Lizbon'da Yaşamak: Özge Kıner ile Dopdolu Bir Röportaj
Bir yanda “Olduğun yerde kal, değişikliğe ne gerek var? Bak ailen, dostların, geçmişin burada” diyen o ses, bir yanda farklı bir ülkede yeni bir hayat kurmak isteyen, içinizdeki o kıpır kıpır heyecan. theMagger’ın sevilen röportaj dizisi “Yurt Dışında Yaşamak” bu arada kalmışlığı cesareti ve kararlılığıyla bir sonuca ulaştırmış olanların hikayelerini anlatıyor. Taşınma süreçlerinden kültür şoku yaşadıkları anılara, lokal mekan önerilerinden dil öğrenme yollarına tüm merak ettiklerinizi onlara sorduk. Bu haftaki konumuz Lizbon’da Yaşamak, konuğumuz ise Özge Kıner.
Sevgili Özge, öncelikle seni daha yakından tanıyabilir miyiz? Nasıl karar verdin Lizbon’a taşınmaya, nasıl ilerledi süreç?
69 doğumluyum. Aslen Doğu Karadeniz Tirebolu doğumluyum ama kendimi daha çok bir Kadıköy Kalamışlı olarak görüyorum. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi lisans ve Maliye anabilim dalı yüksek lisanstan sonra 92 senesinde Almanya Göttingen Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler ve Sosyal Siyaset konusunda ön lisans eğitiminden sonra doktoraya başladım ama 98 senesinde geri döndüm ve önce özel bir banka sonra bir holding bünyesinde dış ticaret ve yatırım direktörü olarak çalıştım. Hala freelance danışman ve öykü yazarı olarak hayatıma devam ediyorum. Türkçe olarak yayımlanmış bir öykü kitabım ve çeşitli edebiyat dergilerinde çıkmış öykülerim, kitap incelemeleri ve yazılarım var. Bu konuda çalışmalarım devam ediyor. Lizbon ile ilgili, Lizbon’a taşınmaktan çok Fransa’ya taşınmak söz konusuydu. Esasında 2013 yazında Marsilya tatilinde eşimle tanıştım. Eşim Fransız. Aşk sebebi ile 3 senelik bir gidip gelmeden sonra işimden ayrılma kararı aldım ve Fransa’ya taşındım. Lizbon her ikimiz için de kendimizi evde hissettiğimiz bir şehir olduğundan ikinci adresimiz olarak Lizbon’u seçtik ve bir ayağımız sürekli orada.
O karar verme sürecine geri dönsen, yine Lizbon’u seçer miydin, memnun musun Portekiz’de yaşamaktan? Neler yapıyorsun orada?
Fransa Beaujolais bölgesi, eşimin işi ve ilk eşinden iki çocuğunun eğitimi sebebi ile karargahımız ama Lizbon hür irademizle ve aşık olarak seçtiğimiz bir şehir ve bana her zaman İstanbul’u hatırlatıyor. Bu sebeple evet, tekrar başa dönsem, tekrar Lizbon derdim. Bir kere Lizbon da İstanbul gibi 7 tepe üzerine kurulu. Ortasından Tejo nehri geçiyor ki nehir geniş olduğundan boğazı hatırlatıyor bana ve bu nehrin üzerinde de aynen bizdeki gibi büyük bir köprü var. Alfama bölgesi bana doğduğum şehir Tirebolu’yu hatırlatıyor, yokuşları ve merdivenleri ile. Her yokuş, her merdiven bir nevi nehire açılıyor, tıpkı doğduğum şehirde denize açılan yokuşlar gibi. Lizbon insanı açık, güler yüzlü ve esnaf kavramı hala kaybolmamış. Evet Lizbon’a aşığım diyebilirim 🙂 Lizbon’da serbest danışmanlık işime devam ediyorum. Eşimin burada kurduğu proje yönetimi ve gayri menkul şirketi bünyesinde zaman zaman çalışmalar yapıyorum ve tabi Pessoa ve Saramago’nun memleketinde yazmak için esin aramaya gerek kalmıyor. Daha çok yazı çalışmalarıma devam ediyorum.
İlk zamanlar biraz zor oluyor diyorlar. Taşındığın ilk zamanları anlatabilir misin? Yepyeni bir yere taşınmak, yeni insanlar tanımak çok hızlı olmuyordur… Nasıl bir adaptasyon süreci geçirdin, en çok zorlandığın konular neler oldu? Dile alışma sürecinden de bahsedebilir misin, neler yaptın bunun için?
