John Le Carre'nin Ardından: Smiley Bond’a Karşı
Le Carre, romanları sadece gizli servislerin nasıl çalıştığını ve onları oluşturan kişilerin karakter özellikleri ile zenginleşen varoluşçu gerilim-casusluk başyapıtları değildir. Le Carre’ın açık açık da ifade ettiği gibi romanları aynı zamanda gizli servislerin modern batı demokrasilerinin bir bürokratik aygıtı olarak da analiz edildiği politik yapıtlardır. Le Carre bu konuda şöyle der: ‘‘İstihbarat Örgütleri düşmanları için olduğu kadar demokrasimiz için de bir tehlike olabilir.’’
Le Carre politik bağlamda “Gizli servisi sevmek ve ona bağlı olmak vatanı sevmek, ona bağlı olmak ve hizmet etmektir.” düşüncesini reddeder. Soğuktan Gelen Casus’ta Leamus’dan ağzından alıntılanan sözcükler Le Carre’ın gizli servis ve elemanları hakkındaki görüşlerinin belli bir edebi bir coşku ve abartı içermesine rağmen gerçekçi bir ifadesidir. Le Carre’ın romanlarındaki politik tonun artması ve özellikle de günümüz dünyasındaki yeni uluslararası konular (Afrika, İslami terör, silah kaçaklığı ve Üçüncü Dünyadaki iç savaşların finanse edilmesi) ile finansal konuları (kara para aklama, finans-dünyası-devlet-mafya ilişkileri) romanlarından işlemeye başlaması soğuk savaş sonrası oluşan yeni dünya düzenine çok daha politik ve eleştirel bir şekilde baktığı izlenimini de vermektedir.
‘‘Smiley’ye sosyal tuhaflığımı, özsaygı eksikliğimi ve aşktaki kararsızlığımı verdim. Çünkü çok işlevsiz bir geçmişten geldim. Evi onun için çok tehlikeli bir yer haline getirdim.’’ (John Le Carre, ‘Smiley’ Hakkında)
‘‘Kısa, tıknaz and en iyi ihtimalle orta-yaş kuşağında; görüntüsü itibariyle dünyanın ona kalmayacağı Londralı bir halim selim (…)’’ (John Le Carre, Tinker, Tailor, Soldier, Spy )
John Le Carre Kimdir?
David John Moore Cornwell, dünya üzerindeki milyonlarca hayranı ve okuyucusu tarafından bilinen adıyla John Le Carre, edebiyat tarihinin gelmiş geçmiş en büyük casusluk romanları yazarı 12 Aralık 2020’de 89 yaşında vefat etti. Adam Sisman 2015’de yayınlanan ve Carre hakkında şimdiye kadar yazılmış en kapsamlı biyografi olan ‘JOHN LE CARRE: The Biography’ başlıklı kitabında ustayı ‘bir casusluk romanları’ yazarı olarak değil yaşayan en önemli romancılardan biri olarak tanımlar.
Le Carre’ın başta ‘The Spy that Came in From the Cold’ ile birlikte başyapıtı sayılan Tinker, Tailor, Soldier, Spy (Köstebek) ve diğer romanları The Perfect Spy, Karla Triology sadece casusluk romanları değil, üst düzey edebiyat ürünleridir. Toplam 8 Le Carre romanında yer alan en fetiş karakteri Smiley, Patricia Highsmith’in ünlü ‘Ripley’si gibi suç edebiyatının sınırlarını çoktan aşmış, varoluşçu bir bakış açısıyla, varoluş, yaşam, inanç, sadakat gibi aşkın kavramlar üzerine düşünmemizi sağlayan büyük bir ‘edebi’ bir karakterdir.
