Kız Neşesi: Merkezinde Kadın Karakterler Olan Mutlu Filmler
Yazar Buket Uzuner’in “Sadece kızlarda olan bir şeydir kız neşesi ve coşkusu. Hiçbir şekilde kimsenin onu öldürmesine izin vermeyeceksiniz.” şeklinde olan meşhur konuşmasını duymayan kalmamıştır diye umut ediyorum. Sandığımızdan çok daha önemli olan ve zaman zaman bulunması her zamankinden zor olan bu kız neşesini artırmaya yönelik sadece kadınlara değil; erkeklere de izlemesini ve anlamasını önerdiğim mutlu sonla biten filmleri sizler için derledim. İyi seyirler!
Kız Neşesini Artıracak Filmler
The Princess Diaries | 2001
Garry Marshall tarafından yönetilen, Meg Cabot’un aynı adlı kitabından uyarlanan film, başrollerinde Anne Hathaway (Mia Thermopolis) ve Julie Andrews (Kraliçe Clarisse Renaldi) gibi önemli isimleri barındırıyor. San Francisco’da yaşayan 15 yaşındaki sıradan bir lise öğrencisi olan Mia, bir gün Genovia adlı küçük bir Avrupa ülkesinin tahtına varis olduğunu öğrenmesiyle başlıyor. Mia’nın büyükannesi olan Kraliçe Clarisse ondan kısa süre içinde prenses olmanın sorumluluklarına alışmasını istiyor. Mia, hayatındaki bu ani değişiklikle başa çıkmaya çalışırken hem bir prenses olmanın getirdiği baskılarla hem de gençlik sorunlarıyla yüzleşiyor ve bize harika bir hikâye sunuyor. Hathaway’in filmdeki performansı izleyicilere gelecekte yıldızı parlayacak Emma Stone’un performansına bir ön hazırlık niteliğinde olduğu ise popüler kültürde sıkça duyduğumuz bir söylem. Aileniz ile izlemeye uygun, filmin yapımcılığını Walt Disney Pictures üstlenmiş ve müzikleri John Debney tarafından bestelenmiş olan bu film; sizlere bir konfor alanı sunacaktır diye umuyorum.
The Edge of Seventeen | 2016
Film; 17 yaşındaki Nadine’in lise hayatında yaşadığı zorlukları ve karmaşık duygusal dünyasını hepimizin az biraz empati yapabileceği noktalardan ele alıyor. Kelly Fremon Craig tarafından yazılan ve yönetilen bir gençlik dram-komedi filmi filmin başrollerinde Hailee Steinfeld (Nadine Franklin), Woody Harrelson (Bay Bruner), Haley Lu Richardson (Krista), Blake Jenner (Darian Franklin) ve Kyra Sedgwick (Mona Franklin) yer alıyor. Hailee Steinfeld’in canlandırdığı Nadine karakteri, özellikle ukala ve sarkastik mizahıyla öne çıkıyor. Nadine’in öğretmenini oynayan Harrelson ise Steinfeld ile olan ikili diyalog sahnelerinde daha da komik olması adına doğaçlamalar katması filme apayrı bir eğlence katıyor diyebilirim. Özellikle 15-17 yaş aralığında olan sinemaseverlere bu filmi birey olmanın getirdiği zorluklarla uğraşırken yalnız olmadığınızı hatırlayarak izlemenizi öneriyorum.
Mona Lisa Smile | 2003
Başrollerini Julia Roberts, Kirsten Dunst, Julia Stiles ve Maggie Gyllenhaal’ın paylaştığı film, 1953 yılında Wellesley College adlı seçkin bir kadın üniversitesinde geçiyor. Film, özgür düşünceli bir sanat tarihi öğretmeni olan Katherine Watson’ın (Julia Roberts) Wellesley College’da işe başlamasıyla başlıyor. Katherine, genç kadın öğrencilerine toplumun beklentilerinden daha fazlasını başarabileceklerini öğretmeye çalışmayı hedefliyor ancak öğrencileri, özellikle Betty Warren (Kirsten Dunst), toplumsal baskıların ve geleneklerin etkisi altında olup üniversite eğitiminin temel amacının evlilik olduğunu düşünüyor. Katherine, genç kadınların bağımsız düşünmelerini ve hayatlarını kendilerinin şekillendirmelerini teşvik ederken okul yönetimiyle ve öğrencilerin tutucu yaklaşımlarıyla mücadele etmek zorunda kalmasını konu alan film, kadınların kendi fikirlerini inşa etmelerinin sadece kendi hayatları için değil toplum düzeni içinde ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamamıza yol açıyor. Feminist temaları ve geleneksel cinsiyet rollerine eleştirileri ele almak istediğiniz bir gündemde bu film güzel bir başlangıç olabilir.
