Saeed Roustaee’nin son filmi Leila’s Brothers, Cannes’da hem Altın Palmiye ödülü adaylarındandı hem de FIPRESCI ödülünü aldı. Festival sezonuna böyle bir giriş yapınca da haliyle platformlara geliş tarihi İran sinemasını severek takip edenler tarafından bir kenara not edildi. (En azından film izleme listelerine atıldı diyelim). Film, Tahran’ın düşük gelirli bir kesiminin yaşadığı bölgede, bir hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Ama bu hayatta kalma meselesi gündelik hayatta kullanarak anlamını törpülediğimiz cinsten değil, tam anlamıyla vahşi bir mücadele. Film yakın zamanda Mubi Türkiye kataloguna eklendi.

Leila 40 yaşında bir kadın ve hayatının çoğunu ailesine, özellikle de annesine ve babasına bakarak geçirmiş. Bir AVM’de çalışıyor fakat çalışıyor olması onu özgür kılan bir durum değil, aksine ailesinin boğazından geçen tüm lokmalar Leila sayesinde geçiyor… Hem evde yaşlı ebeveynlerine bakıyor hem her biri ayrı telden çalan yarım akıllı erkek kardeşlerini çekip çevirmeye çalışıyor. Ailenin babası oldukça yaşlı ve inatçı, çoluğuna çocuğuna çektirdiği her şeye rağmen hala geleneklere yaslanmış bu toplumda saygı görebiliyor. Bu bahsetmiş olduğum saygının iki yüzlülüğüne film sık sık değiniyor. Leila ve etrafındakilerin çatışmasından beslenen bu anlatı, onun bu aileyi kurtarmak için bir iş kurma fikrini ortaya atmasıyla yavaş yavaş bir işbirliğine dönüşüyor. Tabii ki de bu geçiş süreci pek kusursuz olmuyor.

Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir. Dilerseniz filmi izledikten sonra okumaya geri dönebilirsiniz.

Akıllıca bir yatırım olduğunu düşündüğü fikre herkesi ikna etmek yeterince vakit almamış gibi, o dükkanı ellerinden kaçırmaları da bir parmak şıklatması kadar kolay oldu. Sırf etrafındaki cemaat tarafından pohpohlanıcam diye evini ipotek eden bir adam, yüzlerce kişinin önünde kendini rezil etmeyi başardı. O düğün sahnesinde içim cız etti mi? Etmedi. Zaten kadın erkek ayrı ayrı düğün yapılıyorken insan neye sinirleneceğini şaşırıyor böyle atmosferlerde. Sonuç olarak orada her şeyin zehir olduğu yetmiyormuş gibi babalarının gönlünü almak için dükkanı satıp ellerinde nakit parayla kaldılar. Döviz krizi yüzünden de “alım fırsatı” beklerken her şey ellerinde patladı. Bu sekanslar 2018-2023 arasını yaşamış herhangi bir Türk vatandaşı tarafından farklı bir bakış açısıyla izlenmiştir eminim.

Tahmin edilebileceği üzere afakanlar bastı, özellikle düğün sahnesi ve sonrasında finale doğru uzanırken. Son anlarda havalimanı sahnesinde her ne kadar o ana kadar çok gerilmiş olsam da bir gözyaşı düştü ufaktan… Leila’nın tüm ailenin yükünü çekmekten ötürü ağrıyan belinin çaresi o topraklarda yok maalesef. Fakat kaçıp gidebileceği bir yeri de yok. Babasının öldüğü an onun için açılmış, en azından aralanmış bir kapı. Bu insanlar ailelerine “bakması” için doğurulmuş kız çocukları olarak resmen lanetlenmiş. Ne kaçabiliyorlar ne de sözde konfor alanlarında kalabiliyorlar. Bu mücadeleyi hakkıyla sürdürmek çok zor fakat Leila’nın hiç geri vitese takmadan ağzına gelenleri herkese söyleyebiliyor olması, pes etmek yerine bütün enerjisini bir şeyleri değiştirebilmek için sarfetmesi beni çok etkiledi…

Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.

Kapak Fotoğrafı: mubi.com

İlginizi çekebilir: Eralp Alper’den Hit the Road