İlk yorumu siz yazın!
Kadın Saç "İdeal"leri: Ancak Saçım Kadar Mı Özgürüm?
Kadınların saçları ve onlar hakkında söylenenler üzerine epey düşünüyorum bu aralar. Üzülerek fark ediyorum ki; herkesin kadınların ideal saç boyu hakkında da ciddi bir görüşü var, tıpkı kadın bedenine dair diğer her konuda olduğu gibi. Kimisi uzun saça hayli antipatik yaklaşıyor onu demode buluyor, “köylü gibi” tanımlamasını da ekleyerek. Kimisi de kısa saçı çok maskülen buluyor, uzun saçın kadınlar tarafından taşınması gerektiğini savunuyor. Kulağıma çalınan bu sözleri zevk meselesi işte deyip geçemememin sebebi olan bir yorum var ki günlerdir saçlarımı onlarca kez tekrar tekrar toplayıp açmama sebep beni düşünceden düşünceye sürükledi. ”Kısa saç bana köle kadınları anımsatıyor, güçlü kadınlara yakıştıramıyorum o yüzden. Uzun saç tarihte de her zaman statü göstergesidir zaten.”
Elbette her şeyden önce bu dünyada bedeniyle var olmaya ve yargılanmaya mahkum bir kadın olarak aynalarla olan ilişkim çocukluğumdan beri hayli çalkantılıydı ve hala ona yeterince değer verebilmek için çabalıyorum. Dans etmek mesela; tutkumu, neşemi, heyecanımı dışa vermek için harika bir yöntem benim için. Güzel bir şarkıda sallanıp kahkaha atarken kollarıma, bacaklarıma minnet duyuyorum içimdekini böyle dışa vurmakta bana yardımcı oldukları için. Hatta diyebilirim ki kendimi ve başkalarını güzel bulmamı bile sağlıyor dans, fiziksel güzellik algımı hayli genişleterek. Çünkü aslında yolda karşılaşsam öyle pek de güzel bulmayacağım insanların dans ederken gözlerinde yakaladığım o pırıltı bana onların daha ilginç gelmesine sebep oluyor. İçlerinde olan güzelliği paylaşmalarını sağlayan bir aracı yalnızca bedenleri, hepsi bu. Benim de ayaklarım zorlu yolları yürümek, ellerim kutlamalarda kadeh tokuşturmak, kalçalarım hareketli şarkılarda ritim tutmak için varlar ve basitçe içimden gelenle uyum içinde oldukları için güzeller. Dansın beni nasıl etkilediğiyle ilgili olarak çok daha fazla konuşabilirim ama bu başka bir yazının konusu. Yalnızca dans ederken saçlarımı kullanmayı hayli sevdiğimi ve hatta bundan güç aldığımı aklınızda tutmanız beni mutlu eder.
Saçlarımla İlişkim
Ben her zaman konuşkan ve biraz da bilmiş olmakla birlikte pek sosyal bir çocuk değildim. Çocukluk anılarım hep farklı dillerden isimleri olan kitap karakterleri, uzak fantastik diyarların izleri ile iç içe geçmiştir kafamda. Çünkü çocukken neredeyse yaptığım tek şey kitap okumaktı. Okumayı ilk öğrendiğim günlerde boyumca kitabı üst üste dizer bunların hepsini okuyabilecek miyim diye düşünürdüm. Kısa sürede o kadar çok okudum ki kitapları öyle dizemez oldum, zaten boyum da pek uzamadı. Büyüyünce ile başlayan çok hayal, çok cümle kurdum. Çoğu işte o kitaplardan çalıntıydı. Hepsine benzemeye çalışınca aklım karman çorman oldu, hiçbirine benzeyemedim. Parmak uçlarımda ne kadar iyi yürüsem de balerin olamadım mesela. Hı, geçen yıl dans etmeyi iyice öğrenmeyi denedim sonunda. Çok iyi gittiğini söyleyemem ama bana sorarsan tek başıma kaldığımda hala dünyanın en tutkulu dansçısıyım.
