Bariton Kartal Karagedik‘in, çağımızın en önemli piyanistlerinden biri olan Helmut Deutsch eşliğinde kaydettiği “Prometheus” isimli ilk albümü Amerika merkezli Prima Classics etiketiyle yayımlandı. Karagedik, Franz Schubert’in mitolojik besteleri Prometheus ile dinleyicisine mitolojik ve büyüleyici bir yolculuk vaat ediyor. Albümünü “Bazı hikâyeler ve şarkılar vardır ki yüzyıllar boyunca tekrar tekrar anlatılmalı ve söylenmelidir. Schubert’in müziği, sıklıkla işlediği mitler gibi, bu ebedi kategoriye ait.” olarak ifade eden Kartal Karagedik ile müziğinin geçtiği yollara ve Schubert’in mitolojik hikâyelerinin dünyasına dair konuştuk. 

img_5521-2
Prometheus Albüm Kapağı | Fotoğraf: Prima Classics

İlk albümünü çıkardığınız şu günlerde yolculuğunuzu biraz geriye sararak dünden bugüne, bugünden yarına uzanacak bir yolculuğa çıkarmak isterim sizi. Müzik ile kurduğunuz temasın, bu temasın hayatınızda bıraktığı iz(ler)i anlatabilir misiniz?

Müzik, ilk başladığım günden beri hayalini bile kuramayacağım bir hayat hediye etti bana. Hayatımda çok büyük anlamları olan dostluklar ve tanışıklıklar, ailemi bile müziğin önüme getirdiği yolculuklarla buldum ve kurdum. Aynı zamanda müzik, benim için her zaman bir hikâye anlatma biçimi oldu. Her zaman bir şarkının ya da melodinin sadece notalar değil, aynı zamanda insan ruhuna dokunan bir anlatı olduğuna inandım. Belki de bu yüzden, hem operada hem Lied yorumculuğunda her zaman anlatının merkezde olduğu bir yaklaşım benimsedim. Mitolojiye olan ilgim de buradan geliyor aslında. Henüz bir çocukken, Efes Antik Kenti’nde dolaşırken, o taşların binlerce yıl öncesine ait hikâyeleri barındırdığını hissetmek gibi… Aynı duyguyu Schubert’in şarkılarında da buluyorum. Her biri, insan doğasına dair zamanın ötesine geçen bir anlatı sunuyor.

İnsan, yaşamı boyunca tüm manaları kendi içinde dönüştürebileceği bir zemin arayışındadır. Müzik, hem dinleyen için hem de icracısı için birçok dönüştürücü ve sürükleyici unsura sahip. Bu noktada müziğin varoluşsal ve yaşamsal olarak size sağladığı çerçeveler neler oldu?

İnsan yaşamı başlı başına bir dönüşüm. Varlığın sınırında bir kıvılcımken bir bebeğe, oradan çocukluğa ve yetişkinliğe… Zamanla şekillenen, değişen, öğrenen bir varlığız. Bu, insanlık tarihinin başından beri böyle. Müzik de bu dönüşümün en saf hâlde anlatıldığı yerlerden biri. Bazen içsel bir değişimi, bazen büyük bir kırılma anını, bazen de kaçınılmaz bir kaderi seslendiriyor. Herkesin müzikle kurduğu bağ farklı. Bazı eserler birini derinden sarsarken, bir başkasında bambaşka duygular uyandırıyor. Çünkü herkesin hikâyesi, geçmişi ve ruhunda taşıdığı izler farklı. İnsan hangi şarkının içinde kendini buluyorsa, işte o müzik onun yolculuğuna eşlik eden bir anlatıya dönüşüyor.

Bu albümde de mitolojinin kadim hikâyeleri üzerinden dönüşümün farklı yüzlerini anlatmaya çalıştım. Prometheus önce bir yaratıcıydı; tanrılar ona insanları şekillendirme görevini verdi. Ama o, yalnızca yaratmayı yeterli görmedi, insanlara ateşi de sundu ve böylece tanrılara karşı bir isyancıya dönüştü. Başlangıçta bir yaratıcı iken, sonunda zincire vurulmuş bir kurbana dönüştü. Ganymed’in hikâyesi ise bunun tam tersine bir yön çiziyor. O, bir ölümlüydü ama Zeus onu gökyüzüne yükselterek Olimpos’a kabul etti. Bu, dünyevi bir varlıktan ilahi bir boyuta geçişin hikâyesi. Atlas ise gücün ve sorumluluğun ağırlığını temsil ediyor. Titanomachy Savaşı’ndan sonra Zeus ona sonsuza dek gökkubbeyi taşımayı hükmetti. O devasa güce sahip figür, artık bir yükün altında ezilen birine dönüşmüştü. Ama işin ilginç yanı, Atlas üzerine yazılmış Lied aslında bir aşk acısını anlatıyor. Omuzlarında evreni taşımak, bazen sevdiğimiz birini kaybetmenin ya da ona ulaşamamanın yüküyle eşleşebiliyor. Mitoloji yalnızca tanrıların hikâyesi değil; o anlatılarda kendimizi, duygularımızı, kayıplarımızı buluyoruz.

