İçinde bulunduğumuz ortamların bize hissettirdikleri konusunda birçoğumuzun farkındalığı vardır sanıyorum. Bunun kısa vadede anlık hazzını (veya aksini) tatmış, uzun vadede yaşam tarzına veya iş anlamında performansa etkisini de tecrübe etmişizdir. Sizin için de öyleyse, mekan ve insan ilişkisini gözden geçirdiğim bu yazıda benimlesinizdir, değilse de katılabilir, farkındalığınızı artırabilirsiniz.

Mekan ve İnsan
Mekan ve İnsan | Fotoğraf: Asli Sungur

İtiraf etmeliyim ki pandemi döneminde ben de yaşadığım yeri uzun uzun sorguladım, artılarını, eksilerini değerlendirdim, ruh halime göre imkân dâhilinde ufak dokunuşlarla bu yerde değişiklikler yaptım. 3.5 metrekarelik balkonumuzda yazlıktaymışçasına bir yaz geçirdik. Sadece market alışverişine izin verilen kısıtlı saatlerde köklü mahallemin manavını, kasabını, çiçekçisini, yufkacısını, fırınını dolaşıp, tekerlekli pazar arabamızı, sosyalleşerek doldurduk, bol bol parklarının keyfini sürüp, örtüler serip, piknikler yaptık. Günün neredeyse tamamını balkonlarda ya da açık camların arkasında geçiren sokak sakinleriyle birbirimize hiç bu kadar aşina olmamıştık. Camdan cama hal hatır sorar hale geldik. Gün oldu bayraklar astık, hep birlikte coşkulu marşlar söyledik. Kısaca pandemi bize yaşadığımız mekânların hakkını vermeyi öğretti. Ben de bunun üzerinde biraz düşünüp, mekânın zihinsel ve ruhsal etkisinin neden kaynaklandığını biraz araştırınca bakın neler çıktı ortaya.     

Mekan ve İnsan: Farklı Mimari Akımlar Üzerinden Bir İnceleme

Yapı, canlı için bir çeşit barınakken, mimari; duyguları harekete geçiren bir sanat sanki. Bu nedenle mimariyle sadece bir yapı değil çevre inşa ediliyor. Bu yaratılan çevre de bir çeşit yaşam tarzı sunuluyor. Bunu tecrübe ederken beynimizde biyolojik seviyede bir takım değişiklikler meydana geliyor ve dolayısıyla davranışlarımız değişiyor. “Nöromimari (neuroarchitecture)” binlerce yıldır insan sağlığı ve mutluluğu için tasarıma yönelik etkili formüllerin geliştirilmesi üzerine çalışıyor. Örneğin; polio (çocuk felci) aşısını bulan Jonas Salk yıllarca laboratuvarında polio ile mücadelenin yolunu araştırıp dururken, ortamını değiştirip 13. yüzyıl Fransisken manastırı San Francesco d’Assisi’ye kendini kapatır ve beklenen aşıyı bulur. Sonrasında bu anıtsal buluşunu manastırın sükûnetine ve tasarımına atfeder.

Nöromimari
Nöromimari | Fotoğraf: connectionsbyfinsa.com

Sanal gerçeklik kullanılarak yapılan bir araştırmada deneklerin çoğu keskin köşeli odalar yerine kavisli, yuvarlatılmış sınırları olan odalarda kendilerini çok daha iyi hissettiklerini rapor ederler. Londra’da taksi şoförü olmak için şehrin yerleşiminin ve tüm sokak isimlerinin bilinmesi gerekir. Bu süreç de iki ila dört yıl sürer. Bu esnada araştırmacılar önce işin başında sonra da taksi şoförü olmak için testi geçtiklerinde şoför adaylarının beyinlerini tararlar ve hipokampüs adı verilen bölgenin belirgin şekilde büyüdüğünü tespit ederler. Böylece yetişkinlikte de beynin geliştiğini, özellikle de bu gelişimin beynin çevreye karşı verdiği yanıtın bir sonucu olduğunu kanıtlarlar.

Ortama bağlı olarak beynimizde meydana gelen değişikliklerin bir sebebi de nörojenez (neurogenesis); yani yeni nöronların oluşması. Zenginleştirilmiş çevrenin (odalara bölünmüş, uyarıcı materyallerle kaplı, tırmanma ve diğer hareketleri destekleyen platformlar yerleştirilmiş hücre) yetişkin farelerde, izole edilmiş standart hücredeki farelere oranla, yeni nöron oluşumunu artırdığı ve bu farelerin mekânsal öğrenme testinde daha ileri performans gösterdiği gözlenmiş mesela.

