Likya Yolu: Dünyanın En İyi Yürüyüş Parkurlarından Biri
2019’un sonuna 2020’nin başına doğru yaklaşırken, kaçımızın yapılacak listesi hazır? Yeni yıl demek yeni heyecanlar ve en önemlisi yeni anılar biriktirmek demek değil mi? Ben de bu yazımda, biriktirdiğim anılardan ve doğanın güzelliklerinden biri olan Likya Yolu ile tanıştıracağım.
Likya Yolu Rotası
Kendinizi doğanın mucizelerine bırakmak için şehre kısa bir mola vermek istemez misiniz? Dünyanın en güzel ve gözde yürüyüş parkurunda hem deniz havasını hem de doğanın yeşilliğinin kokusunu içinize çekerek saatlerin nasıl geçtiğinin farkına varamamak… Fethiye-Antalya arası uzanan Likya Yolu 593 kilometre. Tabii ki ve ne yazık ki bu yolu birkaç günde bitirmek imkansız. Dileğim ileride bütün rotalardan geçerek bitirmek ama şu an sadece birkaç gün içinde belli başlı yerleri gezerek sonlandırdım. Arabaların giremediği patikalardan yürüyerek geçme fırsatımız varken bu fırsatı sonuna kadar kullanalım derim ben. Peki ben hangi rotalardan geçtim? Benim rotalarım şöyle oldu: Ölüdeniz, Kelebekler Vadisi, Kabak Koyu, Kaş, Kekova, Kaleköy.
1. Gün: Kelebekler Vadisi ve Ölüdeniz Konum
İlk olarak şunu belirtmek isterim bireysel olarak gitmedim, butik bir turla gittim. Bireysel ya da çocuklu ailelerin bile o parkurları rahatlıkla geçebildiğini fark ettim. İlk gün İstanbul-Dalaman uçuşundan sonra otobüslere binip 11. yüzyılda hikayesi başlamış olan antik kentlerimizden biri olan Kayaköy’e doğru yol aldık. Başta Likyalılar sonra Rumlar en son da Türkler terk etmiş burayı. Zamanında terk edilse de artık gizemiyle ve geçmişin izlerini taşıyan evleriyle Kayaköy Rum Evleri arasında geçmiş zamanda yolculuğa çıkmak mümkün. Odun ateşinde pişen gözlemelerle çaylarımızı yudumladıktan sonra bizi yaklaşık iki saat sürecek 7 km’lik bir parkur bekliyordu. Bu parkurda 40 dakikalık bir tırmanıştan sonra inişe geçip, bize ödül gibi gelecek olan Kelebekler Vadisi’nde gün batımını hafif rüzgarla seyretmekti. İnanılmazdı, kesinlikte çantanıza minik bir hoparlör atın!
Yükseklik korkusu olan biri olarak bildiriyorum ki yamaç paraşütü efsane bir şeymiş! Annemlerle Fethiye’ye gittiğimde denizden, yamaç paraşüt yapanları görünce içim hop ediyordu heyecandan ve korkudan. Annemle “ ya nasıl yapıyorlar biz buradan panik oluyoruz” diye konuşurken arkadaşımla yapar mıyız yapamaz mıyız derken kendimi Babadağ Zirvesi’ne tırmanan otobüste buldum. Hani o otobüsteki halimi görmeliydiniz… Ya dua ediyorum ya da stresten rehbere sorular soruyordum ve saçma sapan konuşarak heyecanımı yenmeye çalışıyordum. Ve zirvedeyiz! 2000 metreden aşağıya bakmak apayrı bir duyguymuş. Oraya çıkınca beni heyecandan çok aşırı bir enerji ve mutluluk aldı. Ekipmanları giydim, komutları öğrendim ve birlikte yamaç paraşütü yapacağım kişi koşmaya başladı ve ben de arkasından derken bir baktım ki uçuyoruz. O anı bir defa değil bin defa başa sararak hissetmek isterdim. Güneş tepenizde deniz de ayaklarınızın altında… Ölüdeniz’in o muhteşem sularına bu kadar tepeden bakmak anlatılmaz yaşanır bir duygu. Yamaç paraşütü esnasında manevra da yaptırıyorlar genelde. Yani size şöyle anlatayım; çamaşır makinesine atılmış gibi dönüyorsunuz ama tabii bunu istemediğinizi önceden belirtebilirsiniz. Yaklaşık 45 dk sürüyor ama inanın yapılacaklar listesinde bir tik daha atmaya değer.
İlginizi çekebilir: Selin Şen’den Kaş Yamaç Paraşütü Deneyimi
2. Gün: Kozağa ve Kirme Köyleri Konum
Ertesi gün kahvaltımızı yaptıktan sonra Likya Yolu’nun başlangıç noktası olan Ovacık’a doğru yol aldık. İkinci gün bizleri bekleyen 14 km’lik bir trekking vardı. Rotalarımız ise Kozağa ve Kirme Köyleri. İki saat yürüdükten sonra tamamı yerel ürünlerle yemek yapan bir köy evinde yemek molamızı verdik. Yürüyüş toplamda 5 saat sürdü ve o uzun saatler bir yanda Akdeniz’in maviliği diğer taraftan da yemyeşil ağaçların güzelliğine bakarak geçti. İnanın bu rotaların hepsi size doğal terapi gibi gelecek. Korna sesi yok, kalabalık yok, trafik yok, koşuşturma yok varsa yoksa dalgaların veya yaprakların sesi ve bol oksijen… Yol üzerinde Vitamin Cafe’ye rastlarsanız nar ve portakal suyunu içmeyi unutmayın. Yürürken taşlar üzerindeki işaretlere dikkat! Kırmızı ve çarpı işareti olanlar o yoldan devam etmemenizi gerektiği anlamına geliyor. Gün sonu yorgunluğunu da Kıdrak Koyu’nda kendimizi sulara bırakarak attık. Gün batımını ise soğuk sularda soğumaya bıraktığımız biraları içerek izledik. Aklınızda olsun, sezon olmadığı için oradaki bazı büfeler fiyatları kendiliğinden oldukça yükseltiyor o yüzden yanınızda yiyecek götürmekte fayda var. Akşamları da Faralya’da bulunan Onur Motel’de kalıyorduk.