Zaman ilerledikçe geriye dönüp baktığımızda neler yaptığımızı görmek, zamanın ve mekânın bir yerlerine çentik atmak yeni şeylerin inşası için güç devşirebileceğimiz alanlar oluyor. Şimdiden geriye dönüp baktığınızda sizin için  özel olan konserler, performanslar hangileriydi?

Benim için her konser, her temsil çok özel. Her sahnede, her seyircide farklı bir atmosfer oluşuyor ve ben o akışın içinde kaybolmayı seviyorum. Müziğin ve sahnenin en büyüleyici yanı da bu; zamanın duruyormuş gibi hissettirmesi. Ama bazı anlar var ki, hafızamda hep yer edecek. Yıllar önce Hänsel und Gretel temsili sırasında, sahne orman dekoruyla kaplıydı. Temsilin ortasında nereden geldiğini anlayamadığımız bir güvercin sahneye girdi. Ağaçlardan birinin dalına kondu, bir süre orada kaldı, sonra seyircinin üzerinden süzülerek uçtu, tekrar sahneye döndü ve aynı dala yerleşti. Temsilin sonuna kadar orada kaldı, sanki oyunu izliyordu. O gün Dietrich Fischer-Dieskau’nun vefat ettiği gündü. Bu rastlantı bana her zaman ilginç gelmiştir. Tüm konserlerim, temsillerim kendi içinde bir yolculuk ama bazı anlar, sahnenin beklenmedik sürprizleriyle daha da unutulmaz oluyor.

youtube play youtube play

Franz Schubertin mitolojik bestelerinden oluşan Prometheus albümünüzü yakın zamanda yayımladınız. Bu albümün ortaya çıkış hikâyesini anlatabilir misiniz? Repertuar seçimi aşamasında neler düşündünüz?

Schubert kaydı denilince belki ilk olarak akla gelenler Winterreise ya da Die schöne Müllerin gibi Schubert’in kendi kurguladığı Lied döngüleri oluyor. Ancak ben, bu döngülerin dışında, farklı bir tema etrafında birleşen şarkılarla bütünlüklü bir albüm yaratmak istedim. İlk albümümde Schubert’in mitolojik hikâyelerinin güçlü anlatısını sunmak istedim. Schubert, antik figürleri yalnızca tarihsel bir anlatının parçası olarak değil, insan ruhunun çatışmalarını ve varoluş mücadelesini yansıtan karakterler olarak ele almıştı.

600’ün üzerindeki şarkının her birinin sözlerini okuyarak hiçbir eseri kaçırmadığımdan emin olmak istedim. Tabii ki ortaya 40’a yakın bu konuyla ilgili Lied çıktı. Bunların hepsini bir albüme sığdırmak mümkün değildi ve toparladığım listeden bir seçim yapmak zorundaydım. Bunu bir hikâye döngüsü altında birleştirmek için albümün son hâlindeki eserlere karar verdim. Aslında Schubert, yaşarken mitolojik bir Lied döngüsü üzerine çalışmaya başlamıştı ama bunu tamamlamadı. Bu eksikliği bir ilham kaynağı olarak gördüm ve bu projeyi şekillendirirken, onun tamamlayamadığı bu fikri kendi perspektifimden ele almak istedim. Tabii ki bu şarkılar yalnızca anlatılarıyla değil, vokal gereksinimleriyle de oldukça zorlu eserler. Schubert’in bu mitolojik şarkıları, bir şarkıcının teknik ve müzikal tüm sınırlarını zorlayan bir yapıya sahip. Bir yanda Wagner veya Verdi operalarındaki gibi güçlü ve fortissimo cümleler, diğer yanda zarif legato hatları ve incelikli artikülasyonlarla üçlü piano nüansına uzanan bir renk skalası… Operatik renklerin baskın olduğu bu şarkılar, hem hikâyeleri hem de döneminin çok ilerisindeki müzikal diliyle olağanüstü bir anlatı sunuyor. İşte tüm bu unsurları bir araya getirerek, Schubert’in dünyasında yeni bir yolculuk başlatmak istedim.

