İlk yorumu siz yazın!
"Mimik Oynamadı": Kadından Komedyen Olmaz mı?
Geçenlerde sosyal medyada erkek bir arkadaşımın severek takip ettiğim bir kadın komedyenin şovundan bir kesit alıntılayarak kadınlarla ilgili hazırladığı “komik” bir videoya denk gelmemle, kafamda kadın komedyenlere yönelik çeşitli mecralarda karşıma çıkan olumlu olumsuz tüm tespit ve tepkiler ve bunların sahipleri konusundaki gözlemlerim, gözlerimin önünden bir film şeridi gibi aktı. Bir anda bu konu üzerinde ara ara aklımdan geçen ama o ana kadar başıboş bir şekilde kafamda gezinmesine izin verdiğim tüm bu düşünce kırıntıları birbiri ardına tetiklendi. Üstelik bu konuda da yalnız olmadığıma; bir yargıya varmış olun ya da olmayın, en az bir kez olsun sizin de aklınızdan şu sorunun geçtiğine inanıyorum: “Cidden kadınlar komik midir değil midir? Değilse, ben neden kadınlara gülemiyorum?” Hadi bu yazımda muhtemelen sizin de aklınızdan geçmiş olabilecek ama benim gibi çok da üzerinde durmamış olabileceğiniz, havada uçuşan bu düşünceleri birbirine bağlayalım.
Belki fark etmişsinizdir; buradaki “komik olmak” buzdağının görünen yüzü aslında ve konu başta “ataerkil toplumda kadının görünürlük meselesi”, “toplumsal cinsiyet kalıpları” ve benim bu yazıda “kadın dili/erkek dili” olarak ifade edeceğim (ki kesin bir yerlerde akademik bir terimi de vardır bunun) çok daha derin ve bir o kadar da civcivli kavramlara göz kırpıyor.
Çoğu komedyenin tanınırlığının mütevazi bir barda başlayıp daha büyük kitlelere ulaştığını, birçok yeni komedyenin de destekleyici ve işbirlikçi bir ortamda peşi sıra ortaya çıkmaya başladığını gördüğüm şu son birkaç senede Türkçe Stand-up’ın gelişimini keyifle takip ediyor ve fırsat buldukça komedyen ayırt etmeksizin vaktim oldukça bilet alıp şovlarına gidiyor, podcastlerini dinliyorum. Haliyle bu insanların şovlarından internete düşen kısımlar da sosyal medyada ve diğer mecralarda sıkça karşıma çıkıyor. Milli bir yorum okumacı olmamın da verdiği yetkiyle (artık takıntı deyin işsizlik deyin merak deyin) yorumlarını dibine kadar inmeden geçmediğim tek bir stand-up videosu yok. İşte zurnanın zırt dediği yer de benim zihnimde burada başlıyor.
Kadın-erkek dinlemeden tüm komedyenlerin içeriklerini karşısına çıktığı gibi tüketen ve bu içeriklere gülse de gülmese de yorumları eşelemekten kendini alamayan biri olarak kadın komedyenlerle erkek komedyenlere gelen negatif yorumlar arasında inkâr edemeyeceğim bir orantısızlık olduğuna şahit oldum. Bu negatif yorumların çoğunun erkek (ya da öyle duran) kullanıcılar tarafından yazılmasının da tesadüf olmadığını düşünmeye başladım. Elbette istisnalar var. Erkek komedyenlere de çok moral bozucu ve cesaret kırıcı yorumlar gelebiliyor ne yazık ki ama ben burada istisnalardan değil çoğunlukla karşıma çıkan bir durumdan bahsediyorum. Öyle ki mesela artık ne zaman bir kadın komedyenin videosunu izlesem altına yazılan, adeta slogan haline gelmiş, bir erkeğe ait, en az bir “mimik oynamadı” ya da “abla seyirciye gülsün diye para vermiş” minvalinde bir yorum bulmak bende alışkanlık haline geldi. Başlarda rahatsız olsam da bir noktadan sonra bilgisayar oyununda bir hedefi vurduğunda ödül mekanizması tetiklenen bir oyuncunun beyninde olan o tatlı gıdıklanma gibi bir etki bırakmaya başladı bende bu yorumlar ve resmen bulamadığım tek tük zamanlarda bu duruma üzülür hale geldim. 😅
Eğer bu içerik ve şovlarda kadınlara da erkeklere olduğu kadar (hatta bazen daha fazla) gülüyor olduğumu fark etmeseydim bu zekice duran ama basmakalıp negatif yorumlara “harbiden yaaa” deyip gülüp geçebilirdim. Ben de bir süre bunun üzerinde de naifçe düşündüm “kadar komik değilse benim neden hoşuma gidiyorlar” diye. Buna paralel olarak mizahlarını ve üsluplarını beğendiğim bu kadınların, çoğunluğu erkeklerden oluşan bir güruhça neden beğenilmediklerini de sorguladım kafamda. Tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki bu sorgulamaları da yorum okuma işini de bir kadın olarak hemcinsim komedyenlerin karşılaştığı bu duruma duyduğum öfke ve karşı konulmaz tetiklenmeyi bir kenara bırakarak yaptım ve birkaç çıkarıma vardım.
