Kültürel Zaman: Saat Zamanı ve Olay Zamanı
Zaman tüm toplumlar için aynı mıdır? Sizce zaman mı toplumsal davranışlarımızı yönetir yoksa toplumsal davranışlarımız mı zaman algımıza yön verir? Kulağa biraz karışık geliyor değil mi? İşte kültürel zaman, saat zamanı ve olay zamanı gibi kavramlar da tam bu noktada ortaya çıkıyor.
Söz konusu farklı toplumlar ve bunlar arasındaki kültürel farklılıklar olduğunda aklımıza son gelecek olan herhalde zaman algısının farklılığı olur. Hepimiz yemek kültürü ya da gelenekler gibi köklü farklılıkların olduğu görüşüne az ya da çok katılırız. Ancak konu zaman ve saat olunca aklımızda tüm ülkeler ya da toplumlar için sabit bir düşünce vardır. Bunların da değişebileceği üzerine pek kafa yormayız. Halbuki bu farklılıklar tüm toplumların karakterini ve farkında olmadan da bizlerin zamanı algılayışını derinden etkiliyor.
Zaman, formal bir sembol olan ve Greenwich Mean Time (GMT) üzerinden belirlenen ‘saat’ ölçüleriyle tarif edilir. Peki saat ve zaman birbirinin tam karşılığıdır demek doğru mu?
Bu noktada iki kavram çıkıyor karşımıza: olay zamanı ve saat zamanı. Olay zamanında bahsi geçen zaman insanların birbiriyle geçirdikleri süre zarfına odaklanıyor. Bu zamana göre belli bir saat anlayışı bulunmuyor, tam tersine bir etkinliğin planlaması bir önceki etkinliğin sona ermesine ya da insanların birlikte geçirdikleri zamanın doğal akışında bitmesine bağlı. Bu durum ise tamamen kültürümüzün şekillendirdiği bir şey olarak karşımıza çıkar. Kısacası ‘olay zamanı’ akışında olan bir toplum ya da kültür içinde yer alıyorsak kendimizi olayların akışına bırakırız. Farklı bir etkinliğe ya da toplantıya yetişmemiz için saatimize dikkat etmez, bir önceki etkinliğimiz ne zaman biterse diğerine ancak o zaman vakit ayırırız. Yaşanabilecek herhangi bir olumsuzluk ise o toplum içerisinde hoş karşılanır çünkü herkes için önemli olan saatin kaç olduğu değil olayların içinde geçirilen zamanın kendisidir.
‘Saat zamanı’ dediğimiz zaman algısı da tam bu noktada ‘olay zamanı’ndan farklılaşıyor. Eğer ‘saat zamanı’ fikrine sahip bir toplumda yaşıyorsak, hepimizin önceden planladığı toplantıları, tam saatinde yetişmemiz gereken önemli randevuları vardır. Sürekli saatimizi kontrol etmekten kendimizi alamayız. Buna bu denli dikkat etmemiz ise geç kalmak istemememizden kaynaklanır. Burada, tarafımıza gelebilecek olumsuz tepkilerden kaçıyoruz demek de yanlış olmaz; çünkü bizden beklenen, belirtilen saatte belirtilen yerde olmamızdır. Geciktiğimizde kendimizi affettirmek için toplantı odasına 15 kahveyle girmek biraz maliyetli olur öyle değil mi? 🙂
Bu duruma ülkeler çapında örnekler verelim. Kuzey Amerika, Doğu Asya, Avustralya ve Yeni Zelanda daha çok saat zamanı odaklı bölgeler arasında yer alırken, Güney Amerika, Güney Asya gibi organize pazarlara sahip olmayan diğer gelişmekte olan ülkeler ise yaşantılarını olay zamanına göre şekillendirenler arasındadır.
Aslında, bu farklılıklar toplumların gündelik hayatlarını gözlemlediğimizde apaçık ortadadır. Günü halihazırda ölçülebilir periyotlara bölen ülkelerde her şeyin bir ‘zamanı’ değil ‘saati’ vardır: kahvaltı 08:00, iş 09:00-17:00, eve dönüş:18:00 gibi. Bunu o ülkeyi ziyaret ettiğinizde bir yerde kahvenizi içerken çevrenizdekileri gözlemlediğinizde ve saat 18:00’da başlayan trafiği gördüğünüzde bile fark edersiniz.