Albümün başlığı, tanrılardan ateşi çalarak insanlara getiren efsanevi Titan Prometheusa atıfta bulunuyor. Sizin için Prometheusun ifade ettiği anlam ve ona müzik üzerinden bakmanın ifade ettikleri neler?

Prometheus, insanlığa ateşi getiren Titan’dır. Zeus’un yasağına karşı gelerek onlara yalnızca fiziksel bir ısı ya da ışık kaynağı değil, aynı zamanda yaratıcılığın, bilginin ve özgürlüğün kıvılcımını verdi. Bunun bedeli olarak zincire vuruldu ve her gün dev bir kartal tarafından ciğeri yenerek sonsuz bir cezaya mahkûm edildi. Bu mit, insanın aydınlanma yolundaki mücadelesini anlatır. Ateş burada yalnızca bir element değil, düşüncenin, sanatın ve bireysel özgürlüğün sembolüdür. Prometheus, güce başkaldıran ve insanlığın gelişimi için kendini feda eden bir figür olarak, ilk hümanist ve otokrasiye karşı duran ilk isyancı olarak görülebilir.

Birçok besteci Prometheus’tan ilham aldı ve onun hikâyesini müziğine yansıttı. Beethoven, Liszt, Hugo Wolf ve tabii ki Schubert, eserlerinde onun isyanını, acısını ve insanlık için yaptığı fedakârlığı işledi. Schubert’in Prometheus şarkısında Titan’ın öfkesi ve başkaldırısı güçlü bir müzikal anlatımla hayat bulurken, Liszt’in senfonik şiirinde trajedisi ön plana çıkar. Her besteci, Prometheus’un hikâyesini kendi diliyle yorumladı, ancak hepsi onun özgürlük uğruna ödediği bedeli müzikle hissettirmeyi başardı bence.

youtube play youtube play

Albümde çağımızın en önemli piyanistlerinden biri olan Helmut Deutsch eşlik ediyor size. Biliyoruz ki onunla birlikte birçok önemli konsere ve performansa imza attınız. Aranızdaki ilişkiyi, birbirinizi tamamlayan yanlarınızdan ve albüm için gerçekleştirdiğiniz çalışmadan bahsedebilir misiniz?

Helmut Deutsch’un kayıtlarını ilk kez üniversite yıllarımda keşfettim. O zamanlar Spotify ya da dijital platformlar yoktu. Kütüphaneden CD ödünç alır, tekrar tekrar dinlerdim. Onun eşlik ettiği kayıtları dinlerken piyanonun tek başına bir hikâye anlatabildiğini fark ettim. Yıllar sonra, ortak bir arkadaşımız sayesinde tanıştık. Ona şarkı söyledim ve aramızda anında bir bağ oluştu. Helmut, “Müzik yapmak, âşık olmak gibidir” demişti. Gerçekten de öyle. İlk andan itibaren uyum sağlarsınız ya da sağlamazsınız. Albüm kaydına başlamadan önce verdiğimiz iki konser bu yüzden çok önemliydi. Konserde anlatım doğal bir akışla gelişirken, albümde her şeyin neredeyse kusursuz olması gerekiyordu. Hangi gün hangi şarkıyı kaydedeceğimizden, albümdeki sıralamaya kadar her detayı titizlikle planladık. Avusturya’nın Hohenems kentinde dört gün boyunca, aralıksız günde 6-7 saat süren kayıt seansları gerçekleştirdik. Albümün bir tür Liedler döngüsü gibi olmasını istedik. Şarkıların sıralaması, hikâyelerinin birbirine bağlantısı ve harmonik uyumları bu yüzden çok önemliydi.