Bond ve Smiley Karşı Karşıya
Smiley aynı zamanda fiktif casusluk dünyasının en meşhur ajanı Bond’un entelektüel bir anti-tezidir; espiyonaj aleminin Bond ile kıyaslandığında ‘gerçekçi’ ve ‘derinlikli’ kahramanıdır. Smiley, yer aldığı her roman tekrar tekrar okunduğunda sadece karakteri hakkında değil aynı zamanda karakterini yaratan tarihsel, politik ve toplumsal arka plan hakkında da şaşırtıcı detaylar keşfetmemizi sağlayan; Le Carre’ın kıyafetlerini tasvirinde bile önemli metaforlar yakaladığımız çok ‘derinlikli’ ve politik-tarihsel bir karakterdir. Bond’un politika ile ilişkisi 1981 tarihli Roger Moore’un Bond olduğu ‘For Your Eyes Only’de filmin sonunda Bond’un o filmde Bond kızı olarak yer alan Carole Bouquet ile sevişmeye başlarken ona söylediği sözleri o sıra Bond’u tebrik etmek için telefonda olan dönemin başbakanı Margareth Thatcher’ın kendisine söylediğini sanıp ‘oh Mr.Bond’ demesinden ibarettir neredeyse.
Smiley dışındaki Le Carre karakterleri de Dickens’ı hatırlatan düzeyde bir karakterler geçididir. Circus’u (MI6 tepe yönetimi) oluşturan her bir karakter, George Smiley (Beggar Man/Dilenci), Percy Allelline (Tinker/Tenekeci), Toby Esterhase (Poor Man/Yoksul Adam), Bill Hayden (Tailor/Terzi), Roy Bland (Soldier/Asker) ve en tepedeki Control ve Karla, Peter Guillam, Jim Prideaux) üzerine ayrı birer roman inşa edilecek derecede derinliklidir.
Le Carre dendiğinde bir karakter daha ön plana çıkar: Smiley’den önce Bond’un ilk anti-tezi Soğuktan Gelen Casus’un anti-kahramanı Alec Leamas. Alkolik, parasız, her türlü cazibeden uzak bu espiyonaj emekçisi Bond’un temsil ettiği ne varsa onun tam karşıtıdır. Casusluk mesleğini bir fantezi haline dönüştüren; politik ve ahlaki açıdan sürekli haklı olan Bond’un aksine Leamas, casusluk mesleğinin ve casusların soğuk ve Bond’un fantezi dünyasından çok uzakta pis ve gayri-ahlaki bir dünyaya ait olduklarını gösterir ve şöyle der zavallı ve tek suçu ona aşık olmak olan Nan Perry’e:
‘‘Casusların ne halt olduğunu sanıyorsun? Tanrının veya Karl Marx’ın sözlerine aykırı yaptıklarını ölçen ahlak filozofları mı? Hayır değiller… Onlar sadece benim gibi bencil piçlerdir: küçük insanlar, ayyaşlar, ne düğü belirsiz, kılıbık kocalar; kokuşmuş yaşamlarını kovboy-Kızılderilicilik oynayarak parlatmaya çalışan memurlar… Onların keşiş gibi bir hücrede oturup yanlış karşısında doğruyu tarttıklarını mı sanıyorsun?
Smiley: Dilenci, Sirkte Bir Cambaz veya Aslan Terbiyecisi?
Smiley’e dönersek, Smiley bir Leamas değildir elbet. Ne onun kadar düşmüş dekadan bir kaybedendir ne de onun gibi vatanına, batı demokrasisine ve nihayetinde de casusluk mesleğine karşı kin ve nefret doludur. Bilakis o hala bu kavramlara fazlasıyla bağlıdır. Öte yandan Smiley hüzünlü bir karakterdir. Hem kendi hüzünlüdür hem de onu tanıyana hüzün verir. Pahalı ama biçimsiz bedeni üzerine oturmayan; daima büyük gelen kıyafetleri (Bacakları kısa, yürüyüşü hızlıydı; kıyafeti pahalı, üzerine oturmamış ve aşırı ıslaktı. Bir dul olduğu izlenimini veren pardesüsü siyahtı; nemi emmesi ve tutması için seyrek dokunmuştu. Ya manşetleri çok uzundu ya da kolları çok kısaydı; pardösüsünü giydiğinde manşetleri parmaklarını kapatıyordu. Gösteriş için şapka giymiyordu; şapkaların onu komik yaptığına inanıyordu. “Rafadanlık gibi “demişti güzel karısı, onu terk etmeden hemen önce ve onun eleştirileri sık sık olduğu gibi varlığını sürdürmekteydi) bize Smiley hakkında detaylı bir bilgi vermektedir. Le Carre’nin Smiley tasviri yaratmak istediği karakter ile müthiş bir şekilde örtüşür.