Gecelerce okuduğum o masallarda prenseslerin hep upuzun gür saçları olurdu. Tuhaf, benimse çocukken pek saçım çıkmazdı. Sonra bir bu dileğim gerçek oldu. En lazımı buymuş gibi. Hatta büyüdükçe Rapunzel diye sevdiler hep beni, öyle güzel saçlarım oldu. Ben de gerçek olan bu en somut dileğimi bir mucize gibi benimseyerek yirmi üç yaşıma kadar sahip olmak isteyip de olamadığım her şey için saçlarımla avuttum kendimi, sahiden. Ne olacak burnum hokka gibi değilse ya da basit toplama işlemleri dahi yapamayacağım kadar düşmansa sayılar zihnime, benim peri kızı saçlarım vardı ya.
Sonra bir gün beni hayli derin bir hayal kırıklığı girdabına fırlatan aşk diye bir virüs kapmışken aniden kendimle olan ilişkimi tümden değiştirmek istedim. Benim için de güzelliğin, feminenliğin, belki bir kadın olarak arzulanmanın ve gücün simgesi olan saçlarımı, hatta bana vücudumu kapatmamı öğütleyen bir dinin içinde yaşamaya çalışırken her rüzgarda savrulduklarında patriyarkaya isyan ettiğimi hissettiren saçlarımı, kısacık kestiriverdim. Kuaför koltuğunda ağlaya ağlaya, ömrümde ilk defa… Bir yılanın deri değiştirmesi gibi bir kaşıntıymış bu saçlarımdan kurtulma isteği, şimdi dönüp bakınca. Yılanların da deri değiştirirken canı yanar mı merak ediyorum.
Kendime dair tüm dayanaklarımı terk edince kim olacaktım merak ediyordum, hani ancak sahip olduğu her şeyi kaybedince özgürleşebilirmiş ya insan. Aynada ilk önce odaklanacak upuzun ışıl ışıl saçlarım olmasa mesela, gözlerimin ta içine bakabilir miydim cesurca?
Baktım. Hayatta yaptığım seçimler kadar yapmadıklarımın da beni güçlü kıldığını, önemli olanın içimdeki boşlukların sayısı değil onları doldurmak için benim neye sarıldığım olduğunu öğrendim. Çoğu zaman savunduklarımdan çok karşı çıktıklarımın benim kim olduğumu söylediğini de… Yanlış bulduğum her şeyi değiştirmeye çalışacak kadar aptal olduğum için kendimle gurur duydum. Kimine tuhaf hatta komik geleceğini biliyorum ama sahiden saçlarımdan vazgeçmek bu kadar zordu benim için. Yine de tanıdığım hemen her kadın saçlarını bu kadar önemser ve erkekler de bu konuda bu kadar konuşurken anlaşılabileceğimi ümit ediyorum. Kesin olan bir şey varsa o da kadınların kendileriyle olan ilişkilerinde saçlarını sorumlu tuttukları.
Kadın Saç “İdeal”leri
İşte kısa saçlı olmak benim için bu kadar özgürlük demekken, başka bir kadının bana bakıp kölelik yapmak zorunda bırakılmış bir kadını anımsaması bana hayli tuhaf geldi. Benim kendimle olan savaşlarımı hiç bilmeden, üstelik bu savaşlar benden önce yaşamış her kadın için başlamış ve benden sonra yaşayacak her kadın için de devam edecekken, kölelik gibi büyük utançların böyle bir tutam saça indirgenmesi beni itiraf ediyorum ki üzdü!