Açıkçası 45 yaşında böyle bir işe kalkıştığım için kendimi tam taşınmış hissetmiyorum. İstanbul’daki hayatım her şeyi ile aynen devam ediyor. Daha çok üç ülke ve üç şehirde yaşayan biri gibiyim. Fakat yine de İstanbul’dan, arkadaşlarımdan ve ailemden uzun süre uzakta yaşamanın üzerimde negatif etkisi olmadı değil. Ama bu konuyu her 2-3 ayda bir İstanbul’a gelerek çözmeye çalışıyorum. Başka bir ülkede oturum izni ile yaşayınca 3 aydan fazla yurt dışında, Fransa ve Portekiz örneğinde Avrupa Birliği Schengen ülkeleri dışında yaşayamıyorsunuz. Yasal olarak durum bu ama normali de bu. Yeni insanlarla tanışmamsa dil kursunda oldu daha çok. Hatta çok iyi iki dost kazandım bu vesile ile ama her ikisi de başka ülkelerde yaşıyorlar şu an. Edebiyat ve sanat sevgim üzerinden bir kaç arkadaşım oldu. Yaşadığınız ülkenin diline hakim olmak çok önemli adaptasyon için. İngilizce ve Almanca konusunda çok iyi olmama rağmen Fransızca öğrenmem şarttı. Şu aşamada Portekizce öğrenmiyorum ama planlarım arasında. Portekizliler İngilizce ve Fransızca biliyor genelde. Fakat yalnızlık en çok zorlandığım konu oldu bir süre.,
Biliyoruz bu soru klasiklerden ama en fazla merak edilenlerden de biri aynı zamanda; Yaşam koşulları nasıl, pahalı mı? İstanbul ile arasında ciddi farklar var mı?
Portekiz’de yaşam koşulları Fransa’ya göre pahalı değil. Tabi bu nasıl bir hayat yaşadığınızla da yakından ilgili ama temel olarak Portekiz Avrupa’nın fakir çocuğu gibi düşünülebilir. Fransa aşırı pahalı bunun yanında. Türkiye ile şu sıralar Batı Avrupa ülkelerini satın alma gücü açısında karşılaştıramayız bence. TL’nin değer kaybı EURO bölgesini genel olarak pahalı kılıyor ama Lizbon bu açıdan İstanbul’a yakın diyebilirim.
Yurt dışında yaşamanın, başka bir kültür deneyimlemenin birey olarak avantajları ve dezavantajları neler sence? Türkler olarak oldukça farklı bir kültüre sahibiz. Portekizliler nasıl insanlar, örneğin arkadaşlık ilişkileri nasıl?
Yurt içinde yaşayanlar yurt dışında yaşamayı seçenlerin hiç sorunsuz, süper bir hayat yaşadığı yanılgısı içinde oluyorlar hep. Maalesef insanın kendi sosyokültürel bölgesinden çıkması, ki ben kendimi tipik bir Türk olarak görmememe rağmen, duygusal açıdan zor. Sonuçta sanki her şeye sil baştan başlıyor gibi oluyorsunuz. Özellikle Türk imajı da buna hiç yardımcı olmuyor. Her ne kadar sosyo ekonomik ve eğitim düzeyi yüksek bir kişi de olsanız en basitinden yabancılar polisi ve valilikte oturum izni alma sürecinde herkesle aynı torbaya atılıyorsunuz. Okuma yazma bilmeyen kişilerle aynı süreçlerden ve hatta yan yana geçiyorsunuz. Bu biraz sinir bozucu bir süreç. Niye ben bu kadar okudum gibi soruları kendinize sorabiliyorsunuz ama bu süreç kısa bir süreç, bunu atlatmayı başarırsanız insan ilişkileri açısından daha yüksek standartlarda yaşama şansını buluyorsunuz. Kimse sizi giydikleriniz, renginiz veya cinsiyetiniz nedeni ile Türkiye’de olduğu kadar taciz etmiyor. Ama kadın erkek eşitsizliği farklı oranlarda her yerde var, bunu da yazmadan geçemeyeceğim. Portekizliler gerçekten insan canlısı, çok sıcak ve saygılı insanlar. Kültürel ve mimari açıdan çok iyiler. Çok iyi sanat müzeleri, galeriler var. Her yer bahçe ve yemek kültürleri çok iyi. En basit yemekten en sanatsal yemeğe kadar çok yetenekliler.
Portekiz’de kültür şoku yaşadığın anlar oldu mu; çok ilginç, komik veya etkileyici bir anın varsa bizimle paylaşabilir misin?