Mekan ve İnsan
Mekan ve İnsan | Fotoğraf: Asli Sungur

“Stimulating architecture (uyarıcı mimari)” diye google araması yaptığınızda ikonik veya anıtsal bina tasarımlarıyla, uçlarda sanatsal işler çıkıyor karşınıza. “Healing architecture” yani iyileştirici mimariyi sorguladığınızda ise çoğunlukla sağlık tesisleriyle bağlantılı makale ve görseller geliyor. Aradığım şeyse daha gündelik yaşamın içinde olan mekânlar. Yani zamanımızın çoğunu geçirdiğimiz, ev gibi ofis, okul gibi ortamların yaşamsal hazzı tetikleyen etkisi üzerine hislerimi doğrulayan kaynaklar veya görüşler aslında. Bunun için biraz da gerilere gidiyorum.  

İyileştirici Mimari
İyileştirici Mimari | Fotoğraf: archdaily.com

Hümanizme göre insan her şeyin ölçüsü. Örneğin geleneksel Japon evleri insan bedeni ölçüsüne uygun tatami minderleri esas alınarak tasarlanıyor. Japonya’da çay evleri de rahatça düşünüp, içsel sadeliğe ve sükûnete erişile bilinmesi için ahenkli ve sakin mekânlar olarak inşa ediliyor. Şinto (Japonya’nın yerel dini) mabetlerinin ve zen prensiplerinin bileşimi esas alınıyor. Zen Budizmi derin meditasyon gerektirdiğinden tapınaklar konsantrasyonun bozulmaması için sade ve simetrik yapılıyor. Bununla birlikte simetrinin hakimiyetine ilk meydan okuma Britanya’da “pitoresk” adlı estetik kategoriyle ortaya çıkıyor. Burada manzara kaba, karmaşık, çeşitli, süreksiz ve düz çizgilerden arındırılmış tablo gibi uzanıyor, ziyaretçilere beklenmedik, sürekli değişen bakış açıları sunuyor. Topografya, iklim, biyoloji, jeoloji gibi doğal faktörlerle; arazi kullanımı, yerleşim dokusu gibi insani faktörler birlikte tasarlanıyor. Simetrinin yokluğu modern hayatın dinamizmini destekliyor.

Dünyadan Mimarlar: Biçim ve İşlev Konusundaki Yaklaşımlar

Çin’de feng-shui (rüzgar-su) üstadı, topografi uzmanı olarak inşaatlarda mimar ve mühendislerle birlikte çalışıyor. Andrea Palladio 1500’lerde mimaride oranların önemini kavrıyor ve bunu müzik notalarıyla ilişkilendiriyor. 20. yüzyılın Fin mimarı Alvar Aalto, “Pencere tasarlarken, kız arkadaşının içeride oturduğunu ve dışarı baktığını düşün.” diyor. Rönesans hareketinin öncülerinden İtalyan mimar, bunun yanında ressam, şair, dilbilimci, filozof, kriptocu ve müzisyen Leone Battista Alberti, meslek olarak mimarlığın zanaatkârlıktan ziyade entellektüel gereklilik olduğu görüşünü savunuyor. Amerikalı Sullivan’ın “Biçim, işlevi takip eder.” görüşüne karşı çıkarak, biçimsel güzelliğin bir yan ürün değil, sanat eserinin kalitesine içkin olduğunu savunuyor.

https://www.instagram.com/p/CG1rMV2FwlA/

Robert Kerr, kendinden önce gelen Alberti gibi aile hayatının kaosundan nefret ediyor ve sakinlik için odalar arasına mesafe koyarak koridor kavramını geliştiriyor. Modern mimarlığın öncülerinden Le Corbusier ise “Taş, ahşap ve beton gibi malzemeler kullanarak evler ve saraylar yapıyorsunuz: Bu inşaattır. Burada ustalık konuşur. Ama aniden kalbime dokunuyor, bana iyi geliyorsun, mutluyum ve diyorum ki: Bu güzel, mimarlık budur.” diyor. Hiç mimarlık eğitimi olmayan 20-21. yüzyılın Japon mimarı Tadao Ando beton, gün ışığı, peyzaj ve cam ile ışık-gölge ve dolu-boş ilişkisini yakalıyor. Manzaraya bakış noktalarını ve ışığın beton duvarlar üzerindeki değişimini titizlikle hesaplıyor. Le Corbusier’nin pürüzlü beton yüzeylerinin aksine onun rafine yüzeyleri başlı başına lüks kabul ediliyor. Bauhaus akımının hocalarından Ludwig Mies van der Rohe şeytanın değil ama Tanrının detaylarda gizlendiğini ve her şeyin azının makbul olduğunu savunuyor. Alda Van Eyck’in Amsterdam’daki yetimhane binası beni çok etkiliyor. Binanın merkezi çocuklar için oturma, buluşma ve oynama alanı sunan iç sokak olarak düşünülüyor. Çocukların varlığı duvar ve döşemelerin içlerine gömülen küçük ayna parçalarıyla çoğaltılıyor. Görüldüğü üzere mimarlık tarihi boyunca gerçekten de hislerimizi tetikleyen, yaşamımıza yön veren bir dizi dokunuş yapılageliyor.  