Oysa Bond her dönem bir moda ikonudur; mükemmel bedenine tam oturan kimi zaman Savile Row’un en iyi terzilerinin elinden çıkan kimi zaman da mevcut en kaliteli ve pahalı markalardan (Brioni) takım elbiseler ile Bond erkek giyiminin de kült karakterlerinden biridir. Nasıl seyrek dokumalı; parmaklarını kapatan pardösü bize Smiley’nin bir dul olduğu izlenimini verirse üzerine oturmuş, en kaliteli kumaştan dikilmiş müthiş takım elbisesi ve onu tamamlayan aksesuarları da (Bond’un saatleri de her zaman önemli konudur: Fleming tasarımında Rolex takar ama daha sonra Omega’ya geçer. Bond’un tam bir erkek fantezisi, bir cazibe kaynağı ve elbette bir ticari pazarlama-reklam metası olduğunun altını çizer. Ayrıca Bond’u filmlerde sık sık çıplak da görürüz. Bond bir erkek cinsel objesi olarak da sunulur kaslı, biçimli müthiş formdaki bedeniyle. Bu açıdan da Smiley ile bambaşka dünyaların insanlarıdırlar. Le Carre 2000 yılında yarattığı Smiley’yi tekrardan şöyle tanımlar: “Kısa, şişman ve orantısız, gerçekten de kötü kıyafetlere çok harcıyor gözükmektedir.”
Bond bize hala İngilizler’in küresel bir güç, Birleşik Krallığın da dünya siyasetini yöneten hala en etkin imparatorluk olduğu izlenimini verir. CIA ajanları, Bond’a yardımcı olan birer silik karakterlerdir ve çoğunlukla da beceriksizlikleri ile ya Bond’un yardımına muhtaç kalırlar ya da Bond’un başını derde sokarlar. Diğer durumlarda da Bond’un bazı ayak işlerini gören birer basit yardımcıdan ibarettirler. Oysa Le Carre romanlarında, özellikle de Köstebek’de artık İngiltere bir imparatorluk değildir. İronik bir biçimde ‘kuzen’ olarak tanımladıkları Amerikalılar’a (CIA) bağımlıdırlar ve asıl abi veya patron kimdir, hissedilebilir romanın satırlarından. Smiley’de bunun da hüznünü görürüz. Smiley’nin Control’un yerine geçen Allelline’ı sevmeme nedenlerinden biri de budur: Amerikalılara fazla bağımlıdır; onların onaylarına ve elbette operasyon güçlerine.
Le Carre bir röportajında ona Köstebek’i yazdıran gizli servis yıllarındaki post-Philby dönemi deneyimlerini anlatırken ‘Amerikalılar’ın durmadan içlerinde köstebeklerden bahsettiğini ve onları uyardıklarını’ ifade eder. Bir bakıma ‘burunlarının önündeki bile göremeyen İngilizler’ patrondan azar işitir işleri batırmasınlar diye. Nitekim Cambridge Beşlisi’nin ortaya çıkması ile yüzyılın en büyük karşı casusluk skandalına imza atan İngilizler için bu travmanın politik, askeri ve espiyonaj önemli etkileri olmuştur. Yine Le Carre’ın ifadesiyle “Philby sonrasında İngiliz Gizli Servisi’nde kimse kimseye güvenmemeye başlamış ve herkes kendi gölgesinden bile şüphe eder hale gelmiştir.” Smiley işte bu travmanın, bu travmatik paranoyanın da bir ürünüdür. Bond bir İngiliz ulusal fantezisi ise Smiley bir İngiliz ulusal gerçeğidir bir bakıma. Gurur ve zekâ ile sorunlu, kaybetmiş bir karakterin tüm noksanları arasında bir yerlerde. Hala iş gören ama eksiklerle dolu; sonunda başarılı ama bu başarının tadına varamayacak kadar kendinden ve çevresinden-hatta dünyadan- şüpheli. 70ler İngiltere’sinin depresif, dekadan atmosferini de görürüz Smiley ile birlikte. Oysa Bond, uluslararası bir kahraman olarak dünyanın en güzel yerlerinde ve mekanlarında majestelerinin hizmetindeyken sonsuz bir finansal kaynakla aynı zamanda gününü de gün eder; anın keyfini çıkarır.