Easy A | 2010
Emma Stone’un muhtemelen hâlâ en sevdiğim filmi olan Easy A, Will Gluck tarafından yönetilen Modern bir (Nathaniel Hawthorne’un klasik romanı) “Scarlet Letter” uyarlaması olarak da görülebilir. Lise ortamında geçen yanlış anlaşılmalar ve dedikodular üzerine bir hikâyenin bu kadar zengin bir film olması her izlememde beni etkiliyor. Lisenin görünmez öğrencilerinden biri olan Film, Olive Penderghast’ın (Emma Stone), bir yalanın etkisiyle okulda popüler hale gelmesini konu alıyor. Olive, bir hafta sonu arkadaşına beyaz bir yalan söylüyor; okulun geri kalanı ise bu yalanı duyuyor ve Olive’in bir erkekle birlikte olduğu dedikodusu hızla yayılıyor. Kısa sürede, Olive bu kötü şöhreti kabul ediyor ve kullanmaya başlıyor. İnsanlar, onun hakkında dedikodular üretirken Olive, kendi hayatını kontrol etmeye çalışıyor. Stone, filmdeki performansı sayesinde Altın Küre’ye aday gösterildi. Filmdeki diğer harika performans ise Amanda Bynes’ın katkısı oluyor. Çocukluğu Nickelodeon tarafından berbat edilen Bynes bu filmdeki rolünden sonra oyunculuğa ara verdi ve bu, onun son projelerinden biri oldu. 80’li yılların gençlik filmlerini sevenler için diyebilirimki filmin tonu John Hughes’un gençlik filmlerine benziyor.
The Devil Wears Prada | 2006
David Frankel’ın yönettiği ve Lauren Weisberger’in aynı adlı romanından uyarlanan film New York’ta yaşayan Andrea Sachs (Anne Hathaway) adındaki genç bir kadının hikâyesini anlatıyor. Andrea, bir üniversite mezunu olarak büyük bir gazetede çalışmak istiyor ancak bu hedefe ulaşmanın ucu ilk işi ünlü moda dergisi “Runway”de Miranda Priestly (Meryl Streep) adındaki acımasız ve güçlü editörün asistanı olmaktan geçiyor. Meryl Streep, filmdeki performansıyla büyük övgü aldı ve En İyi Kadın Oyuncu dalı dahil olmak üzere birçok ödül adayı oldu. Streep’in Miranda karakteri, güçlü bir kadın figürü olarak sinema tarihine geçiyor. Film boyunca Andrea zorlu bir kariyer yolundan geçerken sevgilisi ve arkadaşları bu yolu zorlaştıracak ciddiyetsizlikte yaklaşıyorlar ve filmdeki kötü karakter kim kargaşası seyirciyi düşündürüyor. Öte yandan birden fazla kötü kahraman olabileceğini hatırlatarak mobbing kültürünü sempatikleştirmemek adına filmdeki asıl kötü karakterin Priestly olduğunu söylemekte fayda var görüyorum. Ama diğer bir yandan düşününce filmde kendine has üç ana kadın karakterler görüyorum ve ne bu karakterler ne de yan karakter aslında ne tam anlamıyla gerçekten iyi ne de kötüler. Hedefe giden yolda hedeften uzaklaşmanında normal sayılması gerektiğini hatırlatan bu film benim gözümde gerçek bir başyapıt diyebilirim.
