İlk yorumu siz yazın!
Küçük Şeyler: Bizim Beyaz Yakalı Çaresizliğimiz
Hem yönetmen hem senarist koltuğuna Kıvanç Sezer’in oturduğu, yapımcılığını Tolga Karaçelik, Kanat Doğramacı ve Kıvanç Sezer’in üstlendiği, başrollerini ise Alican Yücesoy ve Başak Özcan’ın paylaştığı Küçük Şeyler filmindeki çifti aslında hepimiz çok yakından tanıyoruz. Onlar arkadaşlarımız, onlar komşularımız, onlar İstanbul’un taşı toprağı haline gelmiş beyaz yakalılar, onlar biziz. Montenegro, Altın Portakal, Malatya Uluslararası ve Adana Altın Koza gibi çeşitli film festivallerinden ödüllerle dönen 2019 yapımı film beyaz yakalıların küçük ve doğallıktan uzak dünyalarına ışık tutuyor. İzlemek için siz de benim gibi geç kaldıysanız şu sıralar Blu Tv’de yayında…
“Küçük Şeyler” kamerayı hepimizin çok iyi bildiği evlere, sokaklara, şehirlere, Türkiye gerçekliğinin tam ortasına tutan Kıvanç Sezer’in ikinci uzun metrajlı filmi. Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olan “Babamın Kanatları”nın devamı niteliğinde kabul edilen film İstanbul’un bitki örtüsü haline gelmiş beyaz yakalıların yapay, sahte mutluluklara sahne olan, özgürlükten uzak dünyalarının kapısını aralıyor. Drama ve komedi türünde çekilmiş olan filmi izlerken benim görebildiğim tek şey ise dram. Hepimizin her sabah yeniden bir parçası haline geldiğimiz modern çağ esareti en gerçek haliyle seyircinin gözleri önüne seriliyor.
Filmimizin baş kahramanlarından biri Onur. Onur’u çok iyi tanıyorsunuz, İstanbul’un her köşesine serpilmiş olan plazalardan birinin yüksek katlarından birinde tam yanınızdaki masada oturuyor. Tek tipleşmiş, her gün işe gelirken yürüdüğü kaldırımı bile değiştirmeyen, her sabah aynı ses tonuyla “günaydın” diyen, şirketin karşısındaki pastaneden aldığı poğaçasını hızlı hızlı yemeye çalıştığı için tadını alamayan yüz binlerce beyaz yakalıdan biri. Pazartesi sabahları saatin 9’u göstermesiyle birlikte deyim yerindeyse köle gibi çalışmaya başlayan, saatlerini şehrin trafiğinde geçiren, cuma akşamları bir meyhanede 2 kadeh rakı içmeye gidince İstanbul’u yaşadığını zanneden, 8 ay sonraki bayram tatilini hafta sonuyla birleştirme planları yapan, sağlıklı yaşam trendlerini dilinden düşürmeyen ama uygulayamaya gelince sıfır olan, hafta sonları şirketin organize ettiği gerçeklikten uzak kişisel gelişim etkinlerine katılarak kendine zaman ayırdığını sanan, banka kredisiyle onlarca yılını gözü kapalı ipotek ettirerek şehrin ücra bir semtine inşa edilen sitelerden birinde bir daire sahibi olan Onur…
Bölge müdürü olarak çalıştığı ilaç sektöründe faaliyet gösteren firmadan yeniden yapılanma sebebiyle ve çok klişe sözlerle çıkarılıyor Onur. Ana okulu öğretmeni olan eşi Bahar’a, beyaz yakalılığın ritüellerinden biri haline gelmiş cuma rakısında işten çıkarıldığını birkaç saat önce kendi dinlediği süslü sözlerle anlatıyor, bunun onlar için bir fırsat olabileceğini, artık özgürleştiğini söylüyor. Meyhane dönüşü bindikleri takside Onur’un taksiciyle arasında geçen diyalog bence filmin en etkileyici sahnelerinden biri. Yıllar boyunca plaza koridorlarında duya duya ezberlediği ancak içselleştiremediği iş hayatına dair klişe sözleri kendinden aşağı gördüğü birine bulduğu ilk fırsatta art arda sıralayarak ahkam kesiyor. Filmi izlemiş ve izleyecek olanların bu sahneyi başa sarıp sarıp izlemesini içtenlikle öneririm, yoksa Onur’u bir yerden tanıyor gibi misiniz?
Sonraki günlerde ise Onur’un iş arama çabalarına, katıldığı koçluk eğitimlerine şahit oluyoruz. Bir iş görüşmesine gittiğinde, asla yok olmayacağına artık emin olduğumuz “10 yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?” sorusuna dayanamayıp “Yangın merdivenlerinde sigara içerken” diyerek belki de binlerce beyaz yakalının söylemek isteyip söyleyemediği onlarca şeye tercüman oluyor.
Onur’un aldığı tazminat kısa sürede yok oluyor ve bunun üzerine Bahar ile olan evliliklerinde de sorunlar baş göstermeye başlıyor. Evin kredisi, başka masraflar her akşam yemekte onlarla aynı masada oturuyor ve sorun giderek büyüyor. Çift birbirinden uzaklaşmaya başlıyor, hatta arkadaşlarının eve misafirliğe geldiği bir akşam Bahar en sonunda çileden çıkıyor. Onur’un ise daha önce pazarladığı ve kendisinin de kullandığı ilaçların yan etkisi olabileceğini düşündürten hayal ile gerçeğin birbirine girdiği anlar ruhsal olarak giderek çıkmaza sürüklenmesine sebep oluyor.
Başarılı çekim teknikleri ve senaryosuyla dışarıdan olduğundan çok farklı görünen plaza çalışanlarının hayatını oldukça çarpıcı bir şekilde mercek altına alan film vizyondan sonra ilk kez şu sıralar Blu Tv’de yayınlanıyor, mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.
Kapak Fotoğrafı: Küçük Şeyler
İlginizi çekebilir: Emre Eminoğlu’dan Bir Beyaz Yakalı Komedisi
Yazınıza denk geldikten sonra izlemek için Blu Tv'yi açtım. İzlerken 15. dakikada durdurup, uyuyan eşimi uyandırıp gelip benimle izlemesini söyledim ve filmi başa aldım. 🙂 Anlatımın sadeliği, gerçekçiliği, hüznü ve trajikomikliği ile gerçekten etkileyici bir filmdi. Hayran kaldık. Çok teşekkürler yazı için!