Dikkat: Kadınlar, Aşklar, Şarkılar, Sizi de Çarpabilir!
Her oyun bir iz bırakır ama bazı oyunlar ruhunuza işler. Damardan girer, içinizi oyar, sizi olduğunuz yere çakar ve sonra öylece bırakıp biter. Mek’an Sahne’den Kadınlar, Aşklar, Şarkılar, tam da böyle bir oyun ve hatta bu tanımın biraz daha ötesinde.
Mek’an Sahne, en az dört yıldır sahnelediği Kadınlar, Aşklar, Şarkılar’ı bu sezon da yine Ahmet Melih Yılmaz’ın muhteşem performansıyla tiyatroseverlere hediye ediyor. Pavyon misali dört sandalye ve birkaç masadan oluşan sahne, damardan şarkılarla karşılıyor izleyenleri. Birazdan her masayı tek tek dolaşacak olan oyuncumuz, hikayeleri anlatmak üzere tüm misafilerin yerleşmesini bekliyor. Sonra geçiyor mikrofonun başına, herkesi selamlıyor ve gerekli uyarısını yapıyor: “Allah aşkınıza kendinizi mekanın koşullarına hapsediniz.”
Şimdi sıra masaları turlamada. Her masada kim var, anlatmaya başlıyor. Feleğin çemberinden geçmiş, geçememiş ve kaderin ağlarına öylece takılıp kalmış birtakım insanlar, gecenin kurbanları trans kadınlara, hayattan sonra bir tokat daha atmaya başlıyor. Her sandalyede başka hayat kadını, bildiğimiz hikayelerini karşımızda yeniden temize çekiyor. Onlar anlatıyor, biz dinliyor, dinlerken içimiz oyuluyor. Yeniden anlıyoruz ki, buralara gelmeyi seçmemiş, seçtirilmiş. Anneden, babadan ve her daim sevgiden yoksun, hiç yaşayamadığı çocukluğunu karşısına çıkanlarda aramaya çalışmış, cinsel tercihlerini bastırmış ve sonunda kısa çubuğu çektikleri yaşamda bir damla ışığı bulma umuduyla debelenip durmuşlar… Oysa para değil, tek istedikleri biraz sevgi, saygı, çok aşk ve onları bu bataklıktan çıkaracak sağlam bir el. Ancak, burada her hikaye hüsranla biter, çoğu zaman da kanlı. Önce sever gibi yapılır, sonra da iş bitince fırlatıp atılırlar. Şanslılarsa kefeni yırtıp aynı çarkın içinde dönmeye devam ederler. Şansızlarsa da zaten yapacak başka bir şey kalmamıştır ve dünyadan bir melek daha eksilmiştir. Berbat hikayeleri duyup iğrenç insanları gördükçe bizler, insanlığımızdan utanırız. Değiştirilecek, yapacak başka bir şey yoktur; o insanları içimize almaz, kendi dünyalarında kaderlerine terk ederiz ve bir gün, üçüncü sayfada haberlerini okuyacağımız ihtimali de hep yaşar gider.
Oyunun yazarı Şamil Yılmaz, kalemiyle, yarattığı karakterlere ve onların anlattığı hikayelere imzasını atmış. Teoride aynı, pratikte farklı her kadın, yaşadıkları her trajedi özenle işlenmiş. Anlattıkları hikayeler, bizi sarsıyor, yere çakıyor ve bazen de biraz umut tohumlarıyla suyun üstüne çıkarıyor. Bunları yaparken acındırma, Küçük Emrah tarzında boynumuzu bükmece gibi gereksiz taktikler, ajite etmeler ve yapay ifadeler yok. Onun yerine her kahramanın sağlam duruşu, o dünyanın jargonu ve her daim kesilen raconları var. Oyunun metni, bir kelime az ne bir kelime fazla, bir o kadar da derin ve her bölümü bıçak gibi keskin.
Trans kadınlara adanmış böyle bir oyunu yönetmek, karakter geçişlerinin su gibi akmasını sağlamak da görüldüğü gibi o kadar kolay değil. Yönetmen Serdest Vural’ı da en az oyunun yazarı kadar tebrik ve takdir etmek gerek. Dekor, kostüm ve müziklerin de hakkı verilmeli. Sahnedeki dört sandalye, iki masa, masalardan birinin üstünde şişenin dibini görmeye aday bir duble ve yakılıp ciğerlere çekilmeye aday birkaç sigara, bir pavyon havasını vermeye yetiyor bile. Kostümler, küpeden tüylü şala kadar kullanılan tüm aksesuarlar da o dünyanın en gerçek üyeleri. Işık sistemi, ortamı çoktan kasvetli, boğuk ve dumanaltı yapmış. Son olarak da, çalınan müzikler, söylenen şarkılar ortamın havasını ikiye katlayacak kadar arabesk, dinlerken karşılıklı bir tek atalım diyeceğimiz kadar damardan. Kısaca dekordan, aksesuarlara müzik sisteminden ışık düzenine kadar her şey özenle yerli yerine oturtulmuş. Hal böyle olunca, bize de Umut Eser, Ayşegül Çaylı ve sahne arkasındaki tüm ekibin eline sağlık demek düşüyor!
Oyunu bu kadar etkileyici yapan ve deyim yerindeyse uçuran kahramanı ise Ahmet Melih Yılmaz. Tek bir kişi, dörtten sonra sayamadığım karakterlere derinden hayat verdi ve her birinin yaşadığı trajedilerin sonucunda onlarla birlikte ruhunu teslim etti. Bir sandalyeden diğer sandalyeye geçtiğinde, bir toka takıp ya da sırtına bir şal alarak yani sadece 10-15 adımdan ve en fazla iki dakikadan sonra işi aynı, hikayesi ve travması ayrı hayat kadınlarının kimliğine o dakika girdi; bizi de onların duygu ve çaresizliğiyle sarıp sarmaladı. Oyunculuğundaki hıza, karakter değişimindeki yaratıcılığa hep birlikte şapka çıkarttık. Sayesinde her hikayenin sonunda da yere çakıldık, kalp çarpıntılarına maruz kaldık. Ancak sanmayın ki, bir saat boyunca bizler de ayrı birer travmatik vaka olduk. Zaman zaman söylediği şarkılarla, dağılan parçalarımızı topladık. Bizlerden de eşlik etmemizi istedi, geri çevirmedik. Yıldız Tilbe’den Ebru Gündeş’e kadar bildiğimiz şarkıcıların o meşhur şarkılarıyla, fantazi ve arabesk müziğine hep birlikte ve bangır bangır bir saygı duruşunda bulunmamız çok iyi oldu. (Şekil 1A: https://www.youtube.com/watch?v=5LAME7WVql0) Aktı akacak gözyaşlarımızla, oyunun akışı gibi inişli çıkışlı ruh halimizle ve içimiz oyulmuş şekilde oyundan çıktık ama olsun böyle bir deneyimi yaşamak insanın başına kim bilir kaç oyunda bir gelir!
Kadınlar, Aşklar, Şarkılar, her açıdan ve en çok da oyunculuk bakımından beni benden aldı ve dilerim sizler de izlediğinizde aynı duygu ve düşüncelerle oyundan ayrılırsınız. Hatta benim gibi yeniden izleme planları yaparsınız. Biraz kalp çarpıntısı, biraz baş dönmesi ve sersemlik hissi gibi yan etkileri olacak ama endişelenmeyin, bunlar bile size iyi gelecek. İyi seyirler!
Oyunla ilgili merakınızı kısa bir tanıtım videosunu izleyerek geçirmek isterseniz sizi böyle alalım:
İlk yorumu siz yazın!