Berlin'de Çağdaş Sanat ve Şiddetin Tarihçesi Vol.2: Obedience
İnsanın şiddetle olan zorunlu ilişkisi tarih boyunca büyük trajedilere, felaketlere ve acılara neden olmuş ve olmaya devam ediyor. Politika ve din şiddetten arındırıldığında boş birer kavrama dönüşüyor; şiddetin teknolojiye, bilime, tıbba hatta sanata olan dolaylı katkıları görmezden gelinemiyor. Binlerce yıldır yaşanmış olan acılara rağmen, en basitinden şiddetin engellenmesi için bile şiddete ihtiyaç duyuluyor.
Geçtiğimiz haftalarda Berlin’de ziyaret ettiğim iki farklı serginin, şiddetin köklerini, nedenlerini ve sonuçlarını kapsamlı bir şekilde incelediğini, izleyeni duygusal olarak derinden etkilediğini ve üzerine düşünmek için tonlarca malzeme verdiğini söylemiştim. Bu sergilerden ilki olan, KW’deki Fire and Forget. On Violence sergisi ile ilgili izlenimlerimi yazının ilk bölümünden, buradan okuyabilirsiniz. İkinci sergi ise Berlin’in mimari anlamda da en etkileyici olma ünvanını taşıyan müzesinde, Jüdisches Museum Berlin’de yer alıyor: Obedience.
Sergiye geçmeden önce, henüz ziyaret etmemiş olanlar için biraz müzeden bahsetmekte fayda var. Alman-Yahudilerinin 2000 yıllık tarihini anlatan Jüdisches Museum Berlin’in bir koleksiyon müzesi ya da bir etnografya müzesi olmasından çok daha öte bir özelliği mevcut; burası mimari anlamda deneyimlemeniz gereken bir müze. Daniel Libeskind’ın zigzaglar şeklinde tasarladığı mimari eser, sizi duvarlarıyla kapana kıstırıyor, eğimli yolları, uzun koridorlarıyla sizi yer yer fiziksel anlamda zorluyor, heybetli boşlukları ve karanlık odalarıyla size duygusal anlamda acı çektirmeyi başarıyor. Binanın zemin katında Holocaust kurbanlarına ya da Holocaust’tan kaçmayı başaranlara ait eşyaların sergilendiği, en küçük parçanın bile yürek burkan hikayesini okuyabileceğiniz bir bölüm bulunuyor. Buradan Holocaust Kulesi’ne ve Sürgün Bahçesi’ne de ulaşabiliyorsunuz – ki binanın bu iki bölümü biraz önce söylediklerimi yaşayabileceğiniz yerler, anlatılmaz-yaşanır cinsten. Süreli sergilerin yer aldığı katın bir ucundaki Hatıra Boşluğu’nda ise mimari ve sanatın iç içe geçerek yarattığı bir başka deneyime tanık oluyorsunuz: İsrailli sanatçı Menashe Kadishman’ın Shalekhet (Dökülmüş Yapraklar) adlı yerleştirmesi, metalden dökülmüş binlerce insan suratından oluşuyor ve siz üzerinde yürürken çığlık çığlığa bağırıyor.
Tarihin en iğrenç ve zalim olaylarından birinin izleri arasında dolaşırken, mimarinin ve sanatın katkılarıyla fiziksel ve duygusal olarak zorlanıyorsunuz. Boğazınızda bir şeyler düğümleniyor, gözleriniz doluyor. Üstelik tüm bunların özgür iradenizle, gördükleriniz üzerine düşünerek değil, zor kullanılarak gerçekleşiyor olması yaşadığınız deneyimi çok daha güçlü kılıyor. Holocaust Kulesi’ne girdiğinizde gözleriniz ışığı, bedeniniz yaslanacak duvarları aramaya zorlanıyor örneğin, ya da insan suratlarının üzerinde yürürken duyduğunuz endüstriyel çığlıktan başladığınız noktaya geri dönene kadar kurtulamıyorsunuz.
İşte tüm bu deneyimi yaşamış, duygusal çöküntüye sürüklenmiş bir haldeyken gezdim Obedience sergisini. İki sanatçının, Saskia Boddeke ve Peter Greenaway’in 15 odaya yayılan yerleştirmesi, üç tek tanrılı dinin kutsal kitaplarında yer alan ortak ve bildik hikayeyi konu alıyor, İbrahim’in (Abraham) oğlu İzak’ı (İslam’daki adıyla İsmail) Tanrı’ya kurban etme(me) hikayesini… İki sanatçının çıkış noktası da, şiddet ile dini yakınlaştıran bu hikayenin evrenselliği. Sergideki 15 odada tarihi eser ve yazmalar, çağdaş sanat eserleri, yerleştirmeler, çok kanallı video yerleştirmeleri gibi birçok farklı formla karşılaşıyorsunuz.
