Lorca'nın Acıklı Güldürüsü: BGST'den Ustaya Saygı Duruşu
Sanata sarıldığımız şu dönemde, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’ndan Lorca’nın Acıklı Güldürüsü, ruhumuza ilaç gibi geliyor. İspanyol şair, müzisyen, oyun yazarı Federico Garcia Lorca’nın hayatı eğlenceli bir oyunla sahnelenirken, biz de büyük ustanın sanat mücadelesi önünde saygıyla eğiliyoruz.
Lorca’nın Acıklı Güldürüsü
Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST), 2017-2018 tiyatro sezonunda izleyiciyle buluşturduğu Lorca’nın Acıklı Güldürüsü’nü bu kez de sahneden naklen serisiyle evlerimize konuk ediyor ve çok da iyi yapıyor. İspanya’nın en önemli sanat ustası Lorca’nın, memleketi Granada’da doğumuyla başlayan oyun, 38 yıllık kısa hayatına neler sığdırdığını, sanatçı kimliğinin nasıl geliştiğini ve arka planda da bir ülkenin geçirdiği toplumsal değişimi anlatıyor. Daha küçük yaşlarda sanata dair yolunu çizen büyük ustanın hayatının pek kolay olmadığı aşikar. Ailesi ve sanatseverler bir yandan desteklerken faşistler, provakatörler “Beceriksiz şair, ressam, müzisyen ve yazar” diye tanımlamaktan geri durmadıkları gibi, bir adım ileri giderek vatan haini sıfatını da yapıştırıyorlar. Hayatı hep sanatı icra etme, tiyatro yapma, yazdığı, çizdiği, söylediği ne varsa herkese ulaştırma mücadelesiyle geçmiş. Bu haklı mücadelesini o kadar iyi anlıyoruz ki, İspanya İç Savaşı’nda tutuklandıktan sonra mezarını bilmediğimiz ama “Hepimiz Lorca’yız” dediğimiz efsaneyi bağrımıza basıyoruz.
İzlerken Lorca’nın sanat için doğduğunu, tiyatro tutkusuna da hiçbir şeyin engel olmadığını görüyoruz. “Eğer oyuncuların giyecek kostümleri kalmaz ise mavi işçi tulumları giyerler; eğer sokaklarda oynamamıza izin vermezler ise biz de mağaralarda oynarız; kendimize gizli sahneler yaratırız.” sözleri bunun en güzel kanıtı. Olay İspanya’da geçiyor olabilir ama bir toplumun yaşadığı mücadeleler, geçirdiği değişimler, darbeler, savaşlar, sanatı anlama ve anlatma boyutu, kadın-erkek eşitsizliği de her ülkede görülen evrensel sorunlar olarak karşımıza çıkınca, birçok sahne bize fazlasıyla tanıdık geliyor.
Biyografik ve İspanya tarihi açısından da kronolojik bu oyunun sahnelenmesi, Lorca’nın hikâyesinin üstünde bir başarıya sahip. Kukla tiyatrosu olarak görünse de, birden çok tarzı ve müzikten dansa farklı sanat dallarını içeriyor. Didaktik değil komik diyaloglarla, beş oyuncunun kılıktan kılığa girdiği, dans ettiği, şiir okuduğu, müzik yaptığı ve barkovizyonla bizleri o günlere götürdüğü, dört dörtlük bu eğlenceli oyunu alkışlıyoruz. Oyun içinde oyun da, bizim aklımızda kalan bir diğer güzellik. Lorca’yla özdeşleşen Kanlı Düğün’den kareler, beğenimizi de bulutlara çıkarıyor. İzledikçe gülüyor, keyifle arkamıza daha çok yaslanıyoruz ama gördüğümüz gerçekler de yavaş yavaş içimizi acıtmaya başlıyor. O zaman da oyunun ismindeki bu oksimoronu çok iyi anlıyoruz.
Oyun, üretkenliğini ve oyunculuğunu takdir ettiğim Aysel Yıldırım ve İlker Yasin Keskin tarafından 2013’te kaleme alınmış. Yarattıkları metin o kadar zengin ki, sanki Lorca’nın doğumuyla birlikte, çocukluğunda, sanatını icra edişinde, isyanında, mücadelesinde, onun yanında biz de yer alıyormuş hissiyle doluyoruz. Yönetmenliklerinde de aynı özen söz konusu. Vermek istedikleri mesajları gözümüze sokmadan, özellikle siyasetin ön planda olduğu sahnelerde bizi sıkmadan, müzik ve dans gibi öğelerle oyunun içeriğini sulandırmadan ve en sonuna kadar büyük ustaya olan saygımızı sekteye uğratmadan akıcı ve ruhumuz için de yapıcı bir oyun yaratmışlar.
Oyuncular; Aysel Yıldırım, Duygu Dalyanoğlu, Elif Karaman, İlker Yasin Keskin ve Özgür Eren’in sahnede birbirinden farklı ve hatta bazen saniyeler içinde, büründükleri kadın-erkek rollerinin hakkını verdiklerini görüyor ve böyle bir oyuna ancak böyle bir ekip yakışırdı diyoruz. Kostümler sade, en fazla birkaç önlük ve elbiseyle tüm karakterlere hayat veriyor; dekor yok denecek kadar az ama o dönemi ve ortamı yansıtmayı başaracak kadar çok. Bu da bize gösteriyor ki, iyi bir oyun için şatafatlı dekorlara, abartılı kostümlere her zaman gerek yok; önemli olan ‘az çoktur’u doğrulayabilmek. Sahne düzeni, ışık, kostüm, aksesuarların mimarları Duygu Dalyanoğlu, Dila Okumuş, Özgür Eren’i de tebrik ediyorum!
Lorca’nın Acıklı Güldürüsü’nü bıraksanız saatlerce anlatır, metin ve oyuncuları da sayfalarca övebilirim. Kendimi tutuyor, mutlaka ve mutlaka 26 Mayıs’ta Moda Sahnesi’nde, sahneden naklen olarak yayımlanacak gösterimini izleyin diyorum. Sahnedeyken izleme fırsatı bulamadığım, neden bu kadar geç kaldığım konusunda kendime kızdığım, hatamı alkışlarımla telafi etmeye çalıştığım bu oyun, ruhunuzu besleyecek, keyfinizi yerine getirecek ve tiyatro sevginizi de perçinleyecek. İzledikten sonra BGST’nin alkışlarınızı duymasını nasıl sağlarsınız, orası size kalmış! (Ben şahsen sosyal medyadan paylaşmaya çalıştım, umarım olmuştur :)). İyi seyirler!
Kapak Fotoğrafı: Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu
İlginizi çekebilir: Eda Geven’den Celile
''Şayet olacaksa, daha çok var
Gerçek ve maceracı bir Endülüslü’nün doğumuna
feryat eden kelimelerle zerafetinin şarkısını söyleyeceğim
ve hüzünlü bir esinti hatırlayacağım
zeytin ağaçları arasından''