Japon Bilgeliğine Dair: Bakış Açınızı Değiştirecek Dört Felsefe
Japon kültürünü pek çok yönden oldukça sofistike buluyor ve bu kültüre epey ilgi duyuyorum. Hepimizin zaten biliyorum dediği şeyleri günlük yaşamlarında uygulayış biçimleri gerçekten ilham verici. Bu nedenle kaos anlarından sıyrılmak için genellikle Japon bilgeliğine dalmak hoşuma gidiyor. Eğer siz de biraz bilgeliğe varım diyorsanız, gelin bir tur atalım.
Japon Bilgeliğine Dair Dört Felsefe
Geçicilik Konsepti
Olağanüstü zamanlardan geçiyoruz. Pandemi hepimizi, maddi ve manevi çok farklı şekillerde etkiledi, etkiliyor ve hâlâ kafamızda bir sürü soru işareti ve büyük bir belirsizlik içinde debeleniyoruz. Birçoğumuz yaşadığı kayıp yüzünden stres, endişe, keder ve hatta depresyon durumu içinde. Ancak bütün bunların yanında hepimizin, tam şu an idrak edemese de aslında gayet iyi bildiği bir gerçek var: Bu günler geçecek. Tıpkı geride bıraktığımız her şey gibi. Aslında bu şekilde düşündüğümüzde zor zamanlarla başa çıkmak biraz daha kolaylaşıyor sanki, değil mi?
İşte bu düşünce biçimi Japonların “geçicilik konsepti”ni tam olarak açıklıyor ve şöyle diyor: Her şey değişir ve hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Japonlar için “geçicilik”, değişimin bir kutlaması gibi. Bunu en iyi, Japonya’daki kiraz çiçeklerinin kısa ömürlü doğasının takdir edilmesinde görebilirsiniz.
Açıkçası bu bakış açısını içselleştirmek benim için biraz zaman aldı. Hâlâ üzerinde çalışıyorum. Çünkü Batı toplumlarında değişime yönelik duygular genellikle nostalji, pişmanlık, geçmiş zamanlara ve geride bırakılan şeylere duyulan melankoli gibi duygularla ilişkilendirilir. Bu yüzden geçiciliği, kaybettiğimiz veya gözden kaçırdığımız bir şey olarak algılıyoruz. Ama bu konunun üzerine biraz düşündüğümüzde, aslında her şeyin bir akış hâlinde olduğunu görebiliriz. Fiziksel özelliklerimiz, zihinsel gerçekliklerimiz, düşüncelerimiz ve duygularımız ortaya çıkar ve geçer. Değişir ve dönüşür. Bu akışı içselleştirdiğimizde, değişim ve geçicilik metanetle bakabildiğimiz kavramlar olarak karşımıza çıkıyor.
Peki Nasıl Uygularız?
- Her şeyin geçiciliğini kendinize her gün hatırlatın. Ta ki bu düşünceyi iyice içselleştirene kadar. Biraz klişe bir öneri olduğunun farkındayım ama denemeye değiyor. Çünkü yeterince uzun süre yaptığınız her şey köklü bir davranışa dönüşür, bir alışkanlık hâline gelir. Böylelikle düşünce tarzınızı değiştirebilirsiniz.
- Şimdiki zamanı kucaklayın. Az önce bahsettiğim nahoş durumlar, olağanüstü zamanlar nasıl kalıcı değilse, güzel zamanlar da öyle. Birçoğumuzun ortak sıkıntısı yaşadığımız anların güzelliğini o anda fark etmemek değil mi? Çünkü anı yaşamakta iyi değiliz. İnsanlar olarak içinde olduğumuz anları kanıksamaya meyilliyiz. Hepimiz nasıl mutlu olacağımızın cevabını arıyoruz ama şu an nelere sahip olduğumuzun farkında değiliz. Sürekli bir mutluluk arayışı, bizi şimdiki zamandan uzaklaştırıyor. Fakat “şimdi” yalnızca şu an mevcut. İyi ya da kötü her her şekilde mutlaka geçecek. Mutluluk düşüncesi üzerinde durmak yerine, varken sahip olduğunuz anı kucaklayın.