Bond, dünyanın görüp göreceği en büyük playboydur. Tüm kadınlar ona hayrandır; o da gördüğü tüm güzel kadınlara. Smiley ise güzel ve aristokrat karısı Lady Ann’e aşıktır ama Ann onu Circus’un en karizmatik üyesi ve köstebek ‘Terzi’ Bill Haydon ile aldatır. Smiley, aldatılan ama hala karısına aşık bir erkek olarak bu olayın etkisinden hiç kurtulamaz. Yukarıda Köstebek’in girişinde Le Carre’ın yaptığı Smiley tasvirinde şapka giymemesinin nedenlerinden biri olarak karısının sözleri gösterilir ve onu terk eden karısının sözlerinin hala onun üzerinde etkili olduğu anlatılır. Bond bir maço olmanın ötesinde, adeta mizojiniden mustarip gibidir.
Köstebek ve sonrasındaki Karla Üçlemesi’nin diğer iki romanı, bir ölçüde Smiley’nin bu travmadan kurtulma hikayesidir. Smiley bu travmayı ülkesine ve servise sadık kalarak ve onlara sığınarak atlatmaya çalışır. Smiley’de görülen bu milliyetçilik de aslında Le Carre’ın romanları üzerinden, gizli servis özelinde bir politik tartışmanın da devam etmesine olanak tanır.
Le Carre, romanları sadece gizli servislerin nasıl çalıştığını ve onları oluşturan kişilerin karakter özellikleri ile zenginleşen varoluşçu gerilim-casusluk başyapıtları değildir. Le Carre’ın açık açık da ifade ettiği gibi romanları aynı zamanda gizli servislerin modern batı demokrasilerinin bir bürokratik aygıtı olarak da analiz edildiği politik yapıtlardır. Le Carre bu konuda şöyle der: ‘‘İstihbarat Örgütleri düşmanları için olduğu kadar demokrasimiz için de bir tehlike olabilir.’’ Smiley karakterine ilham veren ve gizli servis yıllarında arkadaşı olan John Bingham Le Carre’ı ‘gizli servislerin gizli dünyasını fazlasıyla ortaya koyduğu’’ için suçlamıştır.
Burada Le Carre’ın mentorü olan Bingham ile kişisel ilişkisi ve Bingham’ın Le Carre romanlarında gizli servis elemanlarının sunuluş biçiminden fazlasıyla incindiği ve eski yakın dostundan hakkettiği saygıyı görmediği iddiası elbette bu tartışmanın bir boyutu ama Le Carre politik bağlamda Bingham’ın ve onun gibi düşünenlerin ortaya koyduğu gibi, ki Smiley de böyledir, ‘Gizli servisi sevmek ve ona bağlı olmak vatanı sevmek, ona bağlı olmak ve hizmet etmektir’ düşüncesini reddeder. Soğuktan Gelen Casus’ta Leamus’dan ağzından yukarıda alıntılanan sözcükler Le Carre’ın gizli servis ve elemanları hakkındaki görüşlerinin belli bir edebi bir coşku ve abartı içermesine rağmen gerçekçi bir ifadesidir. Le Carre’ın romanlarındaki politik tonun artması ve özellikle de günümüz dünyasındaki yeni uluslararası konular (Afrika, İslami terör, silah kaçaklığı ve Üçüncü Dünyadaki iç savaşların finanse edilmesi) ile finansal konuları (kara para aklama, finans-dünyası-devlet-mafya ilişkileri) romanlarından işlemeye başlaması soğuk savaş sonrası oluşan yeni dünya düzenine çok daha politik ve eleştirel bir şekilde baktığı izlenimini vermektedir.