Monte Carlo | 2011
Thomas Bezucha’nın yönettiği ve genç bir romantik komedi-drama filmi olan Monte Carlo, üç genç kadını ve Monte Carlo’da yaşadıkları maceraları konu alıyor. Birbirlerinden farklı karakteristik özelliklere sahip olan bu üç kadının birbirlerini desteklemelerini izlerken kendinizi film boyunca arka fonda çalan MIKA şarkılarını çalma listenize eklerken bulacaksınız. Film, Grace Bennett (Selena Gomez), Emma (Katie Cassidy) ve Meg (Leighton Meester)’in Paris’e yaptıkları bir tatil sırasında başlarına gelenleri anlatıyor. Grace, tatilin tadını çıkarırken bir tesadüf sonucu Monte Carlo’da zengin bir mirasçının (ikizi denecek kadar benzeyen) kılığına girer. Bu durum, Grace ve arkadaşlarının Monte Carlo’da lüks bir hayat sürmelerine olanak tanırken bu tatil kendileri hakkında çok fazla şeyi öğrendikleri bir yolculuğa dönüşüyor. Görsel açıdan oldukça çekim mekânları anlamında zenginlik sunan bu film eğlenceli bir cumartesi filmi olarak adlandırılabilir.
The Prince & Me | 2004
Hannah Neeleman, bilinen adı ile Ballerina Farm hakkında yazılan makaleyi duydunuz mu? Varlıklı erkekler ile evlenen ve geleneksel eş görevini üstlenen kadınların akımını temsil eden “trad wife” modasını duydunuz mu? Yanlış okumadınız bu bir moda gibi pazarlanıyor ve ne yazık ki hedef kitlesi genç kadınlar. Bu konu kadar duyulmamış olmasına rağmen aslında oldukça başarılı olan bu filmi izlemediyseniz son zamanlarda asla anlam veremediğim bu “trad wife” modasına bir tepki olarak bile izlemenizi öneriyorum ki düşünceleriniz şekillenirken en uç örnekler bir film senaryosunda sizlere sunulsun. Film, sıradan bir Amerikan üniversite öğrencisi olan Paige Morgan’ın (Julia Stiles), Danimarka’nın veliaht prensi Prens Edvard (Luke Mably) ile karşılaşmasını ve gelişen aşk hikâyesini anlatıyor. Edvard, sorumsuz bir yaşam sürmekten sıkılmış ve kimliğini gizleyerek ABD’ye, özellikle Paige’in okuduğu Wisconsin Üniversitesi’ne gitmiş. Burada sıradan bir öğrenci gibi yaşamak ve kendisini bulmak istiyor. Paige, Prens Edvard’ın gerçek kimliğinden habersiz ve onun sadece zengin bir öğrenci olduğunu düşünüyor. Zamanla birbirlerine aşık oluyorlar ancak Edvard’ın kraliyet statüsü ortaya çıktığında, Paige bir seçim yapmak zorunda kalıyor: Sıradan bir hayat mı sürecek yoksa Danimarka’nın kraliçesi mi olacak? Doğru insan, doğru zaman kavramından idealler ve hayaller üzerine düşünmenize yol açacak bu film hafta içi bir akşamınıza renk katacak ve ertesi sabah kız arkadaşlarınızla konuşacağınız düşünce akışlarına sebebiyet verecektir diye düşünüyorum.