“Geçiciliğin farkındalığı ve insanî potansiyelimizin takdiri bize her değerli anı kullanmamız gereken bir aciliyet hissi verecektir.”
– Dalai Lama
Sarhoş Yaşam, Rüya Gibi Ölüm
“Drunken Life, Dreamy Death”. İlk bakışta kulağa hoş gelen ve kelimenin tam anlamıyla algılamak isteyebileceğiniz bu bakış açısı aslında, bütün zamanınızı yapıyor olabileceğiniz şeyler üzerine sadece hayal etmenin ve dolayısıyla hayatınızı boşa harcamanın ne kadar aptalca olduğundan bahsediyor.
Hayal etmek iyidir. Ama bazen bu durumu kendiniz için bir tuzağa dönüştürebilirsiniz. Bunun bir nedeni, bazen insanların nereden başlayacaklarını bilmemeleri. Bazen bir düşünceyi zihnimizde o kadar büyütür ve karmaşık bir hâle getiririz ki, o düşünce kafamızda başlar ve orada biter. Sonunda elimizde neden başlayamadığımıza dair bir sürü sebep vardır.
Bir diğeri ise başarısızlık korkusu. Malum, sosyal medya nedeniyle adeta kocaman bir kıyaslamalar dünyasında yaşıyoruz. Her gün büyük başarılara imza atan, inanılmaz işler yapan bir sürü insan görüyoruz. Bazıları gerçekten ilham verici ve aslında bizi harekete geçirmesi gerekiyor öyle değil mi? Ama aksine bu, olumsuz bir etki yaratabiliyor. Çünkü sosyal medyada her gün, arka planını bilmeden mutlu ve başarılı hayatlara tanık olmak, kendi hayatınızda güvensizliğe sebep olabiliyor. Sonunda, asla söz konusu kişiler gibi olamama düşüncesi ve hata yapma konusundaki güvensizlik, siz farkında bile olmadan harekete geçme dürtünüzü sabote ediyor.
Tam bu noktada her zaman hatırlamanız gereken bir şey var: Bir şeyde başarısız olabilirsiniz. Hatta dürüst olmak gerekirse, herhangi bir şeyde mutlaka başarısız olacaksınız. Ama bu “sizi” bir başarısızlık örneği yapmayacak.
Peki Bunun Üstesinden Nasıl Geliriz?
- Harekete geçin. Her ne ile uğraşıyorsanız, neye başlamayı düşünüyorsanız, başlayın. Çünkü başlamak, herhangi bir şeyde başarılı olmanın mümkün olan en iyi yolu.
- Çözümlere odaklanın. Herhangi bir problem üzerinde gereğinden fazla durmayın. Bunun yerine enerjinizi, o konuyu halletmek için yapabileceklerinize ayırın.
- Kendinize doğru soruları sorun. Hayatta ne istediğinizi bilmek çok önemli. Bu nedenle kendinize sizi neyin mutlu ettiğini, hayattaki arzunuzun ne olduğunu, önceliklerinizi, neyi değiştirmek istediğinizi sormalı ve dürüst cevaplar vermelisiniz. Böylece başarılı olabileceğiniz somut bir plan yapabilirsiniz.
- Son olarak, karşılaştırma yapmaktan vazgeçin. Bu gerçekten tehlikeli ve ne yazık ki kendim de dahil olmak üzere düştüğüm tuzaklardan biri. Sosyal medya illüzyonuna kapılmayın, herkes gibi sizin de kendi gerçekliğiniz ve potansiyeliniz var. Ekran karşısında saatlerce başkalarının hayatlarına bakmak yerine, bu potansiyeli nasıl açığa çıkaracağınız konusunda kafa yorun.