Bu arada merak ettiğim bir şey var; yazarken sürekli kaçmaya çalıştığım “yaşam mimarı” sloganıyla özdeşleşen tek tipleştiren, “neredeyse bir kent yaşamının, içine sığdırılmaya çalışılan” devasa yapay kompleksler gelip durdu mu sizin de aklınıza? Bu da başlı başına bir araştırma konusu galiba.

Daldan dala demezseniz, buraya kadar mekânsal zeminde ele almaya çalıştığım yaşam mimarisi meselesinin, varoluşsal açıdan kişinin kendinin “yaşam mimarı” olmasının ne anlama geldiğini de “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” (Grigoriy Petrov’un Finlandiya’nın kuruluş öyküsünü anlatan) kitabını okurken öğrendiğimden söz etmek istiyorum. Devrilen onca ders kitabının aksine, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa ediş serüvenini ve devrimleriyle neyi amaçladığını anca bu yaşımda bu kitapla yaşadığım aydınlanmayla kavrayabildim. Kitaptan bir alıntıyla veda edeyim: “Herkes akıllı ve bilge, herkes her şeyi biliyor. Fakat neden bu kadar kötü koşullarda yaşıyor, hayatın mimarı bir sanatçı olmak istemiyorsunuz dendiğinde birer tecrübesiz çocuk oluyorlar. Çünkü bir işi becerme yeteneği ve istekleri gelişmemiş. Kendileri bu yönde eğitilmemiş. Onlara hayatlarının mimarı olmalarının faydalarından bahsetmeyin, kendilerinde bu ihtiyacı uyandırın. Sobanın içi iyi bir yakıtla doldurulmuş ve yakılmışsa, ne yapması gerektiğini sormaz. Yaydığı ısıyla evi ve içindeki insanları ısıtır. Bu nedenle sizler, aydınlar, canlı lambalar olun. Yaptığınız işlerdeki başarılarla, yaşayış tarzınızla ışık saçın, örnek olun. İnsanlara ne yapmaları gerektiğine dair özel bilgiler içeren reçeteler sunmak yerine, bu insanlarda istek ve arzu uyandırın.”

Uyarıcı Mekanlar

Yazıma son verirken bizzat deneyimlediğim ve bu esnada yeni nöronlarımın oluştuğundan emin olduğum birkaç uyarıcı mekan bilgisi vermek isterim.

Sancaklar Camii

youtube play youtube play

İstanbul Büyükçekmece’deki Mimar Emre Arolat yapımı ve 2015 yılı ArchDaily Yılın Dini Yapısı Ödüllü sıradışı bir o kadar da mütevazi Sancaklar Camii’nin mimarının tasarım aşamasını anlattığı bu videoya göz atabilirsiniz.

Türk Eğitim Derneği Ankara Koleji

youtube play youtube play

Mezunu olduğum, anaokulundan lisesine her kademe binasının içinde özellikle milli bayramlarda en coşkulu geçit törenlerinin rahatlıkla yapılabileceği genişlikte ve ferahlıktaki kolej sokağı ve Amerikalı Mimar Frank Lloyd Wright vari rampalarıyla ödüllü Türk Eğitim Derneği Ankara Koleji’nin İncek Yerleşkesi’ndeki kompleksi de bu yapılardan biri.

Sant Pau Hastanesi

youtube play youtube play

Bir diğer yapı, bahçesinde hastaların rehabilitasyonu için çeşit çeşit baharat yetiştirilen, Barselona’daki UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki mimari şaheser Sant Pau Hastanesi. Ayrıca nörojenez ile ilgili ilginç birkaç TED konuşmasından da söz etmeden geçmek istemedim. Yeni beyin hücresi oluşturmanın yollarının anlatıldığı, Sandrine Thuret’in “You can grow new brain cells” konuşması ve Wendy Suzuki’nin hayatımıza farklı aktiviteler kattığımızda artan üretkenliğimiz ve enerjimiz üzerine, “Healthy brain, happy life” konuşmasını da buraya bırakıyorum.

youtube play youtube play

Yazımı bitirirken bir de uzun zamandır çok severek dinlediğim “Zihnimin Kıvrımları” adlı podcast serisinden tam da bu yazımın konusuyla örtüşen bir bölümü bırakmak istiyorum sizlere. Umarım sizler de dinlerken benim kadar keyif alırsınız.

Kapak Fotoğrafı: Aslı Sungur

İlginizi çekebilir: Melek Ardıç’tan Alexandre Vallaury