Kabul ve Kararlılık Terapisi (Acceptance And Commitment Theraphy – ACT), insan varoluşunun karmaşıklığını ve ruhsal ıstırabın doğasını anlamaya yönelik bilişsel bir psikolojik yaklaşım. 1980’lerde bilimsel öncülerden Steven Hayes’in rehberliğinde doğan bu terapötik yöntem, Kelly Wilson, Kirk Strosahl ve Robyn Walser gibi düşünürlerin katkılarıyla derinlik kazanırken; ülkemizde, yöntemin uygulayıcılığı ACT Türkiye’nin kurucusu İbrahim Bilgen; felsefesi ve anlatıcılığı ise Prof. Dr. Kemal Sayar ile şekilleniyor. ACT, insanın varoluşsal acılarını ele alırken onu şimdiki anın farkındalığına davet ediyor ve içsel deneyimleri kabul etmeye yönlendiriyor. Böylece ruhsal huzura ulaşma yolculuğunda bir rehber işlevi görüyor. Peki, anda kalmanın önemi üzerinde neden bu kadar duruluyor? 

Şimdiki An’ın Farkındalığı

img_8157
Direnç | Fotoğraf: f​​​​​reepik.com ​

“İnsanın özü, geveze aklıyla değil; suskun yüreğiyle nefes alıyor.”

Günümüzün hızla ilerleyen modern yaşamında, geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin belirsizlikleri arasında sıkışıp kalmak son derece olağan. Anda kalmanın gücü, bu sıkışmışlıktan kurtulmaya olanak tanıyor. Bilinçli farkındalık; insanın hissettiği duyguları, düşünceleri ve fiziki duyumları yargılamadan kabul etmesini teşvik ediyor. Bu kabulleniş, ruhun stres ve kaygı düzeylerini azaltarak yükünü hafifletiyor, yaşamın zorluklarına karşı daha dayanıklı ve esnek olmasını sağlayarak içsel dünyasında sağlıklı ve uyumlu bir denge yaratıyor.

Şimdiki an’ın farkındalığı, bilinçli bir şekilde amaca yönelik hareket etmeyi destekliyor. Yaşanmış geçmişin aklını karıştırmasına, henüz yaşanmamış geleceğin kaygı yaratmasına izin vermeyen insanın, yaşadığı anı değerlendirmesi kendisine yapabileceği en önemli iyilik. Yaşam akışının deneyimlenebileceği tek yer ise şimdi. Öyleyse an’a teslimiyet, şimdiyi beklentisiz bir şekilde kabul ederek olana içsel anlamda direnmemeyi ve gerçeği kabullenmeyi ifade ediyor.

İnsanın özüne uyguladığı direnç, geveze aklın ta kendisi. Geveze akıl, egonun kabuğunu katılaştırıp sertleştiriyor ve güçlü bir ayrılık duygusu yaratıyor. Bu duygu, insanın çevresindekileri tehdit edici varlıklar olarak algılamasına sebep olurken kendinden olmayanı yargılayarak yok etme dürtüsü ve insanlara hükmetme ihtiyacını ortaya çıkarıyor. Yalnızca ruhu değil vücudu da direnme sonucunda katılaştırıp sertleştiriyor ve gerilim ortaya çıkarıyor. Vücut bir bütün olarak kasılıyor. Bu durumda vücudun sağlıklı işlevi için gereken yaşam enerjisinin akışı kısıtlanıyor.

Yaşamın doğal akışını kesintiye uğratarak sinir sistemini hastalandıran ego, sürekli bir huzursuzluk hali yaratıyor ve vücut ile ruh arasında bir sinirsel çatışma başlatıyor. İçsel bir dönüşüm gerçekleştirilmeden yapılan fiziksel terapiler bu gerilime kalıcı bir şifa sağlayamıyor. Çatışmanın dinmesi ve şifanın kalıcı olması ancak kabul ve teslimiyet ile mümkün olabiliyor. Direnmek yerine an’ın akışına kendini bırakarak olanı hazmetmek; insanın vücudu ile ruhu arasındaki dengenin ve sağlığın yeniden tesisine, nihayetinde evrensel bir uyuma bağlanmasına yol açıyor. 

Psikolojik Esneklik

Farkındalık | Fotoğraf: freepik.com 

Teslimiyetin, gizli bir içerleme maskesi taşıyan umursamazlık tutumuyla karıştırılmaması gerekiyor. Direnmemek, eylemsizlik değil; aksine sürekli bir tepki oluşturmaktan vazgeçmek anlamına geliyor. Zihnin derinliklerinde kabul edilmeyen bir duygu ya da düşünce olarak saklanmayı sürdüren gizli direnç; insanın içsel dünyasında olumsuzluk, mutsuzluk ya da ıstırap ile kendini var ediyor. Kirasını ödemeyen bir kiracı gibi zihni işgal eden bu direnç, yalnızca ev sahibi orada olmadığında var olabiliyor. Fakat farkındalığın ışığında, bu işgalci kiracı ne varlığını ne de olumsuz etkilerini sürdürülebiliyor.