Dur Dinle, Hep Konuşursan Hiçbir Şey Duyamazsın
Hepimiz televizyon kanallarındaki tartışmalara, açık oturumlara herhalde en az bir kez maruz kalmışızdır. Bu programları biraz izlediğimizde, kimin diğer tarafı gerçekten dinlediğini, kimin cevap vermek için sırasını beklediğini hızlıca anlayabiliriz. Kendi hayatınızda da birçok örnek görüyorsunuzdur eminim. Çünkü çoğumuza karşımızdakini dinleme sanatı öğretilmiyor aslında. Birçoğumuz için alışılagelen iletişim yolu, cevap vermek için dinlemek. Ayrıca dinlerken çoğu zaman önyargılı fikirlere ve öznel görüşlere sahip olma eğilimindeyiz.
Japon felsefesinde ise kişilerin, doğruya, yanlışa ya da iyiye ve kötüye çok az önem vererek dinlemesi teşvik ediliyor. Yalnızca konuşan kişinin söylediklerine odaklanmak öğütleniyor. Japonlar için, Batı kültürünün aksine, konuşma sırasındaki sessizlikler de önemli. Bu kısa sessizlikler konuşma esnasında garip bir durum yaratmıyor; hatta dinlenen kişide güven oluşturduğuna ve anlatılanın daha iyi özümsendiğine inanılıyor.
Peki Nasıl İyi Bir Dinleyici Olunur?
- Dikkatinizi verin. Daha iyi dinleme pratiği, bütün dikkatinizi verebilmekle başlıyor. Bu yalnızca önemli ders ve toplantılarda değil, hayatınızın her alanındaki iletişimde geçerli ve önemli.
- Bütün varlığınızla dinleyin. Vücut diliniz de sözlü geri bildirimleriniz kadar önemli. Düşünün ki biriyle yüz yüze oturuyorsunuz, ancak o kişi konuşurken yüzünüze bile bakmıyor. Bu iyi hissettirmez öyle değil mi? Gülümseme, göz teması, dinlerken verilen kafa sallama veya küçük ses tepkileri gibi samimi dinleme belirtileri, karşı tarafa, kendisini gerçekten dinlediğinizi göstererek güven verir. Japoncada, konuşma esnasında dinleyicinin karşı tarafa dikkat ettiğini ve/veya konuşmacıyı anladığını gösteren “hı hı”, “hmm”, “anlıyorum” gibi kısa kelime ve ifadeler için kullanılan bir terim bile var: “Aizuchi”. Böylelikle insanlara karşılarında lobotomize edilmiş bir sebzeyle konuşmadıklarına dair güvence verilmiş oluyor. 🙂 Bu terim çocuklara küçüklükten itibaren yerleştiriliyor. Böylece bu durumu iyice içselleştirmiş olan bireyler daha iyi birer aktif dinleyici olabiliyor.
- Son olarak sabırlı olun. Az önce de bahsettiğim gibi; bazen karşılıklı konuşmalarda kısa sessizlikler olabilir. Bütün bu sessizliklerin doldurulması gerekmiyor. Herkesin ritminin farklı olduğunu da unutmayın. Acele etmeyin. İletişim kurduğunuz kişilere biraz alan tanıyın.
İki Tavşanın Peşinden Koşan Birini Bile Yakalayamaz
Bu benzetmenin Türkçedeki karşılıklarından biri; “İki karpuz bir koltuğa sığmaz” olabilir sanıyorum. Her iki ifade de, aynı anda birçok şey yapmaya çalışmanın, muhtemelen en azından birinde başarısız olmanıza neden olacağını anlatır. Hepimiz aslında aynı anda yürümek ve konuşmak, bir taraftan çorba karıştırırken diğer taraftan arkadaşımızla telefonda sohbet etmek gibi iki işi aynı anda yapabiliriz. Fakat bu tür kolay eylemlerde bile bir noktada dikkatimizin dağılması kaçınılmazdır. Daha önemli görevler söz konusu olduğunda bu durum daha da karmaşıklaşır ve hatta tehlikeli olabilir.