İlginizi çekebilir: Eylül Aytan’dan TikTok’ta Tradwife Akımı
Bridget Jones’s Diary | 2001
Bridget Jones, Sharon Maguire’ın yönettiği bir romantik komedi filmi serisi. Helen Fielding’in aynı adlı romanından uyarlanan bu film, modern bir kadın olarak ilişkiler, kariyer ve kişisel gelişim üzerine mizahi bir bakış sunuyor. Filmi izledikten sonra muhtemelen çoğunuz benim gibi filmin uyarlandığı kitabı okumak isteyecek ve okuduktan sonra da yine benim gibi günlük tutmaya başlamak isteyeceksiniz. Hazır lafı açılmışken influncer kültürünün “journaling” olarak dile getirdiği ama anam babam usulü çocukken çoğumuzun yaptığı ve dillendirdiğinde “günlük tutmak” olan bu söylemden utanmayı bırakmamızın tam sırası. Günlük tutmak, yaşadığımız olayları kendimize yazarak anlatmak ya da duygularımızı dillendirmek utandırıcı değil ve yazmak (konu ne olursa olsun) muhtemelen hemen hemen hepimize iyi gelen bir aktivite. Kelime seçimlerimizi güçlendirir, hayalgücümüzü geliştirir ve belki de en önemlisi rahatlamamızı sağlar. Bu aktiviteye “journaling” demek aktivitenin özünü farklılaştırmıyor. Filme dönecek olursak film otuzlu yaşlarındaki Bridget Jones (Renée Zellweger) adındaki bekar bir kadının hayatını anlatıyor. Bridget bu yazıyı okuyan çoğu kişi gibi iş hayatında sıkıntılar yaşarken aynı zamanda aşk hayatında da karmaşalarla karşı karşıya. Ailesi ve arkadaşları, onun evlenmesi konusunda sürekli baskı yaparken Bridget kendi kimliğini bulma çabası içinde. Bridget sempatik kelimesinin yaşayan bir versiyonu ve rahatlatıcı bir karakter çünkü otuzlu yaşlarında olmasına rağmen medyanın kadınları yıllardır ikna etmeye çalıştığı gibi otuzlarında halletmesi gereken her şeyi yoluna koymuş, ehliyetini almış, kariyeri bir düzene oturmuş ya da çocuk sahibi biri değil. Muhteşem performansı ile Zellweger, bu rolüyle En İyi Kadın Oyuncu dalında Akademi Ödülü adayı oluyor ve Bridget her izleyicinin dostu olmaya devam ediyor.
İlginizi çekebilir: Elif Barış’tan Modern Bir Jane Austen Olarak Bridget Jones
Mean Girls | 2004
Buket Uzuner’ın “kız neşesi” terimini dile getirdiği konuşmasında geçen “Üç tane kız yan yana geldiğinde orada düğün yok dernek yok ama muhteşem bir şenlik olur ve bu, bize bahşedilmiş bir enerjidir.” cümlesini bana hatırlatan Tina Fey’in yazdığı ve Mark Waters’ın yönettiği bu filmi muhtemelen çoğunuz duymuş ya da çoktan izlemiştir. Film, 16 yaşına kadar Afrika’da ailesiyle birlikte yaşamış olan Cady Heron’un (Lindsay Lohan) ABD’ye dönüp liseye başlamasıyla başlıyor. Yeni okulunda popüler kızlar grubu olan “Plastikler” ile tanışıyor. Grubun lideri olan Regina George (Rachel McAdams), çekici ve manipülatif bir karakter. Cady, başlangıçta Regina ve arkadaşlarının etkisine girse de zamanla bu arkadaşlıkların ve popülerliğin hayatında yarattığı negatif etkileri fark etmeye başlıyor ama edindiği diğer iki aykırı arkadaş ona bir plan sunuyor ve hikâye ilginç bir hal alıyor. Film, lisedeki sosyal hiyerarşiye ve gençler arasındaki rekabetçi ilişkilere komik ve eleştirel bir bakış sunmakla beraber lisenin çok daha ötesinde bu ilişkilerin hayatın her döneminde gizliden gizliye olduğunu da keşfetmemizi sağlıyor. Bu toksik denecek zihniyet varlığını bir şekilde korusada bu zihniyetten çıkış yolunu sunan film sizleri eğlendirecektir diye umuyorum.
John Tucker Must Die | 2006
Film, okulun popüler ve yakışıklı çocuğu John Tucker’ın (Jesse Metcalfe), aynı anda üç farklı kızla çıkmasıyla başlıyor ve birbirlerinden habersiz olan bu üç kızın — Heather (Ashanti), Beth (Sophia Bush) ve Carrie (Arielle Kebbel) — gerçeği öğrendiklerinde John’dan intikam almak için güçlerini birleştirmesi ile ilginçleşiyor. John’u çok iyi tanıyan bu 3 kızın planlarının başında, hiç dikkat çekmeyen ve sessiz bir öğrenci olan Kate’i (Brittany Snow), John’u kendisine aşık edip sonra onu terk ederek intikamlarını almak için kullanmak var ama plan Kate’in John’dan hoşlanma riski ile ilginçleşiyor. Her ne kadar bir erkek üzerine odaklı bir plan çevresinde gelişen bir film gibi görünse de ana teması, güçlü kadın dostluğu ve bir erkeğe bağımlı olmadan birlikte hareket etme fikri olan bu filmin her yaştan izleyiciye hitap edeceğini düşünüyorum.