Bunlardan ilki elbette yazının başında da belirttiğim “kadının görünürlüğü meselesi”: Ataerkil bir yetiştirme tarzından gelen ve eril bir düşünce yapısına sahip bir kitlenin sahnede özgürce ve özgüvenle kendini ifade eden bir kadın görünce yaşadıkları o rahatsızlık hissinden haberdarız. Alıştıkları ve görmek istedikleri edilgen, sessiz, “edepli” kadın imajına uymayan bu kadınlar belli bir zihniyete sahip bir kesimi doğal olarak sarsıyor, öfkelendiriyor ve hatta korkutuyor. Bunun bir örneğini Milli Kadın Voleybol takımımızın şampiyonluğunun ardından yapılan tebrik ve takdir paylaşımları kadar başarılarıyla alakasız olarak bu kadınların kendilerinden başka kimsenin haddi olmayacak özel hayatlarına ve kendinden emin duruşlarına dil uzatan nefret içerikli paylaşımlarda da gördük. Bu konuyu saatlerce konuşur, sayfalarca yazar, bunun gibi daha birçok örnek sıralar, içimi dökerdim ama amacım şimdilik bu değil. O yüzden uzatmadan devam ediyorum.
İkinci neden bu kadar uç olmayan ama bununla paralel bir şey. Hepimizin zihnine adeta çiviyle kazınmış toplumsal cinsiyet kalıplarının yarattığı önyargılar. Bunun ucu belki de toplumun tüm kesimlerine dokunuyor. Evet, buna sizler de ben de dahiliz. Bu gruptakiler kendilerini bir önceki grupla aynı kefeye koymak istemiyordur muhtemelen ama sizler ve kendim de dahil olmak üzere çoğumuzu kapsayan bir gerçek var. Şöyle anlatayım; birçoğumuz kadının kamusal alanda var olmasını temenni ediyor, sahnede başarılarını görmek istiyor olabiliriz ama önümüzde ilk gruptakilerle ortak bir engelimiz var: Buna alışkın olmamak. Belki sahnede parlayan bir kadın imajı bizi diğer gruptakiler gibi korkutmuyor hatta gururlandırıyor olabilir; ama biz de ilk defa karşılaştığımız pek çok şey gibi, üstesinden gelmemiz gereken son derece doğal bir tepki veriyoruz: Yadırgıyoruz. Erkeklerde görmeye alışmış olduğumuz cesaret ve özgüveni, sahne duruşu ve kelime seçimlerini ilk defa bir kadının üzerinde gördüğümüzde pek bir yakıştıramıyoruz. Fazla iddialı buluyoruz belki ya da bir antipatik geliyor işte.