Schubert’in belki de sönük bir mum ışığında, gecenin bir yarısı eklediği her nüansı, her noktayı, her virgülü kaçırmamak için inanılmaz bir titizlikle çalıştık. Saatler süren provalar, her nüansı en doğru şekilde yakalamak için tekrar tekrar denemeler… Edisyonlardaki hataları bulmak için Schubert’in el yazısı notalarını tek tek incelediğimiz geceler hâlâ gözümün önünde. Bir şarkının hikâyesini tam olarak hissettirecek sesi, ifadeyi, rengi ararken kaybolduğumuz o anlar… Ve tabii ki Helmut’un evindeki o unutulmaz sahne; 21 şarkının notalarını salonun zeminine yayarak yapboz gibi sıralaması… Hem hikâye anlatımı hem de tonal geçişler için en doğru akışı bulana kadar tekrar tekrar denemeler yaptık. Bu süreç sadece bir kayıt çalışması değildi. Schubert’in dünyasına adım attığımız, onun müziğini en doğru şekilde anlatabilmek için çıktığımız bir yolculuktu.

img_5522-3
Helmut Deutsch & Kartal Karagedik | Fotoğraf: Alexandre de Terwangne

Mitoloji, geçmiş zamanda yaşamış insanların varoluşsal soruları cevaplamak üzere oluşturduğu mitleri inceler. Varoluşa, yaşama dair belli efsaneler üretmek için yapılan söylenceler bilimi olarak da geçer. Albümdeki parçaların seçimi de bu noktada bilgilendirici ve büyüleyici bir yolculuk vaat ediyor. Sizce bu albümü dinleyenler için nasıl kapılar aralanacak?

Albümdeki şarkıları seçerken, dinleyiciyi sadece müzikal bir yolculuğa çıkarmak değil, aynı zamanda Schubert’in dünyasına davet etmek istedik. Onun müziği sadece güzel melodilerden ibaret değil; içinde derin bir anlam, bir ruh var. Schubert’in şiirlerini bestelediği şairlerin başında Goethe ve Mayrhofer geliyor. Bu şairler, yaşadıkları dönemin baskılarına rağmen sanatı bir özgürlük arayışı olarak gördüler. Mayrhofer ilginç bir figürdü—gündüzleri sansür memuru olarak çalışıyor, geceleri ise şiirlerinde özgürlüğü ve insanlık değerlerini savunuyordu. Bu çelişki, onun eserlerine de yansıdı. Schubert, Mayrhofer ve Goethe gibi şairlerin şiirlerini müziğe dökerken, sadece bireysel duyguları değil, aynı zamanda dönemin baskıcı düzenine karşı duyulan isyanı da anlatıyordu. Prometheus gibi şarkılarda sadece bir Titan’ın başkaldırısını değil, dönemin yozlaşmış kurumlarına karşı bir eleştiriyi de duyabilirsiniz. Schubert’in müziğindeki dramatik yoğunluk ve ani harmonik değişimler, yalnızca kişisel bir anlatım değil, bir sanatçının özgürlük arayışının ve insanın varoluş mücadelesinin bir yansımasıydı.

Bu albümü dinleyen biri, mitolojinin derinliklerine inerken aslında sadece antik kahramanların hikâyelerini değil, bir sanatçının içsel dünyasını da keşfedebilir. Schubert’in müziği, sıkışmış bir dünyada nefes alabileceğiniz bir alan gibi; hem bireysel hem de toplumsal bir direnişin sesi. Ama bu albüm sadece müzikten ibaret değil, dinleyen herkesin kendi iç dünyasına da yeni kapılar açabilecek bir yolculuk sunuyor.

Bir de işin psikolojik boyutu var. Carl Gustav Jung’un Kolektif Bilinçdışı ve arketipler üzerine yazdıklarını okumayı kesinlikle tavsiye ederim. Jung’a göre mitolojik figürler sadece eski hikâyelerin kahramanları değil, aslında bilinçdışımızda yaşayan, bizi şekillendiren arketiplerdir. Bunlar binlerce yıldır tekrar eden insan deneyimlerinin yansımaları. Albümdeki mitolojik figürler de aslında bizim hayatımızda, hatta atalarımızın hayatlarında da vardı. Jung’un dediği gibi, onlarla bilinçdışında bir bağımız var. Bu figürlere baktığımızda, aslında kendimizle ilgili bir şeyler bulabiliriz. O yüzden bu müzik, sadece bir dinleme deneyimi değil, aynı zamanda insanın kendini keşfetmesi için bir fırsat da sunuyor.

Mitolojide de müzik de insanlık tarihi kadar eski. Nesiller boyu insanlık hikâyesinin aktarımı bu iki alanda da devam ediyor. Soracağım şeyin çerçevesinin çok geniş olabileceğini tahmin edebiliyorum ama bu aktarımı müzik yoluyla yapan biri olarak, müziğin hikâye aktarımındaki yeri ve önemi nedir sizce?