3. Gün: Kabak Koyu ve Kaş Konum
Kahvaltılarımızı yapıp çantalarımızı hazırladıktan sonra yola koyulduk. Üçüncü günkü durağımız Kabak Koyu’nun yolu inişli çıkışlı ama güzel manzaralarla dopdolu bir yoldu. Hava bazen serin bazen çok güneşli olduğu için şortla bile gayet rahat yürüdüm. Yolun sonunda kendimizi doğanın sunduğu ödüllerden olan Aktaş Plaj’ının serin ama bir o kadar da insanı kendine getiren suyuna bıraktık. Çakıllı olmasından ötürü o taşların rahatsızlığını en aza indirgeyecek terliği yanınızda bulundurmanın faydası var.
Üç günde yaklaşık 40 km yürüdükten sonra artık özümüze dönebilirdik, yani serbest zamana. Otobüsle Kaş merkeze doğru yol aldık. Kaş her zaman güzel bir seçenek ama nisan ayında o sessizlikle ve kalabalık olmayan haliyle tam bir cennetmiş! Bu seferki otelimiz merkezde bulunan Lidya Hotel’di. Bavulları otele bıraktıktan sonra mayolarımızı giyip rotamızı Derya Beach‘e çevirdik. Deniz öyle güzel duruyor ki insan o soğuğa rağmen tereddüt etmeden atlıyor. O akşam turdakilerle dopdolu ve unutulmaz geçirdiğimiz 3 güne kadeh kaldırmak için Pell’s Kaş’a gittik. Kokteyler ve yemekler müthişti.
4. Gün: Kekova ve Kaleköy Konum
Son gün olmasının ve bu tatilin bu kadar hızlı geçmesinin bir tık duygusallığıyla bavulları hazırladık. Bu sefer rotamız Kekova’ydı. Önceden de gelip hayranlık duyduğum “ya bir insan burada yaşasa ömrü uzar” dedirten antik kent… Kekova’nın oldukça derin ve merak uyandıran tarihini önceki gelişimde tekne turu eşliğinde dinlemiştim ancak bu sefer kano yaparak tarihsel geçmişi dinlemek ayrı bir güzelmiş. Kürek çekerek hatta kanolarla yarış yapıp bir de üstüne su savaşı yaptıktan sonra Kaleköy’de mola vermeyi çoktan hak etmiştik.
Likya Yolu Yürüyüşü İçin Nelere Dikkat Etmeli?
- İlk olarak kesinlikle bileklerinizi bir tık geçecek, kaymayan ve su geçirmeyen bir yürüyüş ayakkabısı almalısınız. Yollar toprak ve taşlı olduğu için kayma ihtimaliniz çok yüksek. Günlük hayatta kullandığımız spor ayakkabılar bu tarz bir yürüyüş için güvenli olmayabilir.
- Nisan ayı bence Likya Yolu için ideal, hem çok sıcak değil hem de çok serin değil. Yürürken güneş bizi rahatsız etmedi, ettiği noktada da zaten denize girip mola alıyorduk.
- Likya Yolu üzerinde kamp yapan çok gördüm, onun da eminim keyfi ayrıdır.
- Çantanızda kesinlikle yürüyüş boyunca suyunuzu soğuk muhafaza etmesi için termos bulundurmalısınız. Yanınıza hem serin havalara karşı koruyacak ince bir kazak, güzel denizleri kaçırmamak adına mayo ve hızlı kuruyan havlulardan bulundurmalısınız. Kesinlikle yanınıza güneş kremi alın, yoksa ertesi sabah yanık ağrılarıyla uyanabilirsiniz. Güneşin tam tepede olduğu vakitlerde şapka kullanmak kaçınılmaz oluyor, yanınızda mutlaka şapka bulundurmalısınız. Son olarak da yürüyüş rotaları üzerinden ihtiyaçlarınızı rahatlıkla karşılayabileceğiniz bakkal gibi yerler sıklıkla bulunmuyor bu yüzden yürüyüş sırasında enerjinizi yenilemek için kuruyemiş, atıştırmalık gibi yiyecekleri çantaya atmakta fayda var.
- Bazı yerlerde telefon çekiyor bazı yerlerde çekmiyor, zaten yürüyüş parkurları o kadar güzel ve büyüleyici ki insan bazen fotoğraf çekerek o anın büyüsünü bozmak istemiyor. Ama siz gene de taşınabilir şarj aletinizi alın. Yukarıda bahsettiğim gibi gün batımlarında özellikle taşınabilir hoparlörden çıkan sevdiğiniz şarkılar keyfinize keyif katıyor.
Kapak fotoğrafı: Larissa Bapuçoğlu
İlginizi çekebilir: WanderMagger’dan Ege’deki Antik Kentler
Baharda hedef listemde ❤️️
kesinlikle eklensin listeye 🙂