Lessons in Chemistry: 1950’lerde Kadın Olmaya Dair
Bugün size beni izlediğim andan itibaren büyüleyen bir diziyi anlatmaya geldim. Apple TV’nin henüz iki bölümü yayınlanmış olan yeni dizisi Lessons in Chemistry’den sizin de benim kadar etkilenmenizi umarak bahsedeceğim. Umarım izledikten sonra siz de benim kadar seversiniz.
Diziyi anlatmaya başlamadan önce The Marvelous Mrs. Maisel’ın dünyasını ve Midge’in 1950’lerde erkeklerin baskın olduğu komedi sektöründe yılmadan gösterdiği mücadeleyi hayranlıkla izlediğimden bahsetmek istiyorum. Her ne kadar The Marvelous Mrs. Maisel’da erkeklerin baskın olduğu bir dünyada kadın olma düşüncesi daha farklı ve daha geniş bir zamana ayrılarak işlenmiş olsa da Midge’in erkeklerin hâkim olduğu bir sektörde, yakınları tarafından da destek görmüyorken var olma mücadelesi beni her izlediğimde etkiliyor. Esas konumuz olan Apple TV’nin Bonnie Garmus’un aynı adlı romanından uyarlanan yeni dizisi Lessons in Chemistry’de ise aynı The Marvelous Mrs. Maisel’da olduğu gibi 1950’lerin Amerika’sında ataerkil bir dünya düzeninde var olmaya çalışan kimyager Elizabeth Zott’un (Brie Larson) hayatına misafir ediyor.
Lessons in Chemistry; sadece Elizabeth’in hayatına misafir etmiyor, aynı zamanda hala gündemimizde olan cinsiyet eşitsizliği konusunu da ele alıyor. Midge ve Elizabeth örneğinde de olduğu gibi ne yazık ki günümüzde hala bazı sektörlerde kadın olarak sürekli kendimizi kanıtlama ihtiyacı hissetmemiz, çeşitli mobbinglere maruz kalmamız yani kendimizi bulunduğumuz sektörlerde var etmemiz bu kadar zorken Lessons in Chemistry, bize bundan 50-60 yıl öncesinde bir kimya laboratuvarında kadın teknisyen olmanın zorluklarını gösteriyor.
İlk bölümü izlerken kimyager bir kadını sırf kadın olduğu için kahve yapmakla sınırlandırmış erkek topluluğunu gördüğümde içimden çığlıklar atmak geldi. Eminim ki izleyen her kadın benimle aynı tepkiyi verecektir ki bu çok normal. Fakat Elizabeth, gördüğü bütün muameleye ve geçmişinde yaşadığı travmatik olaylara rağmen idealleri uğruna mücadele etmekten vazgeçmeyerek, akşamları herkes gittiğinde laboratuvarda çalışmalar yaparak o döneme göre fazlasıyla kararlı, cesur ve etkileyici bir tutum ortaya koyuyor. Elizabeth’in tüm süreç boyunca o dik duruşu farkında olmadan yüzünüzü gülümsetiyor ve ilham veriyor. Tabi bu mücadeleyi ve ilham verici dik duruşu sadece Elizabeth’te değil aynı zamanda o dönemde siyahi bir avukat olan Elizabeth’in komşusu Harriet ile de görüyoruz.
Elizabeth’in yolunun yine aynı araştırma merkezinde çalışan Nobel ödüllü Calvin Evans’la (Lewis Pullman) kesişmesi ise hem Elizabeth için hem de Calvin için bambaşka bir hikâye açıyor. Calvin’i size yine Calvin’in bir repliğiyle anlatmak istiyorum; “Anlamıyorum. İnsan neden cinsiyet kadar zekada belirleyici olmayan bir nedenle ayrımcılık yapar?” Zeki ve sempatik Calvin Evans hakkında ne söylesem az kalır gibi geliyor. Elizabeth’in bir buluş yapmaya ne kadar yakın olduğunu ve bir kadın olarak görmezden gelindiğini anladığı andan itibaren Elizabeth’i dengi olarak gördüğünü belirterek çalışmalarında ona destek olmasıyla hem Elizabeth’i hem de bizi etkilemeyi başarıyor. Bu iş arkadaşlığının aşka dönüşmesi ise kendini bilime bu kadar kaptırmış iki insan için de sürpriz oluyor.
Henüz iki bölümü yayınladığı için sizlere genel hikâye ve karakterler açısından fazla detay veremesem de Lessons in Chemistry’nin dönemi yansıtması, verdiği ve düşündürdüğü mesajlar açısından başarılı bulduğum ve bölümlerini merakla beklediğim bir dizi olduğunu söyleyebilirim. Kadınların mücadelelerini izlemeyi seviyorsanız bir de Elizabeth Zott’un hayatına konuk olun derim.
Kapak Fotoğrafı: Apple TV
İlginizi çekebilir: Kübra Ketenci’den The Marvelous Mrs. Maisel
İlk yorumu siz yazın!