Saatlerce konuşabileceğimiz bir konu, senin de dediğin gibi, ama tek bir cümlede toparlamam gerekirse, insanlık bir hikâyedir, sanat ise bu hikâyeyi anlatmanın aracıdır; insan, hikâye anlatarak bugüne ulaşmıştır ve hikâyeleri anlatmak, benim sanatımın özü !

youtube play youtube play

Albümle ilgili “Bazı hikâyeler ve şarkılar vardır ki, yüzyıllar boyunca tekrar tekrar anlatılmalı ve söylenmelidir. Schubert’in müziği, sıklıkla işlediği mitler gibi, bu ebedi kategoriye ait” diyorsunuz. Albümü yayımlamak ile bu konuda nasıl bir misyon gerçekleştirdiniz?

Schubert’in müziği gerçekten insanın tüm duygularını derinlemesine yansıtıyor, bu yüzden onun şarkılarını yorumlamak hem büyük bir zevk hem de bir enigma. Albümde, bu antik hikâyeleri ve duyguları modern bir bakış açısıyla sunmak istedim. Hem geçmişe saygı gösterip hem de bu müziği bugünün dünyasında yeni bir anlamla tekrar hayat bulması için bir fırsat yaratmak istedim. Bu albümü büyük bir keyifle yaptım ve sonuçtan gerçekten çok memnunum, bir misyon olarak değil, tamamen zevkle. Ama bu albümü yaparken kendime dair, kendi iç dünyama dair o kadar çok keşifte bulundum ki, sanki Prometheus’un ateşi benim iç dünyamı aydınlattı. Benim kazancım bu yönde oldu bu albümden.

Gelecekte sizi neler bekliyor? Neler duyacağız sizden?

Yoğun bir sezon geçiriyorum. Şu anda Monte Carlo’da Wagner’in Das Rheingold operasında ilk Wagner rolümü söylüyorum, gerçekten heyecan verici bir deneyim. Sonrasında Hamburg Operası’nda Don Pasquale operasında Malatesta, Wiesbaden Mayıs Festivali’nde ise İnci Avcıları operasında Zurga rolünü söyleyeceğim. Birkaç Lied konserim de olacak. Haziran ve temmuzda Figaro’nun Düğünü operasında Kont Almaviva olarak sahnede olacağım. Mart ayında ise İzmir’de Adnan Saygun Konser Salonu’nda özel bir konserim var, Mahler’in Lieder eines Fahrenden Gesellen eserini seslendireceğim. Gerçekten dört gözle bekliyorum!

Önümüzdeki sezon ise Parsifal operasında Amfortas rolüyle başlıyorum, ardından La Traviata operasında Germont ve Pique Dame eserinde Yeletskij rollerim var. Tabii ki bunların dışında birçok orkestra konseri, Lied resitalleri, büyük festivaller ve albüm kayıt projeleri de devam edecek.

img_5520-2
Kartal Karagedik | Fotoğraf: Oliver Hadji

Sorularımı döngüsel olarak başladığım yere, kişisel bir noktaya getirerek bitirmek isterim. Müzik ve sahne dışında Kartal nasıl biri, neler yapar, nerelerden ilham alır, gündelik uğraşıları neler?

Fotoğrafçılık ikinci kariyerim, bu sene iki tane kişisel sergim oldu, bir tanesinin daha hazırlıklarını yapıyorum. Hayattaki kontrastlar benim için çok önemli—ışık ve gölgeler, müzikte olduğu gibi fotoğrafda da ana materyallerim; bu kontrastlar ile şarkı söylediğim gibi fotoğraf çekmeye ve fotoğraf çektiğim gibi şarkı söylemeye çalışıyorum. Ayrıca Jungian arketipik psikolojiyle de meraklıyım, bu alan hayatımın merkezinde yer alıyor diyebilirim. Resim de yaparım… Tabii ki, bu yoğun tempoya rağmen eşim ve 4 yaşındaki kızımla birlikte, onlar benim her odak noktamda, birlikte yaşadığımız güzel bir hayat sürmeye çalışıyorum.

Kartal Karagedik’in Prometheus albümünü buradan dinleyebilirsiniz. 

Kapak Fotoğrafı: Oliver Hadji 

İlginizi çekebilir: Halil Şimşek’ten Nil Venditti ile Orkestra Şefliği ve Kariyeri Üzerine