Bu yorumun arka planını görmüyor değilim. Bırakın kölelik geçmişini, hala Avrupa ve Amerika’da yaşayan Afrika kökenli kadınların yaşadıkları topluma daha uyumlu olmak zorunda hissettikleri için saçlarını doğal hallerinde bırakmayıp düzleştirdiklerini, peruklar taktıklarını, saçlarına kimyasal işlemler uyguladıklarını biliyorum. Hatta en sevdiğim dizilerden How to Get Away with Murder’ın siyahi bir avukat olan ana karakteri Annalise Keating’in insanlar onu ciddiye alınırken görünüşünü ve köklerini nasıl gözden geçirdiğini anlattığı sahneler vardır ki hala boğazımda yumruyla bir hatırlarım. Siyahi kadınlar için saç bakımının nasıl kendi başına bir kültür olduğunu da biliyorum. Dizinden bunu örnekleyen eğlenceli bir sahneyi de ekleyeyim şuraya.
Ayrıca Annalise Keating karakterine hayat veren oyuncu Viola Davis’in ”Saçlarım insanların dikkatini çekiyor çünkü ben Afro-Amerikan bir kadınım. Perukları seviyorum ama onları kullanmayı bıraktım çünkü gerçek kimliğime geri dönmek istedim. Her peruk taktığımda kim olduğum için özür diliyor gibi hissediyordum.” dediği konuşmasını izlemenizi özellikle rica ediyorum. Artık daha özgür seçimler yapabildiklerinde dahi görünüşleri üzerinden geçmişleri ve kimlikleriyle etiketlenen, bu etiketlerin ağırlığını taşıyan insanlara artık bunu yapabildiğin için saçlarını uzatmalısın demenin yalnızca patavatsızlık olduğunu düşünüyorum.
Gelelim benim daha yakından ve kişisel olarak deneyimlediğim bir mücadeleye. Kapatılması, örtülmesi, gizlenmesi gereken saçlara… Varlıkları bir baştan çıkarıcı unsur hatta tehdit olduğu için sürekli gizlenen kadınlar saçlarını rüzgarda savurabilmek için uğraşıyor hala, bazen ailesine karşı bazen de koskoca devlet babaya(!) Bu uğurda canlarından olmayı göze alacak kadar da cesurlar… Yanlış anlaşılmasın ancak saçını açık bırakabilen kadınlar özgürdür demiyorum. Aksine her kadın bu kararı kendisi adına verebilmeli diyorum.
Yaşadığı toplum, ailesi, dini, etnik kökeni ne olursa olsun her kadının tüm bunlardan beslenen ama günün sonunda kendisine özgü bir ilişkisi var saçlarıyla. Bu ilişkiyi sınırlamaya, eleştirmeye hakkı olduğununu sanmıyorum hiç kimsenin. Kadınlara eğer öyle istiyorlarsa maskulen olma hakkı vermeyecek miyiz sırf feminenlikleri bastılırdı diye? Artık kadınlar zengin beyaz bir efendiye hizmet etmek ve saçlarını kesmek zorunda değiller; ama peki ya o efendilerin hayaletleri? Bir güçlenme öyküsünün sınırlarını başkası adına belirleyerek onlar için yeni bir labirent yaratıyoruz yalnızca. Kadınlara kendileri için konuşabilme ve her şeyden sıyrılıp her kim olmak istiyorlarsa o olabilme, bedenlerini yönetilme özgürlüğü vermek zorundayız.
Kadınların saçlarını bunca önemsemeleri de yıkılması gereken bir tabu olabilir elbette başlı başına. Ama ben bu noktada saçlarımı seviyorum. Bedenimi, ruhum bu dünyada bir hayat deneyimlerken ona ev sahipliği yaptığı için seviyorum. Benim adima konuşabilmesini de seviyorum kimi zaman; ama yalnızca benim dilimde, benim için.
Kapak Fotoğrafı: Unsplash.com/@thoughtcatalog
İlginizi çekebilir: Işıl Birengel’den Kendi Yollarını Çizen Dört Kadın
öyle güzel bir yazı olmuş ki..her satırı tüylerim diken diken okudum..
Çok teşekkür ederim❤️️