Portekiz’de açıkcası kültür şoku yaşamadım. Fransa da da yaşadığımı söyleyemem. Sadece ilginç bir anekdot, Fransa’da bütün sınavlar yasal olarak kurşun kalemle yapılıyor. Eğer yanlışlıkla tükenmez kalem vs ile sınava katılırsınız, sınav doğrudan geçersiz sayılıyor.
Lizbon’da ne yenir, ne içilir diye sorsak; yemek kültürü hakkında neler söyleyebilirsin? Bize yeme-içme alanında birkaç lokal öneride bulunabilir misin, nerelere mutlaka gitmeliyiz?
Lizbon temel olarak zeytinyağı, sarımsak ve sardalya şehri. Sokaklar bu kokudan geçilmiyor. Ve geleneksel yemeklerde özellikle zeytinyağı ve sarımsak fazlasıyla kullanılıyor. Lizbon’da bir 10 euro’ya bir öğle yemeği yiyebileceğiniz gibi 300-400 euro ve hatta daha fazlasına bir yemek yiyebilirsiniz. Michelin yıldızlı restoranların sayısı bir hayli fazla ama bunun yanı sıra fine dining dediğimiz gastronomik restoranlar da çok ve genelde hepsi çok iyi. Yeme ve içmeye meraklı bir çift olarak bu konuda kesin garanti verebilirim. Lizbon’da en bilindik geleneksel yemek kuru morina balığı ile yapılan yemekler, bunlara Bacalhau deniyor. Benim en tercih ettiğim Bacalhau a Bras; çok ince kesilmiş ve kızartılmış patates, yumurta sarısı ve kurutulmuş morin balığı ile yapılıyor. Diğer şekillerini çok kuru buluyorum ama damak zevki ile alakalı. Ayrıca Lizbon denince başka bir klasik de en ünlü tatlıları olan Pasteis de Nata. Bu da yumurta ile yapılıyor. En ünlüsü, kapısında kuyruklar oluşan Pasteis de Belem. Tabi Portekiz şarapları ile de ünlü. Herkes tatlı Porto şarabını bilir ama Vino Verde dedikleri yeşil şarapları, beyaz ve kırmızı şarapları da çok çok iyi.
Lizbon’da bizim bildiğimiz manada bir kahvaltı geleceği yok. Ama sabah kalkıp, bir tosta mista (bizim karışık tost ama jambon ve peynir ile yapılıyor), taze sıkılmış portakal suyu ve kahve ya da çay (sallama genelde) ile kahvaltı yapmak isteyenler için şehirdeki bütün geleneksel pastaneleri, Avenida de Liberdade üzerindeki bütün kioskları önerebilirim. Spesifik olarak bir mekan belirtmem gerekirse, Alfama’da bulunan Memmo Alfama Oteli’nin kahvaltıları müthiş ve burada süper bir manzara eşliğinde zengin bir kahvaltı yapabilirsiniz. Öğle yemeği için, Chiado bölgesindeki Cafe Lisboa’yı önerebilirim. Geleneksel lokal yemekleri, özenli hazırlanmış bir şekilde, çok eski tiyatro binasının içindeki bu restoranda yiyebilirsiniz. Akşam yemeğinde gastronomik bir deneyim için Cave 23 ya da daha bistro tarzında bir deneyim için 100 Manerias Bistro’yu, Michelin yıldızlı bir deneyim içinse Alma Restoran’ı tavsiye ederim. En iyi kahveci bence Cafe a Brasileria. Önündeki oturan Pessoa heykeli de bonusu 🙂
Gece Klubü olarak rafine tarzı ile JNCQUOI alt kat bar kısmını tavsiye ederim. Canlı DJ eşliğinde bar etrafında oturup, harika kokteyllerden birini yudumlayabilirsiniz. Tam olarak gece klubü konsepti olmasa da atmosfer şahane. Bir de Fado mekanlarını eklemek isterim. Çünkü Lizbon Fado demek bir anlamda. Fado, Lizbon’daki tarihi 1820’lere uzanan, melankolik, hüzün ve özlem kokan müzik şekli. Ya tek tek ya da çift halinde ayakta söyleniyor. Üzerimde tüylerimi diken diken eden bir etkisi var. Bu sebeple bana göre en iyi ve turistik olmaktan uzak Fado restoranı olan Sr. Vinho mutlaka ziyaret edilmeli. Fado seyderken bir şeyler de yiyebilirsiniz ama ben tavsiye etmiyorum çünkü lezzetli bir yemek olmuyor ama rica ederseniz akşam 9-10 gibi sadece içkinizi yudumlayarak da Fado dinleyebilirsiniz. Fado hakkında daha fazla bilgi için Fado Müzesi ziyaret edilebilir.
