"Kor" Üzerine Kısa Düşünceler...
Yönetmen Zeki Demirkubuz, bu sene Bulantı’dan sonra vizyona giren bir diğer filmi “Kor” ile, ahlak ve kadın-erkek ilişkilerine dair yine bildiğini okuyor…
Zeki Demirkubuz’un yönettiği, başrollerini Taner Birsel, Caner Cindoruk ve Aslıhan Gürbüz’ün paylaştığı Kor, eşi tarafından çocuğuyla bir başına bırakılan ve patronunun yardımını kabul etmek zorunda kalan bir kadının hikayesini anlatıyor. Yönetmenin filmografisinden aşina olduğumuz unsurlar bu filmde de kendini gösteriyor; sancılı kadın-erkek ilişkileri, ahlaki yozlaşma ve bunların beraberinde getirdiği pek çok muamma… İçinden çıkılamayan ve hiç kimsenin derdini tam olarak anlatamadığı diyaloglar da bu muammaya dahil.
Emine (Aslıhan Gürbüz), bir giyim atölyesinde çalışan, Romanya’ya giden eşi tarafından terk edilen genç bir kadın. Çocuğunun kalbi delik ve bir an önce ameliyat edilmesi şart. Atölyedeki patronu Ziya (Taner Birsel) ise, boşanma arefesinde olan ve çıkmazlara saplanan bir karakter. Emine’ye yardım elini uzatan Ziya, ona karşı duygularını da devamında itiraf ediyor. Emine’nin kocasının ardında bıraktığı boşluğu (cinsellik de dahil) dolduruyor. Açıkçası karşılığını da alıyor. Ancak bir gün Romanya’dan dönen Cemal (Caner Cindoruk), hiçbir şey olmamış gibi ailesiyle beraber hayatına devam ediyor. Şüphelenen, eşine karşı şiddet uygulayan Cemal birçok erkekte görülen aşağılık kompleksinden bir türlü kurtulamıyor. Kahveye gidip arkadaşlarıyla oyun oynuyor, onların anlattığı hikayeleri kayıtsızca dinliyor. Bu noktada Demirkubuz’un teslimiyetçi ve her şeyi kabullenen kadın karakter tiplemesi her yönüyle kendini gösteriyor; hesap sormayan, etkisiz(leştirilmiş) ve yürüyen bir ceset haline gelen bir tip. Öyle ki kocasından şiddet gördüğü sahnelerde bir süre sonra silikleşiyor, kamera kendisini göstermiyor bile. Toplumun her gün okuduğu ve kanıksadığı haberlerden pek de farkı yok. İronik bir biçimde Emine, masum bir profil de çizmiyor. Kısacası birbirine zıt olan bütün ruh hallerini bünyesinde barındırıyor. Karakterler Türkiye’nin izdüşümü gibi. Cemal’in atölyede ustabaşı olarak işe başlaması, maddi olarak durumlarının düzelmesi ve yeni bir eve taşınmaları hiçbir şeyi değiştirmiyor. Eşinin boşanma teklifine bile gayet soğukkanlı bir biçimde Olur diyor. Bu kırılma anından sonra filmdeki taşlar bir türlü yerine oturmuyor, pek çok şey havada kalıyor.
Yanıtsız sorular, bitmeyen diyaloglar…
Demirkubuz’un yönettiği İtiraf (2001) ve Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun’una (2008) benzer bir gidişatta ilerleyen film, kadın-erkek ilişkileri ve toplumsal ahlak üzerine pek çok sorgulamada bulunmasına rağmen yeni bir bakış açısı getirmiyor. Bir türlü kapanmayan kapılar, karakterlerin birbirlerine devamlı şüpheli gözlerle bakmaları ve ardı arkası kesilmeyen yanıtsız soruları sormaları gibi… Bir noktadan sonra da bu durum kısır döngüye yol açıyor ve izleyiciyi ritimden koparıyor. Ziya’nın yaşadığı trajik son, karı-kocanın onca badireye rağmen kaldıkları yerden devam etmeleri yönetmenin izleyiciye bıraktığı bir düşünme payı. Ancak her sanat yapıtı gibi sinema da açık yoruma gebe; aynı filmdeki atölyede çalışan makineler gibi hayat da rutin ve standart bir düzende ilerliyor. Her şey kaldığı yerden devam ediyor…
İlk yorumu siz yazın!