Belki o güne kadar pek alışkın olmadığımız şekilde bir kadının cinsel yaşamını, karşı cins, aile ve ilişkilerle ilgili samimi düşüncelerini, hatta bunları da geçtim herhangi bir konuda herhangi bir düşüncesini kendine inanarak, yüksek sesle milletin karşısında, elinde mikrofonla herkese anlatması, belki yer yer küfür kullanması (ya da hiç kullanmaması) bizde yargılayıcı düşüncelere; bir de bunlara çok normal gibi gülünmesi tüm bu olup bitenin bir sahtelik hissi uyandırmasına neden oluyor. Olmuyor demeyin; ben hala bu saydıklarımın çoğunu yüksek sesle söylerken, yakın çevrem dışında başka kişilerle paylaşırken tedirgin oluyorum acaba terbiyesizlik mi yapıyorum diye ki gerek bugüne kadar içinde yetiştiğim eşitlikçi ve aydın çevre gerek fedakâr ailemin sunduğu ortalamanın üstü standartlardaki eğitimim bunun tam tersinin de mümkün olabileceğini öğretmişti bana. Belki annem babam destekledi hep düşüncelerimi ama anane ve dedemin, komşuların, okulda illa bir noktada denk geldiğim o öğretmenin, sokaktan geçen alelade birinin “çok ayıp, senin gibi hanım hanımcık bir kıza yakışıyor mu?” demesi sindi inceden inceye üstüme, üstümüze. Hangimiz bugün bile erkek çocukların “aferin sana”, “ne kadar güçlüsün”, “aslan oğlum, nasıl da başardı” gibi cesaretlendiren geri bildirimler alırken kızların payına daha çok “o öyle yapılmaz”, “misafire terlik çıkarmayı unutma”, “aman dikkat et”, “sana yakışıyor mu hiç”, “onu giyme bunu giy”, “bağırma”, “çok gülme”, “hanım ol” gibi sınır koyucu cümlelerin düştüğünü inkâr edebilir?
Tabii ki istisnalar da var ama genel olarak erkekler yapabilecekleri üzerinde cesurca düşünebilirken biz kadınların başlıca endişesi kendinden beklenen imajı karşılayıp karşılamama konusunda oluyor ve erkeklerin aksine nerde durmamız gerektiği daha en başında öğretiliyor. Erkek kardeşlerimizi “vay ne kadar beceriklisin öyle, ne güzel top oynuyorsun” diye kız kardeşlerimizi de “vay ne güzel kızsın sen, ne kadar yakışmış elbisen” diye sevmiyor muyuz hala? Birini yaptığı bir şey üzerinden diğerini görüntüsü üzerinden değerlendirmek gibi farkında bile olmadan yarattığımız bu çifte standartlı tutum (ki bu da üstte saydığım “kadının toplumdaki görünürlüğü” mevzuuyla doğrudan bağlantılı bence), her iki atanmış cinsiyette de farklı davranış kalıplarının oluşmasına neden oluyor. Bu kalıpların dışına çıkanlar da haliyle hepimiz tarafından önce bir yadırganıyor. Belki açık açık kınamıyoruz; buna hakkımız olmadığını kabul ediyoruz ama işte gelin görün ki bir sempati de besleyemiyor, o kadar gülemiyoruz kadın mizahçılara. Ve bunun gerçek nedenini de kendimize bile itiraf edemiyoruz.
Sizin de ilkokulda sınıf öğretmenlerinin gözde öğrencilerinde hep erkekler başı çekti mi hiç? Yıllar sonra bununla ilgili bir makale okumuştum; ilkokulda sınıf öğretmenlerinin sınıfta bazı erkek çocukları favori öğrencisi olarak görmeye, onları diğer çocukların önünde övmeye ve erkek çocuklarına karşı kız çocuklarına nazaran daha anlayışlı ve yapıcı olmaya daha yatkın olduğu anlatılıyordu. Aklımda kalan tarafıyla da yapılan sosyolojik bir araştırmaya dayalı bir yazıydı bu ama elbette uzun zaman önce okuduğumdan bilimsel bir argüman olarak sunamam. Ben küçükken sınıfın en komikleri de bu seçilmiş çocuklardı. En çok onların esprilerine gülünürdü. Sınıfın en çok alaya alınanlarıysa genellikle belli başlı kızlardan oluşurdu. Ben de dahil olmak üzere bütün kızlar ciddiyetimizi bozarsak, yanlış bir şey yapar ya da düşünmeden bir şey söylersek başımıza ne geleceğini çok iyi bilirdik. Ve ben ilkokulu nezih bir semtte, ailemin iyice araştırarak karar kıldığı bir okulda okudum.
