Kısa Bir Ege Turu: Seferihisar, Urla, Ilıca, Alaçatı
5 günlük kısa tatil sonrası, kalbim resmen Ege’de kaldı diyebilirim. Ülke içinde olup da böylesi özgür hissettiğim bir anım hiç olmamıştı sanırım. Yaz bitiyor, son düzlüğe girmişken, tatil planı yapma uğraşındaysanız bu saydığım yerlerden birine gidin derim; karar sizin!
En yakın arkadaşımla arabaya tüm eşyaları dağınık şekilde yükleyip yola koyulduk. Kasmayacağımız, sadece anların keyfine varacağımız bir tatil yapmayı hedefledik ve kalacağımız oteller için rezervasyon dahi yaptırmadık, sadece gidebileceğimiz yerlere şöyle bir bakınıp, görülesi olanları işaretledik. Uzun bir yol sonrası ilk durağımız olan Seferihisar, Sığacık’a geldik. Seferihisar, İzmir’in güneybatısında bulunuyor ve yaklaşık 50 km uzaklığında. Seferihisar bir ilçe olarak, içerisinde en eski yerleşim yerlerinden olan Teos’u barındırıyor. Kalabalıktan uzak, daha sakin tatil severlerdenseniz çok uygun bir ilçe burası.
Sakinlik arayarak geldiğimiz bu ilçede, bir beach’e giderek küçük bir hata yaptık diyebilirim; ancak deniz oldukça berrak ve temizdi. Bahsettiğim Mukka Beach’e yolunuz düşerse, içeceklerinizi alıp denizin içerisindeki masalardan birine yerleşebilirsiniz. Yol yorgunu olduğumuzdan, Kaleiçi tarafında gidip oralarda bir otel bulduk hemen. Sığacık’ta Kaleiçi’nde pazar günleri var olan pazara denk geldik şansımıza. Burada, insanların evlerinde yapıp getirdikleri birtakım yiyecekler satılıyor. Özellikle börek, kabak çiçeği dolmaları, sarmalar ve baklava, gözleme gibi hamur işleri çok fazla iştah açıcı görünüyordu, benden söylemesi. Pazarda satılan yiyecek ve taptaze içeceklerle karnınızı doyurmanız epey olası duruyor; ancak ben restorana gideyim, masamdan saatlerce kalkmayıp keyif yapayım diyenlerdenseniz, buranın en zevkli mekanı Milos Restaurant’a uğrayabilirsiniz. Burası Yunan tavernalarını andıran atmosferiyle ilgi çekiyor. Menüde deniz mahsülleri, leziz mezeler ve tatlılar mevcut. Deneyebilirsiniz. Yemek sonrasında çarşı içinde zaman geçirin; takılar, hediyelik eşyalar, çeşitli orijinal kıyafetler bulabilmek mümkün. Alışveriş sonrası demli bir çayla günün yorgunluğunu atın derim. Biz öyle yaptık.
İkinci gün, epey merak ettiğimiz, huzurundan, sakinliğinden çokça bahsedilen Urla’ya doğru yola koyulduk. Seferihisar’la aralarında uzun bir mesafe olmaması da tercihimizi bu yönde kullanmamızı kuvvetlendirdi. Aklımızda Foça, Karaburun ve Ildırı gibi seçenekler de vardı; fakat onları bir sonraki gelenekselleşmiş Ege gezimize bırakmayı tercih edip, Urla’da buluverdik kendimizi. Burada otelimizi sabahtan bulmayı tercih ettik ve Barba Hotel’e yerleştik. Bu sahil kasabasında kalbimi hakikaten bıraktım diyebilirim. Denizin sesi, takaların sağa sola gidişi, tertemiz hava Urla’yı ilk anda sevdirdi. Sonrasında gezdiğimiz çarşısı, insanların samimi ve sıcak oluşları da apayrı sebeplerdi. Yorgunluk kahvemizi, İrmik Hanım Patisserie’de içtik. Damla sakızlı kahveler ve yanında gelen kurabiyeleri midelerimize indirirken, çimlerin içerisinde güzel bahçesine de hayran kaldık bu mekanın. Ben büyük bir tatlısever değilim; ancak siz öyleyseniz burayı ayrı bir tavsiye konusu yapmalıyım. Fırından çıkan tatlılar inanılmaz görünüyordu.