Hem müzenin süreli sergi alanında hem de serginin 15 odasından birinde izleyebileceğiniz aşağıdaki video, Obedience‘ın asıl sorusunu katılımcı bir video projesi haline getirmiş. “Are you an Isaac, or an Ishmael?” diye soran sanatçılar, genç yetişkinlerin ve çocukların bir kabine girerek, kendi dillerinde “Ben İzak’ım.” ya da “Ben İsmail’im.” demesini istiyor. Videoya şimdiye dek katılmış olanların kültürel çeşitliliği ve kullandıkları farklı diller evrensellik temasını pekiştirmiş oluyor.
15 odayı gezmeye başladığınızda önce hikayeye hazırlıyor ve hikayenin anlatıldığı kültürlele tanıştırıyor sanatçılar sizleri. Are you an Isaac, or an Ishmael? sorusu tekrar tekrar karşınıza çıkıyor. Farklı tarihlere, coğrafyalara, kültürlere ve dinlere ait kitaplarda hikayeyi anlatan sayfaları bir arada görüyor, üç dine ait birer odada hikayeyi anlatan üç din arasındaki kültürel farklılıkları gözlemliyorsunuz.
Sonra hikayenin taraflarıyla tanışıyorsunuz: İbrahim ile, Tanrı’yla, O’nun cenneti ve cehennemiyle… Etkileyici bir koreografi ile hazırlanmış ve hemen hemen tüm odalara yayılmış videolarda kutsal hikayenin bölümleri modern dansla harmanlanarak anlatılıyor. Odalarda sergilenen çağdaş sanat eserleri, duvarların renkleri ve yerleşimleri ile bambaşka bir bütün oluşturuyor.
Sonra şiddetle yüzleşmeye başlıyorsunuz. Tanrı’nın İbrahim’den istediği eylemin ne denli korkunç bir şiddet eylemi olduğunu tüyler ürpertici görüntüler, sesler ve deneyimlerle hissediyorsunuz. (Üstelik Tanrı’nın son anda armağan ettiği koçun kurban edilmesinin de bir şiddet eylemi olduğunun farkına varıyorsunuz.)
Sona yaklaştıkça, serginin anlattıkları İbrahim’in hikayesi özelinden uzaklaşıyor ve dört bir yanımızı sarmış şiddetin boyutlarına, evrenselliğine uzanmaya başlıyor. Bir odada Tanrı’nın İbrahim’e, oğluna zarar vermesine gerek kalmadığını söylediği cümleler yer alırken, muhtemelen siz o sergiyi gezerken dünyanın dört bir yanında çocuklara şiddet uygulamak için kullanılan aletlerin tavandan sarkıyor oluşu sizi şoka uğratıyor. Tek bir çocuğun hayatını böylesi bir gösteriyle kurtaran Tanrı’nın dört bir yanımızı sarmış şiddet karşısında sessiz kalışının haksızlık olduğunu düşünüyor, -varsa- O’na olan inancınızı sorguluyorsunuz hatta.
Binanın zigzagları boyunca tanık olduğunuz, Jüdisches Museum Berlin’in koridorlarında ve boşluklarında bedeninizde hissettiğiniz, başta acı olmak üzere tüm duyguların ağırlığını taşıyarak gezdiğiniz sergi, yavaş yavaş büyütüyor içinizdekileri. Müze ve müze binasının verdiklerini bir çığ gibi büyütüyor, son odasındaki üç kanallı video yerleştirmesi ile basıyor gözyaşlarınızı harekete geçirecek düğmeye ve serginin çıkışında sorduğu soruyla alt üst ediyor sizi. Kendinizi suçlu hissediyorsunuz.
Fazla gösterişli, fazla tribünlere oynayan bir sergi olduğunu düşünenleriniz de olacaktır belki; fakat bulunduğu müzeye bu denli uygun, bulunduğu müzenin duygusal etkilerini bu denli sürdürebilen bir sergi ile karşılaşmak her türlü etkileyecektir herkesi. Sanatın farklı dallarını bir araya getirmekte oldukça başarılı, din ve şiddet ilişkisini tarihsel bir çizgide inceleyen ve gösterişse gösterişini de layığıyla yapmış bir sergi Obedience.
Jüdisches Museum Berlin Adres: Lindenstraße 9-14, 10969 Berlin
Harika. Paylaşımın için teşekkürler.