Legally Blonde | 2001
Robert Luketic’in yönettiği ve Reese Witherspoon’ın başrolünde yer aldığı popüler bir romantik komedi türüne ait bu filmin temelinde kadınların kendi potansiyellerini keşfetmeleri üzerine eğlenceli bir bakış açısı yatıyor. Evlenme teklifi beklediği bir gün erkek arkadaşı Warner Huntington III (Matthew Davis) tarafından Harvard Hukuk Fakültesi’ne kabul edilme planlarıyla kendisini terk ettiğinde büyük bir yıkım yaşayan dünyaya pembe gözlükler ile bakmayı seçen sempatik Elle Woods onu geri kazanmak için Harvard’a gitmeye karar veriyor. Karar vermesi bu okula girmesi için geçmesi gereken sınavları ve mülakatları geçmesine yol açıyor ama tüm hikâye asıl bundan sonra başlıyor. Harvard’a kabul edildikten sonra Elle, hem sınıf arkadaşları hem de profesörleri tarafından alay edilen başrolümüz hırsı ve zekası sayesinde hukuk alanında kendini kanıtlamaya çalışmasını ele alan bu filmde en az 2-3 sahne motivasyonunuzu artırmanıza ve kendinizi görme şekliniz üzerine sizi düşünmeye itecek olayları içeriyor. “Legally Blonde” birçok ödül kazanmış ve Reese Witherspoon’a En İyi Kadın Oyuncu dalında Altın Küre adaylığı kazandırıyor. Film, özellikle genç kadın izleyiciler arasında popüler hale gelmiş ve zamanla bir kült klasik haline geldiğini diyebilirim.
13 Going on 30 | 2004
Reklamlarda (özellikle kozmetik) yaş almaktan korkanların genelde hep kadınlar olduğunu fark ettiniz mi? Bu film olduğunu fark etmediğiniz bir yaranın üzerine merhem gibi gelecek ya da benim gibi bu filmi 12 yaşında izlemiş daha genç izleyici kitlesindenseniz yaş aldığınıza dair korku duyduğunuzda içinizi rahatlatan bir savunma mekanızması gibi devreye girecek derken oldukça iddialı ve ciddiyim. Gary Winick’in yönettiği ve Jenna Rink adlı genç bir kızın hikâyesini anlatan bir romantik komedi filminin konusu 13 yaşında olmaktan nefret eden bir genç kızın doğum gününde tuttuğu bir dilek ile gözlerini açtığında kendini 30 yaşında güzel ve başarılı bir şehir kadını olarak bulmasını konu alıyor. Jennifer Garner’ın başrol aldığı bu film, güneşli bir pazar günü hissini sizlere verirken en önemli şeyin güzel veya başarılı olmak olmadığını hatırlatıyor. Evi müsait olanlara minik bir not: Arka fonda Michael Jackson’ın Thriller adlı şarkısı çalarken dans figürlerini çalışarak enerijinizi atabilirsiniz. 443530 (uydurma bir sayı) saat süren provalar sonucu 4590483 (uydurma bir sayı) çekim denemleri ile elde edilen sahnedeki gibi bir performansı kendinizden beklemeden sadece yapın ve iyi hissedin.
The Sisterhood of the Traveling Pants | 2005
Karakter olarak birbirinizden çok farklı ama bir bakımdan benzeştiğiniz bir arkadaş grubunuz varsa ya da bir dönem olduysa bu film sizler için çünkü bu film, birbirinden farklı karakterler arasında kendinizi birine daha yakın hissetmenize sebep olacak kadar gerçekçi yazılmış dört genç kadın karakter olan Lena (Alexis Bledel), Tibby (Amber Tamblyn), Bridget (Blake Lively) ve Carmen (America Ferrera) etrafında şekilleniyor. Her bir karakterin kişisel mücadelelerini, aşk hayatlarını, aile problemlerini ve kendilerini keşfetme süreçlerini işlerken arkadaşlığın önemine vurgu yaparken bu karakterlerin belki de ortak benzeştikleri noktanın birbirlerini sevmeleri ve saygı duymaları olduğunu görüyoruz. Filmin bir devam filmi olan “The Sisterhood of the Traveling Pants 2” 2008 yılında yayımlandı ve ana karakterlerin hayatlarının bir sonraki aşamasını takip ediyor. Kendi arkadaşlıklarınızı düşünürken bir birey olmanın önemini hatırlatacak olan bu film vaktinize değecektir diye umuyorum.
