu

Ben büyük şehir insanıyım. Küçük şeylerden kesinlikle çok sıkılıyorum. İnsanların küçük şehirlerde mutlu olmasını anlıyorum. Ya da yaşları ilerledikçe küçük şehirlere taşınarak huzur bulmalarını. Ben de sıkça büyük şehirleri kendimden kaçabileceğim oyunlarla dolu bir lunapark gibi mi gördüğüm için heyecanlı bulduğumu sorguladım. Ama Milano’da kabalık bir parkta otururken net bir şekilde anlıyorum ki kesinlikle anlıyorum cevabı; hayır. Çünkü insanın kendisinden kaçması mümkün değil. Dolly Alderton Everything I Know About Love’da New York’a yaptığı bir gezinin her şeyi düzelteceğini zannederek çıktığı yolda şehrin büyüsünü gördüğü halde asla ona bulaşmadığını görerek şöyle bir şey söylüyordu: “Mekânların; anıların ve ilişkilerin krallığı olduğunu, manzaranın sadece içinizde hissettiklerinizin bir yansıması olduğunu fark ettim.” Ben de renklerin, dillerin, desenlerin, farklı müziklerin etrafımda bir kasırga gibi döndüğü o soğuk akşamda kucağımdaki sorular dışında bir şeye odaklanamayınca bunu net şekilde anlıyorum. Kafanızdaki ses, dışarıdaki her sesten baskın olacak. Oysa ben ancak kendimi gerçekten ait olduğum bir yerdeymiş gibi hissettiğimde kendimle yüzleşecek gücü buluyorum. 

Etrafımdaki her şeyin akıyor ve değişiyor olması benim içimdeki durmak bilmez devinimleri de kabul ettiriyor bana. Harmoni içinde hissediyorum hayatın hızıyla, içinde yürüdüğüm kalabalıktaki kimseyle ortak bir noktam olmasa da. Karışık metroları, uzun otobüs hatlarını, yabancıları, tuhaf tipleri, kaosu seviyorum. 40 yaşında güneye asla taşınmayacağım, garip isimli şehirlerde meceralar peşinde koşacağım hep.

four-panel-grid-travel-tour-nordic-landscapes-flyer-2-2
İtalya | Fotoğraf: Ceren Muslu

Milano’yu tahmin ettiğimden çok daha fazla seviyorum çünkü pahalı etiketlerle dolu güzel vitrinlerden ibaret bir şehir bulacağımı düşünmüştüm. Ama yaşamla hızlıca akan bir yer buluyorum beni buraya Floransa’dan getiren trenden indiğimde. Sokak sanatçıları, sporcular, kaykaycılar, modern sanat galerileri, küçük ama özgün restoranlar… Bir kez daha anlıyorum moda ancak böyle bir yerde büyüyebilir. Yaşamamız, keşfetmemiz, hayatın arka sokaklarında kaybolmamız, kendimi kaybetmemiz ve yeniden bulmamız lazım ve bulduklarımızı anlatmanın en keyifli yollarından biri moda. Çok daha farklı bakıyorum moda podyumda değil sokakta lafına bundan sonra. 

img_4524
İtalya | Fotoğraf: Ceren Muslu

Bir de Milano’yu çok seviyorum çünkü çok fazla renkli saçlı kadın görüyorum burada. Yine ilk kez burada anlıyorum renkli saçlı kadınların kadın düşmanlarını bu kadar sinirlendirdiğini. Çünkü onlar kadınların kendilerini değiştirmelerini, görünüşlerini kontrol etmelerini, belki doğallıktan uzaklaşmalarını istemiyor değiller. Bunları belirli uygun sınırlar içinde uslu uslu yapmalarını istiyorlar. Saçlarını boyasınlar ama beyazlarını kapatsınlar, taş bebek gibi kalsınlar istiyorlar mesela. Ama bir kadın kalkıp da siyah saçlarını maviye boyayınca mesela açıkça rengimi ben seçeceğim demiş oluyor. Yani evet, saç boyamak da bazen feminist bir eylemdir.

img_1246-3
İtalya | Fotoğraf: Ceren Muslu

Dönüşüm yine Roma’dan olacak. Bu kanla ve boyayla inşa edilmiş görkemli şehre bakıyorum 28. yaşımın şafağında. Şehirler fethecek biri olmayacağım ben; hayatımın küçük zaferlerini de biriktirmedim bu yıl ama böyle terk ettiğim benliklerim oldu burada. Olabileceğim ama olmamayı seçtiğim herkesin yasıyla gezdim. Ama yine de bu seçimlerin endişesi değil önümdeki keskin virajların heyecanı var içimde şimdi. O sabah havalanında yorgun yüzüme bakarken gözümün çevresindeki kırışıklıklardan ne kadar gülen bir insan olduğum belli diye düşünüyorum. O kırışıklıkları derinleştiren bir gülümseme daha yayılıyor yüzüme. Anıları olan bir kadın görmekten mutluyum aynada. 

Nice gezgin, nice savaşçı, nice şair, nice kral ağırladı bu şehir. Bir de beni ağırladı işte, öykülere inanan bir hayalperest. Uçak kalkmak üzere, kulağımda bir şarkı: “Gelsin hayat bildiği gibi gelsin, işimiz bu yaşamak.”

Kapak Fotoğrafı: Ceren Muslu

İlginizi çekebilir: Ceren Muslu’dan Seyahatin İyileştirici Gücü