Günü denize girip dinlenerek geçirdikten hemen sonra, akşam çok fazla duyduğum, Denizaltı Restaurant’a gidiyoruz. Denize sıfır, suyla kol kola oturabildiğimiz masalardan birine yerleşip, mezelerden ve ara sıcaklardan sipariş ediyoruz. Rakı-balık keyfinin en güzel hali böylesi. Denediğimiz mezeler leziz. Ara sıcaklardan özellikle kalamar dolmasına bayılıyoruz. Yunanistan’ı da kısacık bir anmış olup saatlerce aynı yerde dalıp dalıp gidiyoruz.
Ertesi gün, ilk olarak koca tatilde favorim diye her yanı çınlattığım, Delikli Koyu’na gidiyoruz. Burası bakir kalmış, tesis olmayan harika bir koy. Beach’lere epey yakın ve korkarım keşfedilmeye başlanmış (kamp yapanlar vardı) yine de sakin, tertemiz deniziyle de her gidişimde mutlaka uğramak isteyeceğim bir alan. Özellikle Caddebostan sandalyesi olarak adlandırdığım ufak sandalyeleri kumun üstüne yerleştirip, etrafı seyretmek, denizin sesini dinlemek unutulmazdı.
Tek sorun çok sıcak olduğundan ve şemsiyemiz bulunmadığından ancak burada üç saat geçirebildik ve bir diğer favorim olan Ilıca Plajı’na geçtik. Ilıca’nın denizine ben şahsen bayıldım. Kumu, rengi, berraklığı, o kalabalığa rağmen tertemiz hali çok çok güzeldi bence.
Ilıca’da günü bitirdikten sonra Alaçatı’ya doğru rotamızı çevirdik. Bir tek burada alacağımız yer önceden belliydi. Alaçatı, ani programları kaldırmaz diyerek, kalacağımız oteli önceden seçtik. Haklı da çıktık. Oteli çok beğenip, ikinci gün de kalmak istediğimizde dolu olduğunu gördük. Otele gelecek olursam; burası aslında yeni açılan bir restoran. Epey popüler olmuş bir mekan; Esnaf. Çok fazla insan bilmiyor; fakat burada üst katta iki oda var. Çok temiz, yepyeni bir yer. Alt katında da harika bir restoran var. Açıkçası aklımızda Fava veya Bi’ ince Meyhane’de yemek yemek vardı; ama Esnaf’ın ortamına resmen kapıldık. İyi ki de öyle yapmışız. 9 çeşit meze, üç çeşit ara sıcak ve ana yemekle, uygun fiyatlar ve doksanlar popun harika örnekleriyle enfes dakikalar geçirmemizi sağladı burası. Esnaf’ta en sevdiğim şey o harika muhlama topları oldu sanırım. Mezeler de inanılmaz lezzetliydi. Alaçatı’nın son zamanlarda parlayan mekanlarından olması oldukça anlaşılır bir durum. Herkese de gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim burayı.
Bundan sonrasını biraz daha hızlı anlatacağım. Bir sonraki gün, klasik bişeyler yapalım diyerek, Madeo Beach’e gittik ve tüm günü burada geçirdik. Hafta sonu olmadığından sanırım epey sakindi ve kesin çok kalabalık olur gibi bir önyargıyla gitmiş olmama rağmen, bu sakinlik, müzikler ve içecekler çok hoşuma gitti. Akşam kumru ve midye dolmalar eşliğinde İzmir klasiklerini yiyerek geçirip, Bostanlı’da geçen seneki tatilimizi yad ettik. Sabahsa, benim en sevdiğim kahvaltı mekanlarından olan Tuzu Biberi’ne gidip leziz bir kahvaltı yaparak, yolculuğa hazırlandık. Yazın son demlerini yaşarken, hepinize bu tip bir Ege turunu tavsiye edebilirim 🙂
İlk yorumu siz yazın!