Varlığın bilinci, direncin maskesini düşürüyor ve zihinsel özgürlüğün kapılarını aralıyor. Fakat kurnazlığıyla bilinen ego, en dar geçitlerden bile sızarak gücünü arttırabiliyor. Güçlenen ego, insanın yalnızca kendi düşünceleri ve inançlarıyla özdeşleşmesini istiyor. Zihinsel pozisyonlarla özdeşleşme yani düşüncelerine ve inançlarına olan aşırı bağlılığı ortadan kalktığı zaman egonun oluşturduğu sınırlar aşılıyor ve gerçek bir iletişim başlıyor. Zihin artık düşüncelerini ve inançlarını kendisiyle özdeşleştirmediği için görüşlerine yönelik herhangi bir eleştiriyi kişisel bir saldırı olarak algılamıyor.

ACT Türkiye’nin kurucusu Bilgen, danışanların hoşlanmadıkları düşünce, duygu ve içsel deneyimlerini çözmeye çalışmak yerine bu deneyimlerden kurtulmak için çok çaba harcamış ve yaşamlarındaki olumsuzlukları arttırmış olarak terapiye geldiklerini gözlemliyor. ACT’nin temel anlayışlarından biri, istenmeyen deneyimlerden duyulan acının yaşamın kaçınılmaz bir parçası olduğunun kabulü. İnsanın acı yaşamayacağının bir garantisi bulunmuyor ancak acının varlığına rağmen anlamlı bir yaşam sürdürmek psikolojik esneklik ile mümkün olabiliyor. Psikolojik esneklik, insanın acı verici deneyimlerle başa çıkarak değerlerine uygun bir yaşam sürdürme yeteneğini ifade ediyor.

Doğu kültürünün dövüş sanatları, bu yeteneğin uygulanabilirliğini gözler önüne seriyor. Rakibin gücüne doğrudan direnmek yerine gelen güçlü saldırıyı yönlendirerek rakibin enerjisinden faydalanmayı öngören yaklaşım, sertlik ve katı direniş yerine esnekliği ve uyumluluğu vurguluyor. Gereksiz güç kullanımından kaçınarak mevcut durumun enerjisini kendi lehine kullanmak, etkili ve sürdürülebilir bir başarı sağlarken hem fiziksel hem de psikolojik açıdan daha az yorucu ve yıpratıcı oluyor. Doğu felsefelerinde yaygın olan bu yaklaşım, bir tür akıllı güç kullanımı olarak tanımlanabiliyor. Egonun kurtulma çabasına karşın ruhun duruma adapte olarak var olmayı öğrenmesini sağlayan bu güç kullanımı, yalnızca bireysel sağlığı değil toplumsal sağlığı da iyileştiren bütüncül bir terapötik çerçeve sunuyor. Öyleyse, içsel huzuru koruyarak bir yaşam sürebilmek için psikolojik esneklik nasıl geliştirilebilir?

Deneyimsel Kaçınma

Kaynaşma | Fotoğraf: freepik.com

Görünümünü, ailesini, ilişkilerini, kariyerini, edindiği maddi kazanımlarını ve övündüğü manevi değerlerini başarı kıstası ile anlamlandıran insanın bu kazanımlara karşılık neyi feda ettiğini kendisine sorması gerektiğini düşünüyor Prof. Dr. Kemal Sayar. Ruhunu, insanlığını, aile sıcaklığını kaybediyorsa, “İstemem eksik olsun.” diyebileceği kırmızı çizgileri olması gerektiğini savunuyor. Modern yaşamın başarı yutturmacasının bir illüzyon olduğunu ve gönüllü köleler yaratmak üzere tasarlandığını düşünen Sayar, başarıyı “Özün üstüne sadık bir hayat sürdürmek.” olarak ifade ediyor.

O halde, insanın özünü kabul etmesi ile başlayan başarılı bir yaşam sürdürme çabası; huzursuz olduğu, kendini suçladığı ve yok sayarak etkisini azaltmaya çalıştığı içsel deneyimlerini açık yüreklilikle anlamlandırmasını sağlayan psikolojik esnekliği ve olanın gerçekliği karşısında cesur olmasını amaçlayan defüzyon (ayrışma) hali ile karşılık bulurken; deneyimsel kaçınma davranışı ile engelleniyor. Bu engel, kültürel toplumunda etkisiyle insanın deneyimlerini rijit etmesine neden olarak füzyon (kaynaşma) halini oluşturuyor. 