Lizbon’a gittiğimizde mutlaka ziyaret etmemiz gerektiğini düşündüğün 5 yer neresi diye sorsak? (müze, kilise, pazarlar, özellikle lokallerin takıldığı güzel sokaklar…)
- Calouste Gulbenkian Museum: Bahçesi de harika!
- Museo Nacional de Arte Antiga: Özellikle süper bir Hieronymus Bosch tablosu için bile gitmeye değer.
- Arpad Szenes-Vieira da Silva Foundation: Kimsenin genelde gitmediği ama benim çok sevdiğim küçük ve tatlı bir müze.
- LX Factory: İçinde birçok cafe, restoran, kitapçı ve ufak sanat dükkanları barındıran bir konsept.
- Principe Real bölgesi güzel bir yürüyüş için ideal. Bizdeki Çukurcuma ve Cezayir Sokağı benzeri antikacılar, sanat galerileri, tapas barları, harika bir parkı ve bu parkın içindeki güzel ağacı ile süper bir bölge bana göre. Ayrıca hemen parkın karşısında bulunan 19. yüzyıldan kalma bir sarayın içindeki Gin Lovers, sadece cin ile yaptıkları harika kokteylleri için mutlaka uğranılması gereken bir yer. Aynı mekanda her pazar akşamı 7 – 8.30 arası Fado akşamları da yapılıyor. Biletler binanın kapısında alınabilir, bilete 1 adet kokteyl dahil.
- Jeronimos Manastry Belem ve yine Belem de bulunan Jardim Botanico: Botanik bahçe, en sevdiğim yerlerden biri.
- Bertrand Kitabevi: Kitapseverler için tavsiye ederim. Chiado’da bulunan bu kitabevi dünyanın en eski kitabevi olarak anılıyor. 1732 senesinde kapılarını açmış, oldukça büyük, içinde cafesi ve diğer dillerde kitapları da bulunan harika bir kitabevi.
- Alfama bölgesinde sadece Lizbon üzerine çeşitli dillerde, buna Tükçe de dahil, kitaplar satan, çok küçük ama sevimli bir kitabevi olan Livraria 1359 var. LX Factory içinde yer alan kitabevi Ler Devagar kitapseverlerin mutlaka görmesi gereken bir mekan.
İstanbul’un kendine özgü özellikleri vardır ya hani, rakı-meze veya Boğaz manzarası gibi… Özlüyor musun İstanbul’un bazı yönlerini? Mesela arada sırada İstanbul’a geldiğinde ilk yaptığın şey ne oluyor veya mutlaka yemeliyim dediğin yemekler, gitmeliyim dediğin yerler var mı?
İstanbul’a geldiğimde ilk yaptığım iki şey: Kadıköy – Karaköy vapuruna binmek ve Kadıköy Balıkçılar Çarşısı’ndaki Kadınimet’de girişte, mümkünse Kalkan ve rakı yapmak. Tabi çok sevgili can dostlarımla birlikte.
Peki Türkiye dışında yaşamak sana neler öğretti? Nasıl değiştirdi seni, neler kattı şimdiki yaşamına? Yurt dışında yaşamak isteyen ama buna cesaret edemeyen kişilere birkaç tavsiyede bulunabilir misin?
Yurt dışında yaşamak, farklı kültürleri her hali ile yaşamak, yeni diller öğrenmek, yeni dostluklar kazanmak bence insanı geliştiren bir şey. İçimde her zaman bir Evliya Çelebi vardı. Küçükken yapmayı en çok sevdiğim iki şey okumak ve atlas karıştırmaktı, bu tutkum hala sürüyor. Yurt dışında yaşamak isteyen kişilere öncelikle tabi bir mali ve kültürel fizibilite yapmalarını tavsiye ederim ama bir tek hayatımız var ve yapmak istediklerimizi ertelememiz lazım. Açık fikirli ve yeniliğe meraklı, hatta her şeyi öğrenmeye meraklı olmak ve tutkularımızın peşinden gitmemiz lazım. Benim örneğimde görüldüğü gibi bu iş 45’inden sonra da yapılabiliyor. Hayat kısa, kuşlar uçuyor…
"hayat kısa, kuşlar uçuyor" muhteşem bir final olmuş!keyifle okudum..