İlk yorumu siz yazın!
KİTAP: Albert Camus'den "Yabancı"
İkinci Dünya Savaşı sonrasında varoluşçu edebiyatçıların en önemlilerinden birisi olan Albert Camus’nün “Yabancı” isimli romanı, edebiyatın evrenselliğine ve zaman tanımazlığına güzel bir örnek. 1957 yılında edebiyat alanında Nobel Ödülü’ne layık görülen yazarın henüz herhangi bir kitabını okumadıysanız “Yabancı”, başlangıç için güzel bir roman.
Cezayir doğumlu gazeteci, felsefeci ve yazar Albert Camus, 1957 yılında edebiyat alanında Nobel Ödülü’ne layık görüldükten iki sene sonra, 46 yaşında, bir trafik kazasında hayatını kaybediyor. 20. yüzyılda edebiyat dünyasının en önemli isimlerinden birisi olarak kabul edilen yazarın, romanlar ve deneme kitapları dışında yazmış olduğu uzun öyküler ve tiyatro oyunları da var.
Felsefe alanında varoluşçu akımın etkisinde açıklanabilecek olan absürdizmin bir yansıması olan “Yabancı“, Fransa’da 1942 yılında, Türkiye’de ise Can Yayınları tarafından 1981 yılında yayımlanmış; her edebiyat severin bir dönem okumuş olduğu, insanı düşünmeye sevk eden klasikler arasında yerini almış bir roman. Hatta ünlü yönetmen Zeki Demirkubuz, “Yazgı” isimli filmindeki baş karakter Mete’yi Bay Meursault’dan esinlenerek yarattığını ifade etmişti. (Camus’nün Bay Meursault karakteriyle Demirkubuz’un Musa karakteri arasındaki kıyaslamaya ilişkin bu yazıya göz atmanızı öneririm.)
Kitabın başlangıcında baş karakter Bay Meursault, annesinin ölüm haberini alıyor ve ardından cenaze işleri için huzurevinin bulunduğu Marengo’ya gidiyor. Cenaze tamamlanıp eve döndükten sonra, sanki hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyor. Örneğin annesinin ölümünün ertesi gününde boynunda yas boyun bağı ile denize yüzmeye gidiyor. Marie isimli bir sevgilisi oluyor. Sevgilisi ile ilişkisinde de enteresan bir nesnellik var. Bir gün komşusu Raymond Sintes ile ilgili bir olayda, güneş yüzünü kamaştırınca fellah bir Arap’ı öldürüyor ve mahkemede yargılanmaya başlıyor.
Bay Meursault’nun dış dünya ile arasına koyduğu mesafeyi anlayabilmekte zorlanıyoruz. Annesinin ölümüne üzülmüyor, sevgilisinin onu sevip sevmediği sorusuna rahatça olumsuz cevap verebiliyor, tutuklandığında ise tutuklanma durumuna bile ‘yabancı’. Dış dünya ile arasına ciddi bir mesafe koymuş; öyle ki, duygulara yer yok. İnsanın yaşamında karşılaştığı kötülüklere karşı hiç üzülmemesi belki de bir savunma mekanizmasının sonucu? Hayır. Sanki derin bir tekeffür içerisinde, tutarlı davranışlar sergiliyor. Camus’nün yansıttığı absürd akımını temsil eden bir ana karakter ile karşı karşıyayız. Camus’nün aslen, Türkiye’de Can Yayınları tarafından yayımlanan, “Sisifos Söyleni” isimli deneme kitabında yazmış oldukları genelinde kısaca absürd akıma göre kişi, her bir Sisifos, hayatın anlamsızlığını bilerek yaşamalı fakat aynı zamanda endişeye kapılmaksızın imkansız olanı gerçekleştirmeye çabalamalıdır. Yabancı’yı bu bağlamda okuduğumuzda ortaya çıkacak tablonun biraz daha şekillenebileceği kanısındayım.
Camus’nün yarattığı Bay Meursault aslında bir adam öldürmüş olması sebebi ile kötü bir karakter olması gerekirken, kitabı okuyanın üzerinde böyle bir etki bırakmıyor. Bay Meursault, annesine karşı görevlerini yerine getiren iyi bir evlat, Marie’nin sevgilisi ve Raymond’ın komşusu olarak da iyi bir insan; ama öbür yandan fellahın katili. Bu yönü ile Güney Kore sineması yaklaşımı ile küçük bir benzerlik dikkatimi çekiyor. Kurbana değil de saldırgana acıyoruz. Acımasak bile en azından onu kötü bulmuyoruz.
Edebiyatın evrenselliğine ve zaman tanımazlığına güzel bir örnek olan “Yabancı” sadece edebiyat alanında değil, felsefe alanında da yayımlandığı dönemde büyük ses getirmiş bir roman. Böylelikle, tıpkı Kafka’nın “Dönüşüm” isimli kitabı gibi çoğu edebiyat severin gençlik yıllarından itibaren kütüphanesinin önemli bir köşesinde kendisine yer edinmiş ve birkaç kez okunmaya müsait bir klasik. Varoluşu ile ilgili düşünen, kaygıları olan herkes okumalı.
Yabancı (L’étranger),
Albert Camus (Çev: Vedat Günyol),
Can Yayınları, 2011, 111 sf.
Merhaba,
Giriş cümlesi hakikaten çok çarpıcı. Daha ilk cümleden kitabın geneline ilişkin bir düşünceye sahip oluyoruz. Sırf bu bile kitabın değerini gösteriyor. Herhalde bu nedenle çoğu yazar kitaplarının ilk cümlelerini daha fazla düşündüklerini söylüyor.
Nazik yorum için ben teşekkür ederim, beğendiğinize sevindim 🙂
Yabancı, lise yıllarımda okuduğum ve bitirdikten sonra "varoluşçuluk" hakkında üzerinde çok düşündüğüm bir kitaptı. Giriş cümlesinden bile etkilemişti beni. İngilizcesini okuduğum için Türkçesi şöyle olmalı... "Annem bugün öldü, belki de dün..."
Çok başarılı bir inceleme yazısı, tebrik ve teşekkür ederim.