Beyoğlu Yeniden: Loksandra Coffee, Bir Sahaf, Bir Müze
Beyoğlu’nda güzel bir cafe’de oturup gelen geçeni seyretmeyeli, sokaklarda keşfe çıkıp zaman mefhumunuzu kaybetmeyeli ne kadar oldu? Bu soruya cevabınız eğer “çooook”sa, gelin Beyoğlu’nu beraber yeniden keşfe çıkalım. İlk olarak da Loksandra Coffee’yi keşfedelim…
Geçenlerde birden eski günler geldi aklıma, eskiden ne çok Beyoğlu’na giderdik. Hatırlıyorum, arkadaşlarla çıkmak söz konusu oldu mu adres hep belliydi: tabiiki Asmalı. Programların şu veya bu nedenden orada başlamadığı olursa da, gece yine mutlaka Beyoğlu’nda son bulurdu. Ben böyle düşüncelere dalmışken, Beyoğlu’nun eski cıvıl cıvıl günlerini hatırlamak içimi umut doldurdu ve dedim ki “İrem, haydi Beyoğlu’na!” İsterseniz #beyoğlubizim diyelim ve bu geçirdiğim mis gibi nostalji kokan güne yakından bakalım.
konum_4
Loksandra Coffee
Beyoğlu turum ilk olarak tam da Eylül’e yakışır yepyeni bir mekan olan Loksandra Coffee ile başlıyor. Taksim Meydanı’ndan İstiklal Caddesi’ne girip soldan üçüncü sokağa sapıyorum, yolun bitiminden sağa döndüğümde tatlı tabelasıyla Loksandra Coffee karşımda duruyor. İçeri adımımı attığım ilk anda buranın sade ama şık dekorasyonu beni büyülüyor. Mekanın huzur dolu ortamı ve arkaplanda çalan klasik müzikle sanki güzel ve nostaljik bir film sahnesinin içindeyim. Oturacağım masaya giderken tezgahta gözüme çarpan günlük değişen pasta, çeşit çeşit kek, kurabiye, çörek ve börek ‘beni al’ der gibi ama hayır, önce öğle yemeği. Menüye göz atıyorum, her birinin oldukça lezzetli ve sağlıklı göründüğü glutensiz ve şekersiz sayısız seçenek arasında gidip geldikten sonra sonunda tercihimi hindi fümeli tosttan yana kullanıyorum. Gelen porsiyon oldukça doyurucu, hatta çok beğenmiş olmama rağmen bir kısmını bırakmak durumunda kalıyorum. Tatlı olarak söylediğim şeftalili bademli tart, uzun süredir yediğim en güzel tatlılardan biri, hiç bitmesin istiyorum. O kadar ki, bir kez daha yiyebilmek için Loksandra Coffee’ye tekrar ne zaman gidebilirim diye plan yapmaya başladım bile.
Söylemeden geçmeyeyim, ben tatmadım ama sonradan öğrendiğime göre mekanda ev yapımı, müthiş lezzetli soğuk içecekler de bulunuyor. Özellikle İzabella üzüm suyu, zua mürver gazozu, limonatası, şeftalili soğuk çayı ve frappe’si en sevilenlerdenmiş. Pazartesi kapalı olduğunu öğrendiğim Loksandra Coffee; sade dekorasyonundan tadı damağımda kalan şeftalili bademli tartına, arkaplandaki rahatlatıcı müziğinden lezzetli soğuk içeceklerine, her şeyiyle gidip birkaç saatinizi geçirmeniz gereken bir yer.
konum_2
Tezgah Kitabevi, Galatasaray
Bu tatlı mekandan ayrılıp Beyoğlu turuma devam ediyorum. Bir sonraki durak yolda yürürken karşıma çıkan ve spontane bir şekilde içeri girmeye karar verdiğim Tezgah Kitabevi 36/A. Sahaf gördüm mü zaten dayanamam ama burası bir başka. Kitap sayfalarının adeta ‘ben eskiyim’ diye bağıran kokusunu içime çekiyorum ve gözüm yanda duran plak koleksiyonuna takılıyor. Biraz göz atıyorum ama en çok merak ettiğim yer içerisi, bu yüzden kapıdan geçip kendimi Tezgah Cafe’ye atıyorum.
İçerisi rüya gibi. Yan yana tek sıra halinde küçük masalar ve karşısında kocaman bir kütüphane düşünün, aynı böyle bir yer. Kütüphanenin en sevdiğim detayıysa kitapların düzgün bir şekilde dizilmemiş olması, hepsi bir yere dağılmış. Bunu iki sebepten seviyorum: ilki o dağınıklıktan seçip elime aldığım kitabın gerçekten görüp incelemem, karşıma çıkması gerektiği için karşıma çıkan bir kitap olduğunu hissediyor olmam. İkincisi, her kitabın daha önceden başkalarının elinde incelendiğini, sayfalarında göz gezdirildiğini bilmek. Yaşanmışlık güzel bir şey. Burası yalnızca biraz loş geldi bana; kütüphaneden bir kitap alıp okumak istesem bu ışıkta biraz zorlanabilirdim, ama gülü seven dikenine katlanır diyerek turuma devam ediyorum.
İlginizi çekebilir: “İstanbul Sahafları: Eski Kitap Kokusu İçin 7 Doğru Adres”
İlginizi çekebilir: “İstanbul’da Uğramanız Gereken 10 Kitapçı ve Kitabevi”
konum_3
TÜRVAK
Biraz ilerliyorum ve karşıma Türker İnanoğlu Vakfı (TÜRVAK) Sinema, Tiyatro Müzesi ve Sanat Kitaplığı çıkıyor. Daha önceden duyduğum ama gitme fırsatı bulamadığım buraya önüne gelmişken girmeye karar veriyorum. Burada Türk Sineması ve Tiyatrosu’nun geçmişine ait çok sayıda fotoğraf, afiş ve aksesuar görüyorum. Aynı zamanda eski filmlerde kullanılan birçok cihaz da var burada: kameralar, eski fotoğraf makineleri, film gösterim aygıtları… Muhsin Ertuğrul’un ilk sesli filmini çektiği kamera ise buranın mutlaka görülmesi gereken parçalarından biri bence.
Buradan da yüzümde büyük bir gülümsemeyle ayrılıyor, bugünlük Beyoğlu gezimi sonlandırmaya karar veriyorum. Beyoğlu eski güzel günleriyle bende hep ayır bir yere sahip. Ve fark ettim ki, bu günleri geri getirmek de bizlerin elinde. Burada yeniden eğlenceli programlar organize ettiğimizde, tek başımızayken bile gelip Beyoğlu sokaklarını keşfe çıktığımızda ve en önemlisi herkes bunu yaptığında, nasıl geri gelmez ki Beyoğlu? İstiyorum ki buralar yine cıvıl cıvıl olsun; aşıklar burada buluşsun, kadınlar süslenip buraya gezmeye gelsin, hafta sonları dolsun taşsın Beyoğlu ama hafta içi de güzel ruhundan bir şey kaybetmesin. #beyoğlubizim, hadi onu geri getirelim.
İlginizi çekebilir: “İstanbul’da Keşfetmeniz Gereken 10 Müze”
İlk yorumu siz yazın!