Orijinalini Aşan Bir Yeniden Yapım: Maniac
Son yıllarda giderek popülerleşen klasik filmlerin remake (yeniden çevrim) olarak tekrar önümüze sunulması -ne yazık ki- çoğu zaman hayal kırıklığı yaratıyor. Maniac ise yenilikçi tavrı ve hikayeye farklı açıdan bakma fikriyle 1980 tarihli orjinal filmin bile üstüne çıkabilen oldukça başarılı bir yapım. Bir remake olmasına rağmen son yılların en etkileyici korku-gerilim filmlerinden biri olarak görülmesi, ne kadar yaratıcı bir işle karşı karşıya olduğumuzun bir kanıtı adeta.
Korku/gerilim türü, nedendir bilinmez sinema çevrelerince pek de takdir edilmeyen alanlardan biridir. Çok da haksız sayılmazlar aslında. Özellikle 21. yüzyılda bu türde karşımıza çıkan yapımların büyük bir çoğunluğunu ‘çöp’ diye nitelendirdiğimiz filmler oluşturuyor. Fakat iyi bir atmosfer yaratmanın yanında salt korkutma amacını bir kenara koyup dramatik bir çatı oluşturulabildiğinde, bu türün de hakkının verilmesini gerektiğini düşünüyorum. Belki de, çok fazla beğendiğim ama yine hakkı teslim edilmeyen kıyıda-köşede kalan filmlerden biri olmaya mahkum Maniac’ı “Keşif Sineması”nda yazmaya karar vermemin sebebi budur. Çünkü Franck Khalfoun imzalı Maniac, James Wan filmleri ile birlikte bu türün son yıllardaki en iyi örneklerinden, dahası 2012 yılının da en iyi işlerinden bir tanesi.
Kısaca Maniac’ın ne anlattığından bahsedecek olursak, Frank isminde bir vitrin mankeni yapımcısının güzel kadınları (manken gibi?) dehşet verici yollarla tek tek öldürmesini izliyoruz filmde. Tabii burada işin biraz daha psikolojik bir boyutu var. Frank, asosyal ve neredeyse hiç arkadaşı olmayan silik bir tip. Çocukluk yıllarında annesini bir trafik kazasında kaybetmiş. Annesi ise bedenini para karşılığında satan ve cinsel takıntılara sahip arıza bir kadın. Hatta Frank’in annesi tarafından birtakım taciz olaylarına maruz kaldığını bile söyleyebiliriz. Aslında temelde anne-erkek çocuk ilişkini deşen bir hikaye var karşımızda. (Hitchcock’a selam olsun.) Frank, belki Norman Bates gibi annesinin kostümlerini giyerek dolaşmıyor ortalıklarda fakat işlediği her cinayetin altında bu anne travması yatıyor. Özellikle öldürdüğü her kadının saçını dükkanındaki mankenlere monte ederek onları yaşatma arzusu gibi birçok detay bize Frank’in psikolojik durumu hakkında çok şey söylüyor aslında ama film bu sulara dalmak yerine şöyle bir üzerinden geçerek seyirciye bırakmayı tercih ediyor. Çünkü Maniac, her şeyden önce bir remake ve hikayesel değil biçimsel olarak yenilikçi bir şeyler denemek istiyor.
Kamera arkasındaki Khalfoun henüz çok tanınmış bir isim değil fakat Haute Tension ile gönüllerimize taht kuran Alexandre Aja’nın, senarist ve yapımcı kimliğiyle filme katkılarının oldukça büyük olduğunu fark etmek güç değil. Haute Tension‘daki o kapana kısılmışlığın verdi korku hissiyatı burada da bolca kendini belli ediyor. Ama bu sefer bir şey farklı. Neredeyse her korku filminde kurban ile birlikte kapana kısılmaya mahkum seyirci, bu sefer rolleri değiştiriyor ve avcı konumuna geçiyor. Pov (point of view) adı verilen bir teknikle kotarılan film, tüm olayları seri katilimizin gözünden izlememizi sağlıyor. Öyle ki film boyunca ana kahramanımızı sadece aynalardan ve yansımalardan görebiliyoruz. Bu teknik sayesinde biz de seri katilimiz ile bütünleşme duygusunu yaşayıp işlediğimiz cinayetlerin şok etkisiyle inanılmaz bir deneyim yaşıyoruz. Burada filmin cesurluğundan da bahsetmek gerek. Daha açılış sahnesi ile ne kadar dehşet verici sahneler ile karşılaşacağımızın sinyallerini veren film, son ana kadar seyirciye hazmı oldukça zor ve bazen ekrandan gözlerinizi ayırmak isteyeceğiniz derecede rahatsız edici ölüm sahneleriyle bir korku filmi olarak üzerine düşeni layıkıyla yerine getiriyor.
Yukarıda da bahsettiğim gibi güçlü bir alt metni olsa da o kısımları seyircinin yorumuna bırakarak daha çok biçimsel açıdan farklı şeyler arayan film, en çok da bir an olsun seyirciyi filmden koparmayan atmosferiyle takdiri hak ediyor sanırım. Los Angeles sokaklarında tarifi imkansız bir dehşet yaşatan filmin bu başarılı atmosferinin yanında muazzam elektronik müzik kullanımı ve Frodo’dan ibaret olmadığını son yıllardaki performanslarıyla kanıtlayan Elijah Wood’un oyunculuğu (yüzünü çok görememize rağmen) da filme aşık olma sebeplerimiz arasında sayabiliriz. Özellikle soundtrack albümü, filmi izledikten aylar sonra bile playlistlerimizde yer alacak cinsten.
Son tahlilde, Maniac “nasıl remake yapılır?” sorusunun ‘kanlı’ canlı kanıtı olarak karşımızda duran, keşfedilmeyi ve muhteşem atmosferiyle takdir edilmeyi bekleyen saklı bir hazine. Klişelerle bezenmiş çöp filmlerin, adını kirlettiği ama aslında sinemanın önemli alanlarından biri olan korku janrının hiç şüphe yok ki son yıllardaki en başarılı örneği. Sınırları zorlayan final sahnesi için bile izlenmeli diyerek sizi film ve dehşet dolu bir 90 dakika ile yalnız bırakayım.
IMDb Puanı: 6.1/10
İlk yorumu siz yazın!