Penelope | 2006
Mark Palansky’nin yönettiği ve Leslie Caveny tarafından yazılan filmin başrollerinde Christina Ricci (Penelope Wilhern), James McAvoy (Max/Johnny), Catherine O’Hara (Jessica Wilhern), Reese Witherspoon (Annie) ve Peter Dinklage (Lemon) yer alıyor. Bu film aslında 2006 yılında çekiliyor fakat 2008’de geniş çapta gösterime giriyor. Aristokrat bir ailede doğan ve bir lanet yüzünden doğuştan domuz burnuyla dünyaya gelen genç bir kızın hikâyesini anlatıyor. Yüzyıllar önce, Wilhern ailesi, bir cadı tarafından lanetlenmiş ve bu lanet, ailenin ilk kız çocuğu doğduğunda onu domuz benzeri bir burunla cezalandırmış. Penelope’nin lanetinin bozulması için gerçek aşkı bulması ve bir asilzade tarafından sevilmesi gerekiyor. Kendi kabul etme temasının masalsı bir atmosferde anlatıldığı by filmi seveceğinizi umuyorum.
Freaky Friday | 2003
Anne-kız ilişkisini seyirciyi gerçek bir eğlenceye kavuşturan bir hikâye ile anlatan bu filmi 2025 yılına kadar izlemenizi tavsiye ediyorum. Tess Coleman (Jamie Lee Curtis), yoğun bir iş hayatına sahip, kontrollü ve disiplinli bir psikolog. Kızı Anna (Lindsay Lohan) ise gitarist, asi bir gençtir, annesiyle sürekli çatışma içerisinde. Bu ikili, birbirlerini anlamakta zorlanırken bir akşam Çin lokantasında yedikleri bir kurabiyenin etkisiyle ertesi sabah uyandıklarında bedenlerinin değiştiğini fark ediyorlar. Artık Tess, Anna’nın bedeninde, Anna ise Tess’in bedenindedir. Bu durum, onların hayatlarının birbirlerine sandıklarından çok daha zor olduğunu anlamalarına yani empati duygularını güçlendirmelerine neden oluyor. Filmdeki harika gitar sahnesi için Jamie Lee Curtis, gerçekten gitar çalmayı öğrenmiş ve performansı (benim ve eleştirmenler tarafından) oldukça otantik bulunmuş. 2025 yılında filmin devam filmi olarak vizyona girmesi beklenen “Freakier Friday” adlı film için çekimler bu yıl başladı. Jamie Lee Curtis ile Lindsay Lohan, Tess ve Anna Coleman rolleriyle geri dönecek isimler arasındayken diğer orijinal oyuncular arasında Mark Harmon, Chad Michael Murray ve Christina Vidal Mitchell de yer alacaklarını duyurdular.
Wild Child | 2008
Film, Kaliforniya’da yaşayan ve asilikleri ile babasına sorun çıkaran annesini kaybetmiş Poppy Moore (Emma Roberts) adındaki genç kızın İngiltere’de bir yatılı okula gitmesini konu alıyor. Adaptasyon sürecinde zorlanan Poppy edindiği arkadaşları ile okuldan atılmak üzerine bir plan yapıyor ama bu plan onun gerçek kimliğini bulma ve içsel yolculuğu ile eğlenceli bir hikâyeye dönüşüyor. Çoğu yetişkinin çoğu zaman unuttuğu bir şey varsa o da gençliğin oldukça zorlu bir dönem olduğu. Bu film gençlerin hayatındaki zorluklarını ve arkadaşlık ilişkilerini komik bir dille ele alırken aynı zamanda aile bağlarının, bireysel sorumlulukların ve aidiyet duygusunun önemini hatırlatıyor.
Kapak Fotoğrafı: Scene It
İlginizi çekebilir: Ecem Şimşek’ten Merkezinde Kadın Olan Filmler
İlk yorumu siz yazın!