Konuya bir başka açıdan da bakalım. Bu iki zaman kavramı arasındaki farkın en çok ortaya çıktığı yerlerden bir tanesi de iş yerleridir. Özellikle iş için farklı bir kültüre yerleşen insanların o kültürdeki ‘zaman’ kavramını algılamakta ilk başta güçlük çektiği üzerine sayısız araştırma mevcut. Bu güçlükler ise bizi o toplumun insanlarını çoğu zaman yanlış anlamamıza ve yanlış değerlendirmemize neden oluyor.
Şöyle bir durum düşünelim. Yakın zamanda aldığınız terfiiyle farklı bir ülkede çalışmaya başladınız ve gittiğiniz şirketin gelişimine dair müthiş planlarınız var. Bunun için şirketin yöneticisiyle saat 15:00’da toplantı ayarladınız ve saate odaklı bir toplumdan geldiğiniz için tam saatinde oradasınız. Ancak sizden hemen önce şirketin başka bir çalışanı elinde ikizlerinin fotoğrafıyla yönetici odasına girdi. Sarılmalar, bebekleri tebrik etmeler… Olay var ! 🙂
Peki siz ne hissediyorsunuz? Sizce yöneticinin zamanı kime ait? Önceden toplantısı kesinleşmiş olan size mi yoksa yeni doğmuş tek yumurta ikizlerine mi? İşte tam bu noktada zamanı algılayış şeklimiz, durumlara ve insanlara karşı tepkilerimize yön veriyor. Halihazırda ‘saat zamanı’nı benimsemiş bir kültürden geliyorsak çoktan sandalyede oturmaktan sinir küpüne döner ve kendimize haksızlık edildiğini düşünmeye başlarız.
Ya bunlara zaten alışkın bir insansak? ‘Olay zamanı’ anlayışı yerleşmiş bir mantaliteden geliyorsak kendimize yeni bir etkinlik bulmak bizim için basit. Kapıyı tıklatıp ikizleri konuşma etkinliğine katılarak ortama samimi bir giriş yapabiliriz ya da ‘olayın’ kendi seyrinde bitmesini beklerken yöneticinin sekreteriyle tanışıp şirket hakkında dedikoduya başlayabiliriz. Burada asıl önemli olan kendimizi olay akışına adapte edip farklı bir etkinliğe devam edebilmek ve beklenmedik gelişmeyi bir etkinliğe çevirebilmek. Peki bu toplantıya sizin 3 dakika kadar geç kaldığınızı düşünelim. Özür dilemeli misiniz yoksa 3 dakika çok geç bir süre sayılmaz mı?
Bu tür soruların cevapları yine kendi toplumumuzda bulunan yazılı değil sözlü olan kurallara göre değişiyor. Eğer Amerika gibi saat zamanı kültürünün baskın olduğu bir ülkede randevumuz varsa 5 dakika geç kaldığımız andan itibaren özür dilememiz beklenir. Bunun nedeni ise bu gibi toplumların, bir günlük zaman dilimini genellikle 5 dakikalık periyotlar halinde planlamasıdır. Ancak Suudi Arabistan gibi ülkelerde durum biraz daha farklı. Periyotların 15 dakika olarak kabul gördüğü ülkelerde eğer 20 dakika geç kalıyorsanız, ne kadar üzgün olduğunuzu anlatacak kelimeleri seçmeye başlayabilirsiniz.
Kültürlerin saat algısı konusunda farklılıkları başta tuhaf gelse de aslında bunları günlük ya da iş yaşantılarında fark etmek oldukça kolay. Saat zamanı anlayışının domine olduğu ülkelerde, zamanın çok ciddiye alındığını insanların bir yerden diğerine telaşla koştuğundan ya da sabah iş saatinden hemen önce oluşan kahveci kuyruklarından anlayabilirsiniz. Ancak olayları zamanın kendi akışı içinde yaşayan olanlarda insanların fatura sıralarında sinirlenmediğini, tam aksine bunu bir olaya dönüştürüp birbiriyle sohbet edecek zaman olarak değerlendirdiğini fark edeceksiniz.
Tarihte yaşanan olayları bugünün şartlarına göre değerlendirmememiz gerektiği gibi diğer toplumları da kendi toplumumuzun normlarına göre değerlendiremez ve sahip oldukları kültürleri eleştiremeyiz. Kritik olan bu ayrımların bilinçli farkındalığına ulaşacak kadar açık fikirli olmak ve kendimizi değişen koşullara ya da çevrelere hızlı adapte etmeye çalışmak. Burada işin püf noktası biraz da insanların ‘zaman’a karşı davranışlarını gözlemlemek.
Kapak Fotoğrafı: Unsplash/@icons8
İlginizi çekebilir: Esra Durmaz’dan Dil, Zaman ve Bellek İlişkisi Üzerine Bir Analiz
İlk yorumu siz yazın!