İlk yorumu siz yazın!
Jojo Rabbit: Waititi'ten Kusursuz Bir Nazi Kara Komedisi
Schinder’s List, Life is Beautiful, The Pianist ve onlarcası... Hayatım boyunca o kadar çok 2. Dünya Savaşı filmi seyrettim ki. Ağlamadığım, gecesinde kabuslar görmediğim tek bir film hatırlamıyorum. Her birinin bende bıraktığı izler çok derin. Bugün size yine bir savaş filminden bahsedeceğim; ancak bu film, yukarıda saydıklarımdan çok daha farklı bir tarza sahip. Savaşın acısını griliklerle değil renklerle anlatan, bir çocuğun gözlerinden 2. Dünya Savaşı’nı kara mizah çerçevesinde işleyen Jojo Rabbit, bana göre 2019’un EN İYİ filmi…
Bu kadar hassas ve acı veren bir konunun kara mizahla nasıl anlatabileceğini merak ettiniz diye düşünüyorum. Haklısınız da. Benim de şüphelerim vardı. Filmin yönetmeni, esprili ve yaratıcı tarzıyla beni kendine hayran bırakan Taika Waititi‘nin kusursuz başarısı da buradan geliyor: Christine Leunens’in Caging the Skies adlı romanından uyarlanmış Jojo Rabbit, bu zamana kadar izlediğiniz tüm Nazi filmlerinin çizgisinin oldukça dışında.
Waititi, dramatik öğelerin dengesi, insanı ağlamaya zorlamayarak çok naif bir dille savaşın trajedisini gözler önüne seriyor. Savaş sırasında yaşanan birçok acı olayı kara komedi tarzında sanatsal, izlemesi keyifli ve bir o kadar da dokunaklı anlatan, 2019’un En İyi Uyarlama Senaryosu Oscar’ını alan bu filmi ayakta alkışlıyorum. Şimdi gelelim detaylara.
Jojo Rabbit, 2. Dünya Savaşı’nın son yıllarında, hayali arkadaşını Hitler olarak seçecek kadar Nazi fanatiği olan 10 yaşındaki Jojo’nun (Roman Griffin Davis), annesinin (Scarlett Johansson) tavan arasında bir Yahudi kızı sakladığını öğrenince kendi ırkçılığıyla yüzleşmek zorunda kalmasını konu alıyor.
Jojo’yla gerçek bir Nazi olmak için heyecanla katıldığı kampta, herkesin öldürmesini beklediği tavşanı serbest bıraktığı anda tanışıyoruz. Bu olay sonrasında Rabbit takma adını alan Jojo, yine aynı kampta bir kaza geçiriyor ve kampı terk etmek zorunda kalıyor. Evde vakit geçirirken annesinin, daha önce vefat eden ablasının odasındaki gizli bir bölmede sakladığı Yahudi Elsa’yla karşılaşıyor ve film asıl burada başlıyor. Bir Yahudi’yi anlamak için Elsa’yla vakit geçirmeye başlayan Jojo, gün geçtikçe Elsa’ya aşık oluyor ve içindeki iyilik ve saflık ortaya çıkıyor.
Jojo Rabbit’in her dakikası ve sahnesi inanılmaz bir titizlik ve özenle yazılmış. Waititi’nin sahnelerinin her birinin önemi film için çok büyük. Bu da bizi filme daha da hayran bırakıyor. Jojo Rabbit’te hiçbir diyalog seyirciyi depresyona sürüklemek, ağlatmak amacıyla yazılmamış. Film boyunca karşılaştığımız dans sahnelerinin ise filmi daha da kusursuz yapan müthiş öğeler olduğunu söyleyebilirim. Özgürlük hissinin verdiği hafiflikle dans eden karakterleri izlerken mest olacaksınız.
Bu arada söylemeden geçmeyeyim; Jojo Rabbit’i beğenmeyenler de çok, bir Nazi filmi nasıl eğlenceli bir üslupla ele anılır ki diyip tabularını yıkamayanlar da… En başta bahsettiğim gibi bu tarz filmlerden o kadar izledik, her birini izlerken o kadar ağladık ki artık klişeden uzak, farklı bakış açısına ihtiyaç vardı. 2008 yapımı Çizgili Pijamalı Çocuk bunu bir nebze başarmış, bir çocuğun gözlerinden toplama kampında yaşananları anlatarak hepimizin kalbini çalmıştı. Ancak Jojo Rabbit anlatım dili, sinematografisi, oyunculukları ile bana çok başka geldi. Acıdan beslenmeden, ajitasyona kaçmadan en derinimize dokunmayı başaran bir filmi izlemenin keyfi gerçekten ayrı oldu benim için.
Oyunculuklara gelirsek; bu filmi izleyene kadar “En İyi Erkek Oyuncu” Oscar’ım Joker’de Joaquin Phoneix’eydi (ki kendisi aldı.) Ancak Jojo Rabbit’i seyrettikten sonra ben Oscar’ımı film boyunca kafası karışık, Nazi fanatiği ama bir yandan da özünde sevgi dolu bir çocuk olan Jojo’yu canlandıran 2007 doğumlu Roman Griffin Davis’e verdim. Filmin tarzına o kadar uymuş, Jojo’nun karakterine o kadar inanmış ki beni kendine her sahnede aşık etti.
Jojo’nun hayali arkadaşı Hitler’i canlandıran, aynı zamanda filmin yönetmeni olan Taika Waititi’nin oyunculuğu da yönetmenliği kadar harika. Bir çocuğun hayalindeki Hitler’i, absürd ama bir o kadar da komik bir şekilde oynuyor.
Jojo’nun annesini oynayan Scarlett Johansson bu filmle “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” ödülüne aday gösterilmişti. Özellikle Jojo’yla dans ettikleri sahneyi izlerken bu adaylığı ne kadar hak ettiğini düşündüm. Bir de filmde az ama önemli rolü olan Sam Rockett’ı Captain Klenzerdorf rolünde izlemek bana çok keyif verdi.
Prömiyerini yaptığı 44. Toronto Uluslararası Film Festivali’nden bu yana derinden ilerlemeye devam eden bu filmi kaçırmanın büyük bir eksik olacağını belirtmeliyim. Jojo Rabbit, benim için çok özel bir yerde artık. Mutlaka izleyin, izlettirin.
İlginizi çekebilir: SineMagger’dan 2019’un En İyi Filmleri
İlginizi çekebilir: SineMagger’danYahudi Soykırımı Filmleri
Yazını okuduğum gibi filmi izledim Lisya, ne güzel anlatmışsın😍 Beni de Scarlett Johansson’un yemek yedikleri esnada birden “baba” karakterine bürünmesinden çok etkilendim.
Evet o sahne gerçekten müthişti. Çok özel bir filmdi Jojo Rabbit. Henüz izlememiş olanları kıskanıyorum desem yeridir. 🙂 Yorumun için çok teşekkürler, beğenmene çok sevindim. 🙂
Müthişti 🙂