Örneğin, sosyal kaygısı nedeniyle eğlenceli bir grup aktivitesini terk eden insan, yetersizlik duygusu ile diğer insanların onunla vakit geçirmekten hoşlanmayacakları düşüncesinde kaynaşıyor ve insanlardan kaçar gibi uzaklaşıyor. Yalnızlık duygusu nedeniyle azalan kaygısının kendisine iyi geldiğini düşünüyor fakat rahatsızlık verici içsel deneyimlerden kaçınma davranışı, sosyal bağ kurma değerine ulaşmasını engelliyor ve kaygı problemini çözmesinde işe yarar olmuyor. Peki, içsel deneyimlerle yüzleşmek nasıl bir değişim yaratabilir? 

Ayrışma | Fotoğraf: freepik.com

Otomatik pilota bırakılan bir yaşam, bir yönü keder diğer yönü dert olan bir salıncak misali aynı döngüde gidip geliyor. Bir yönü kederdir çünkü kendisinde olmayanı arzulayan insan, yokluğun ıstırabını çeker. Diğer yönü derttir çünkü arzu ettiği şeyi elde eden insan, arzusunun sonlanmasıyla varlığının sıkıntısı yaşamaya başlar. Bu tekdüzeliğe son vermek isteyen insanın, geveze aklının korkularına ve kurnaz egosunun kaygılarına rağmen değişim için cesaretle adım atması ve yola devam etmekte kararlı olması önem taşıyor. Bu kararlılık, yavaşlama ve hissetme halini ifade ediyor. Zira hız, yalnızca yaşamı kaçırmaya neden olmakla kalmıyor; insana nereye, neden gittiğini unutturarak onu anlamsız bir yolculuğa zorluyor ve yaşama karşı duyarsızlaşmasına yol açıyor. Oysa yavaşlayan insan, doğru düşünceleri çağırıyor. Doğru düşünceler, doğru sözleri getiriyor ve doğru sözler, doğru duyguları tetikliyor. 

İşe Yarar Gerçeklik

Yararlılık | Fotoğraf: freepik.com

Huzurlu insanlar yaşamlarında her şey yolunda olduğu için değil; yaşadıkları olaylara karşı tutumları doğru olduğu için mutlu olabiliyorlar. Huzursuz insanlar ise geveze akıllarından olma, kurnaz egolarından doğma memnuniyetsiz bir zihin ile yaşıyorlar. Memnuniyetsiz zihin, sorunları büyüten ve abartan bir büyüteç görevi görüyor. Bu nedenle önemli olan, zihnin ne söylediği değil insanın neyi düşünmeyi ve neye inanmaya seçtiği oluyor.

Sorunlarının sorumlusunu aramak yerine yaşamının sorumluluğunu eline alan insanın özgürlüğü hem ürkütücü hem de muhteşem bir güç veriyor. Bu güce daha çok insanın sahip olabilmesi için yıkıcı düşünleri azaltmak ve işe yarar gerçekliğe ulaşmak, ACT’nin önceliğini oluşturuyor. Bu perspektiften bakan kabul ve kararlılık terapisinin gerçeklik ölçütü, davranışların yararlılığını ifade ediyor. İnsanların kendileri için önemli olan değerlere ulaşmalarını sağlayan davranışlarının yararlılığı ölçülüyor ve terapide bu doğrultuda ilerleniliyor.

Gerçekliği ile davranışları arasında uyum kaybı yaşadığı gözlemlenen insanın düşünce boyutunda oluşan dengesizlik, vücudunda bir hastalık olarak kendisini görünür kılıyor. Hastalanmış bir zihin şifalanmak için sessizliğe ihtiyaç duyuyor. Gürültülü bir zihnin içinde kaybolan insanın; sessizlikte varlığı, sözlerinde ise yokluğu anlaşılıyor. Kalbin sesi ise dinginlik, onu duyabilmek için durup dinlenmek gerekiyor. Dingin bir zihin daima kalbin rehberliğinde yola devam ediyor. Bu nedenle, kalbin rehberliğinde iç huzuru duyarak özgürce yaşayan insanın özü, geveze aklıyla değil suskun yüreğiyle nefes alıyor. 

Yazıda adı geçen bilim insanlarının konuya dair fikirlerini incelemek isterseniz; C. Steven Hayes ve Kirk D. Stroashl’ın Acceptance and Commitment Therapy: The Process and Practice of Mindful Change kitabına, Steven Hayes’in Psychological Flexibility: How Love Turns Pain Into Purpose Ted konuşmasına, Kemal Sayar’ın Başı Sınuklar İçin Kılavuz ve İbrahim Bilgen’in Terapide Psikolojik Esneklik: Kabul ve Adanmışlık Terapisi kitaplarına, Kemal Sayar ve Mehmet Dinç’in Teslimiyet başlıklı konuşmasına göz atabilirsiniz.

Kapak Fotoğrafı: Freepik

İlginizi çekebilir: Melike Büşra’dan Yavaşlama Arzusu