Kızıl Veba: Post Apokaliptik Edebiyatın Öncüsü Kitap
Jack London, okuduğum her kitabında beni kendine hayran bırakmaya devam ediyor. Yazarın 1912 yılında kaleme aldığı Kızıl Veba’nın, Dünya var olduğu sürece devam edecek salgınlar hakkında temel bir gerçekliği öne sürdüğünü görüyoruz… İnsan var olduğu sürece şartlar ve dönem ne olursa olsun döngümüz hep aynı olacak. İçgüdülerimiz bizi yaşatırken, cehaletimiz bizi öldürecek.
Kızıl Veba
Özellikle pandemi döneminde okunduğunda çok daha farklı bir izlenim bıraktığına inandığım Kızıl Veba’dan bahsetmek istiyorum sizlere. Jack London bu kitabı 1912 yılında kaleme almasına rağmen 2010’ları hayal ederek oldukça gerçekçi bir yaklaşımla karşımıza çıkıyor. Dünya genelinde bir salgının sonuçlarının neler olabileceğini, eleştirel bir bakış açısıyla çok güzel işlemiş London. Hatta “Kıyamet sonrası edebiyatı” (post apokliptik bilimkurgu edebiyatı) denilen kavramın öncüsü niteliğinde bir eser ortaya koymuş da diyebiliriz.
Kitabın içeriğine gelecek olursak, 2013 yılında ortaya çıkan ve “Kızıl Veba” olarak adlandırılan salgın tüm dünyada yıkıma yol açıyor. Öldürücülüğü yüksek olan hastalık, sebebi bilinmeyen bir nedenden ötürü milyarlarca insanın ölümüne yol açıyor – Bu arada Jack London’nın öngörülerinden biri 21. yüzyılda dünya nüfusunun milyarlarca olacağı, ne kadar da doğru bir tahmin değil mi?- ve sadece yüz insan hayatta kalıyor. Burada teknolojik ve kültürel açıdan oldukça gelişmiş bir 21. yüzyılı tasvirleyen London, salgınla birlikte nasıl darmadağın olduğumuzu, aslında uygarlığımızın nasıl kırılgan bir yapıya sahip olduğunu da gözler önüne seriyor. Jack London her ne kadar bu durumu çarpıcı bir şekilde ifade etse de kitaptaki konuya çok benzer bir durumu deneyimliyoruz aslına. Covid-19 sebebiyle hayatımızın nasıl bir anda sekteye uğradığını ve nasıl değiştiğini yaşarayak uygarlığımızın kırılgan yapısını bir kez daha hatırlıyoruz…
Kitabımızın ana karakterine gelecek olursak kahramanımız Granser, salgından kurtulan yüz insandan biri. Artık yaşlı bir adam olan Granser’in salgın zamanından kalan biri olarak zor bir yaşlılık geçirdiğini de söyleyebiliriz. Kitapta torunlarına yaşadıklarını anlatan Granser, torunlarının anlattıklarını, toplumsal eleştirileri anlamaması ve serzenişleri ise okuru düşüncelere sürüklüyor diyebiliriz.
Granser aslında salgından önceki zamanda aydın tabaka dediğimiz, kültür düzeyi yüksek olan bir akademisyen. O yüzden içinde bulunduğu ruh hali gerçekten çok acınası. 21. yüzyıldaki birini alıp çağlar öncesine bırakırsak, medeniyetten uzak insan grupları içinde nasıl zorluk çekerse o da aynı durumu yaşıyor. Torunlarının düşünceleri ve tavrı aslında insanlığın kültürel evrimini gözler önüne seriyor. Bu kısım önemli, zira London kitapta bize çağlar boyunca çabalayıp oluşturduğumuz modern insanın nasıl bir anda ilkel yaratıklara dönüşebildiğini net bir şekilde gösteriyor.
Granser’ın aslında günümüzde gördüğü eksikleri dile getirmesi ona neden aydın dediğimizin de bir kanıtı, çünkü o 21. yüzyılda modern kölelik ve kapitalizm gibi konulara eleştirilerde bulunuyor. Fark ettiyseniz kitapta geçen konular aslında çok güncel. Jack London’ın günümüzün problemlerini geçmişte ön görebilmesi ise bu kitapta beni kendine hayran eden en önemli unsurların başında geliyor, ayrıca bir Jack London fanı olduğumu da söylemeliyim.
Yazımı Granser’ın konuşmasıyla bitirmek istiyorum. Kızıl Veba’yı herkese tavsiye ediyor ve şimdiden keyifli okumalar diliyorum.
“Barut tekrar gelecek… Kimisi savaşacak, kimisi yönetecek, kimisi dua edecek: uygar devletlerin hayranlık veren harikalarının tekrar tekrar kanlı iskeletleri üzerinde yükseldiği tüm diğer insanlarsa büyük ıstıraplar içinde sürekli çalışacak… Orada yazılan yaşantılar tekrar yaşlanıp sonraki kuşaklara aktarılacak. Ne faydası var?”
Kapak Fotoğrafı: Instagram @ekiminekini
İlginizi çekebilir: Sefa Tekeli’den Omelas’ı Terk Edip Gidenler
İlk yorumu siz yazın!