Bond bir gizli servis bürokratı değildir. Olması da zaten beklenmemelidir. Soğuk savaş ile ilgili Bond romanlarının ve filmlerin sayısı dolayısıyla da azdır. O Le Carre’ın soğuk savaş sonrası romanlarında çizdiği daha karmaşık ve analizi zor bir dünyada da yeri çok azdır. Bond’un içinde bulunduğu dünyanın fantezi boyutunu da sağlayan belli oranda da bu gerçek olmayan evrendir. Küresel suç imparatorluğu ‘Spectra’ aslında Le Carre’ın Night Manager, Single & Singleveya Our Kind of Traitor’da anlattığı yeni küresel dünyanın devlet dışı yeni küresel suç aktörlerinin bir metaforu mudur sorusu pek çok boyutun eksikliğinden dolayı anlamlı değildir. Le Carre bu yeni küresel düzeni ve de onu oluşturan karmaşık-çok boyutlu dünyayı gerçekçi bir bağlamda anlatır ki bu dünya öyle Bond’un 7,65’lik Walther PPKsı veya Q’ nun yarattığı teknolojik oyuncakları ile mücadele edebileceğinin çok ötesindedir.
Yıllar önce Tinker Tailor Soldier Spy’nın BBC tarafından çekilen dizi versiyonu TRT’de Köstebek adı ile gösterilirken çocuk halimle konudan değil ama gerilimden çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Smiley’yi oynayan Alec Guiness’in ve Prideaux’u oynayan Ian Bannen’ın yüzleri uzun süre hayalimden gitmemişti. Bond’un ergenliğe girmiş bir çocuk için elbette daha büyük zevkler ve fanteziler sunduğu açıktı ve Bond filmlerini büyük bir iştahla seyrettim, bazı romanlarını okudum. Değil miydi ki casusluk romanları vakit geçirmek için okunan ucuz romanlardı ve benim okunacak yüzlerce önemli ‘ciddi’ kitap önümde duruyordu. Bir ergenin zevk, fantezi ve boş zaman geçirme arzusunu Bond fazlasıyla sağlıyordu. Hatırlıyorum; bir aralar aynı Bond filmini 3-4 kere seyrettiğim olmuştu. Smiley değil Bond olmuştu bana espiyonaj dünyasını ve gizli servis mitini sevdiren.
Sonra Le Carre’ı keşfettiğimde ve özellikle de Köstebek’in derinliği ve edebi muhteşemliği ile The Night Manager’ın yeni küresel dünyayı analizi veya Single & Single’daki yeni Rusya ile batı demokrasilerinin ilişkileri ile batıdaki finans dünyasının nasıl yolsuz olabileceğini gözler önüne sermesi veya The Constant Gardener’daki sömürgecilik sonrası Afrika- Batı ilişkilerini sorgulayan ve alabildiğine hümanist bir yaklaşımı onu en sevdiğim gerilim ve casusluk romancısı değil en sevdiğim romancılardan da biri haline getirdi. Bond ise devasa küresel bir reklam kampanyasına, maço, saldırgan ve geç kalmış bir ergenlik fantezisine, Le Carre’ın tabiri ile bir popüler kültür pornografisine dönüştü. Son Bond Daniel Crieg ile karakter bir nebze de olsun özüne döndü, Fleming’in çizdiği karaktare daha sadık hale geldi. John Le Carre’nin ölüm haberini aldığımda ailemden bir büyüğü kaybetmişçesine üzüldüm.
Kapak Fotoğrafı: johnlecarre.com
İlginizi çekebilir: Bülent Tunga Yılmaz’dan En Kötü James Bond Filmi
İlk yorumu siz yazın!