Tüm bu söylediklerimin istisnası yok mu? Tabii ki var. Bu yazdıklarıma itiraz eden çıkmaz mı? Elbette çıkar. Zira bunlar bilimsel veriler de değil, ortalama bir insanın şahsi gözlemleri. Ama bu yazdıklarımı okuyanlar arasından çok fazla “Aaa ne kadar da tanıdık, demek ki böyle hisseden sadece ben değilmişim” diyenlerin de çıkacağına adım gibi eminim.
En sevdiğim kısmı en sona sakladım. Dil meselesi. Bunu ben de düşünüyordum ama değerli oyuncu Meryl Streep’in bir konuşmasına denk gelene kadar bu kadar güzel ifade edemiyordum kafamda. O yüzden doğrudan onun sözlerini çeviriyorum: “Görünüşe göre bunca yıl tüm hayatlarını erkeklerin evinde geçiren kadınlar erkeklerin dilini öğrenmiş. Biz bu dili konuşabiliyoruz. Bilirsiniz, hani bir dil öğrenirken, mesela Fransızca öğrenirken, İspanyolca öğrenirken, o dili rüyanızda görmedikçe (burada kanımca Streep’in İngilizce ifadesinden o dilin “hayalini kurmadıkça anlamı” da çıkabilir) o dil sizin diliniz olmaz. Ve bunu görmenin tek yolu da bu dili konuşmaktır. Ve kadınlar Erkekçe konuşuyor. Ama erkekler Kadınca konuşmuyor. Rüyalarında bunu görmüyorlar” (ya da “bunun hayalini kurmuyorlar”). Tabii şimdi “Bence burada Meryl’in demek istediği…” şeklinde başlayan bir cümleyle devam edecek değilim meslektaşı Bradley Whitford’un yerinde bir zamanlamayla mensplaining yani erbilmişliğe karşı zekice yaptığı ince gönderme gibi. Zira Streep son derece sade bir dille gayet net bir şekilde ifade ediyor ne demek istediğini. Onun yerine kendi düşüncelerimi ekleyebilirim biraz.
Bunca yıl nerdeyse sinemadan edebiyata, sanattan eğlenceye her şeyi erkeklerin gözünden gördük, erkeklerin ağzından dinledik, erkeklerin cümleleriyle okuduk. Televizyonda izlediğimiz kadın karakterler bile bir dönem çoğunlukla erkeğin gözünden kurgulanmış kadınlar oldu. Bunları kabullendik. Zira o zamanlar başka bir seçenek de yoktu. Erkeğin ağzından dinleyerek, okuyarak hepimiz Erkek dilinde konuşur, okur-yazar olduk. Erkeklerin bakış açısına alıştık. Erkeklerin ilgi alanlarına, zevklerine, gerçeklerine uyum sağladık. Onların hayatlarına, mahrem düşüncelerine kadar bugüne değin açık açık konuşabildikleri (ki bu bence iyi bir şey) her şeyden haberdar olduğumuzdan ve bunları zaten en başta kabullenmiş olduğumuzdan esprilerindeki göndermeleri de yakalayabiliyor ve bunlara gülebiliyoruz. Ama kadınlara dair birçok şey erkekleri geçtim, toplumun bazı kadın kesimleri tarafından bile bilinemeyebiliyor. İtiraf edelim; biz kadınlar kendimizden konuşmada erkekler kadar rahat değiliz ve erkeklerin bizim hakkımızda bildiğini düşündüğü çoğu şey de başka erkeklerin bizim hakkımızda artık biz kadınların bile sorgulamadığı sözlerinden ibaret. Örnek isterseniz en basitinden bir örnek vereyim; bir erkeğin bir stand-up şovunda ya da kadınlı erkekli bir arkadaş sohbetinde rahatlıkla bir ereksiyon şakası yaptığına denk gelmişsinizdir. “Yoo, denk gelmedim” demeyin, inanmam. Peki mesela bir ofiste bir kadın arkadaşınızın yüksek sesle diğerine “pedin/tamponun var mı?” diye seslendiğini aynı sıklıkta duydunuz mu?