Buna rağmen modern insan zaman içinde birçok şeyi aynı anda yapan biri hâline geldi. Eminin birçoğumuz herhangi bir toplantı esnasında başka bir konuyla ilgili e-posta gönderiyor veya araba kullanırken cep telefonuyla konuşuyoruzdur. İkincisini yapmanın tehlikesinden bahsetmiyorum bile ama ne yazık ki yapıyoruz. Hatta birçok şeyi aynı anda yapabilmeyi, iş görüşmelerinde kendimizde öne çıkan bir özellik olarak vurguluyoruz.
Bu, insanlığın doğal süreci olarak gelişti. Ama aslında birçok şeyi aynı anda yapabilme özelliği insanlar için bir ana akım hâline gelmesine rağmen, ilk olarak insanları değil bilgisayarları tanımlamak için kullanıldı. Bill Collins bu durumu güzel özetliyor:
We call it multitasking, which makes it sound like an ability to do lots of things at the same time. … A Buddhist would call this monkey mind.
Özetle; birçok şeyi aynı anda yapabilme aslında bir aldatmaca. Çoğu zaman kendimizi aynı anda birkaç şey yaptığımız varsayımıyla kandırıyoruz ama aslında, sadece görevleri değiştiriyoruz. Hızla bir şeyden diğerine geçiyoruz ve bu durum günün sonunda zaman kaybı, düşük verimlilik ve bitmemiş birçok şeyle ile sonuçlanıyor.
Peki Bu Konuda Ne Yapabiliriz?
Belirli durumlarda mutlaka birçok şeyi aynı anda yapmak zorunda kalabiliriz. Fakat aşağıdaki önerileri göz önüne alarak bu tür durumlarda bile baskı altında hissetmeden oldukça iyi bir şekilde idare edebiliriz.
- Gününüzü planlayın ve plana bağlı kalın. Çünkü günlük planınızda (hayatınızda bile) en önemli şeyin ne olduğunu bulmak çok önemlidir. Bu yüzden, planınızdaki şeyleri önceliklendirin. Böylece yapacağınız şey her neyse ona bütün dikkatinizi ve enerjinizi verebilirsiniz.
- Her seferinde bir görev. Bu önemli. Yapmanız gereken her şeyi planlayıp önceliklendirdiğinizde, bu plana bağlı kalmalısınız. Yapmanız gereken her şeyi birer toplantı gibi düşünün. Her toplantının kendine ait zamanı vardır. Genelde bir toplantının ortasında başka bir toplantıya geçmezsiniz. Dolayısıyla yapmanız gereken bir şeyi tamamlamadan diğerine geçmeyin. Çünkü yapmanız gereken bir şeyi tamamlamış olmanın tatmini, size bir diğerine başlamak için motivasyon verecektir. Bu döngü, bıkkınlık duygusuna kapılmadan ilerleyebilmek için önemli.
- Bölünmelerden kaçının. Herhangi bir araya girme/bölünmeden sonra beyninizin tekrar yapmakta olduğunuz şeye odaklanmasının 25 dakika sürdüğünü biliyor musunuz? Sizi bölen her şey dikkatinizi dağıtacaktır. Bu nedenle herhangi bir işe başlarken, ölüm-kalım meseleleri dışındaki kesintilere maruz kalmamak için sizi bölebilecek her şeyi kaldırdığınızdan ve/veya kapattığınızdan emin olun.
- Son olarak, dinlenmeyi unutmayın. En önemlisi, dinlenmenin veya ara vermenin sosyal medyada tur atmak anlamına gelmediğini hatırlayın! 🙂
Kapak Fotoğrafı: Dsd (pexels.com)
İlginizi çekebilir: Küçük Oda’dan Japon Kültüründe Boşluk Kavramı: “Ma”
İlk yorumu siz yazın!