Bir kadının yaptığı şakaya gülmenin bir açıdan bir erkek için ne kadar zor olduğunu anlayabiliyorum. Zira insan bilmediği dilde yapılan şakaya gülemez. Böyle bakınca da (düşüncesizce yorum ve paylaşımlar yapanlar dışında) onlara kızmanın haksızlık olduğunu düşünmeden edemiyorum. Ama neyse ki şimdilerde bu ortak dil genişliyor; Erkekçenin yanında Kadınca da sokaklarda, sahnelerde ve günlük hayatta duyulur hale geliyor. (Buna bir de Lubunca eklenseydi ne olurdu sorusu geldi aklıma birden, ama neyse.) Tıpkı bebeklikte bir dili öğrenirken en iyi yaptığımız şey gibi; Kadın dilini, bu dili konuşan insanları dinleye dinleye anlamaya, zamanla bu dilde konuşmaya sonra da bu dilde okur yazar hale gelmeye başlayacağımıza inanıyorum. Burada hepimizin üstüne düşen şey önce dinlemek, bu dili rüyalarımızda konuşur hale gelmeyi dilemek.
Siz de bir şans vermek isterseniz mesela bana bizzat iyi gelen birkaç kişi ve içerikten bahsedeyim; Deniz Özturhan, Seda Yüz, Çağla Alkan gibi komedyenlerin şovlarına gitmenizi; Deniz Özturhan’ın Spotify’daki Olumlu Dünya podcastini ve kendisi gibi diğer 3 harika (kadın) komedyenle ortak sunduğu Only Cans Youtube kanalına bir göz atmanızı, benzer şekilde Çağla Alkan’ın Caner Dağlı’yla çok tatlı bir uyum yakaladığı, TuzBiber Stand-up YouTube kanalındaki Fazla Merak podcast serilerini dinlemenizi tüm kalbimle tavsiye ederim. Eskiye nazaran daha çok hemcinsimin sesini duymak bana çok iyi hissettiriyor; umarım sizin için de öyle olur. Bu noktada 40 yıl Almanya’da yaşayıp tek kelime Almanca öğrenmemeyi bir gurur kaynağı sayan insanlar gibi olmayıp bu yola baş koyan herkese selam çakmayı görev bilirim. Son olarak, nasıl Almanca konuşmak için Alman olmaya gerek yoksa Kadınca konuşmak için de kadın olmaya gerek yok. Dil dildir. Herkes içindir. Bir dil bir insan iki dil iki insan. Dil dile… Amaaan neyse… 😋
Kapak Fotoğrafı: Pinterest
İlginizi çekebilir: Gizem Kalaç’tan Nilüfer Yüce ile Komedi Dinamikleri Üzerine
Ali Wong, Sarah Silverman gibi dünya çapındaki kadın komedyenleri gülmek isteyerek izledim. Ancak maalesef sonuç hüsran. Bir örnekle açıklayayım.
Ali Wong bir gösterisinde avengers ekibi ile tanıştım hepsinin bana şöyle şöyle (cinsel eylem) yapmasını istedim diyor ve reaksiyon alıyor. Sorun şu ki dümdüz bir cinsel eylemden bahsetmek komik değil.
Bir de cem yılmaz örneğine bakalım. Sperm bankası için burada olsa yıkarlar diyor. Bu ilk duyulduğunda çok rağbet görür manasında anlaşılıyor. Sonrasında yıkarları hemde böyle değil şöyle diyerek ilk manadan iyice uzaklaşıp bir cinsel gönderme yapıyor. Burada bir ince zeka, kelime oyunu var.