Melis Buyruk ile: “Habitat: Bloom” Üzerine
Sanatçı Melis Buyruk’un iki buçuk senedir üzerinde çalıştığı “Habitat” serisinden 17 yeni eseri, 20 Temmuz ile 30 Ağustos tarihleri arasında New York’ta yer alan Leila Heller Gallery’de sanatseverlerle buluşuyor. “Habitat: Bloom” başlığında sergilenen çalışmalarda insan, hayvan ve bitkilere ait doku ve parçalar bir araya gelerek yeni hibrit yaşam formları oluşturuyor. Melis Buyruk ile son sergisi “Habitat: Bloom”, üretim pratiği, ilham noktaları ve gelecek planları üzerine sohbet ettik.
Temel disiplinin porselen hemen her kültürde varlık gösteren, yüzyıllardır insanların üretimiyle ilgilendiği bir alan. Üzerinde çalıştığın maddenin geçmişinin yüzyıllar öncesine dayanması ve bu süreç boyunca geçirdiği değişim hakkında ne düşünüyorsun?
Seramik bize insanlık tarihi, eski uygarlıkların yaşam tarzları ve kültürleri hakkında ilk ipuçlarını veren malzeme. Kil tabletlerden İran seramiklerine, İznik çinilerinden, Çin ve Avrupa porselenlerine kadar farklı toplumlar tarafından farklı şekillerde yorumlanmış, farklı amaçlarda kullanılmış ve teknik olarak da gelişmesi ile bugün gerek günlük hayatta gerekse de sanat malzemesi olarak yorumlanmaya devam ediyor.
Bu kadar farklı olasılık sunan, zengin bir malzeme ile çalışıyor olmak benim de bu malzeme ile üretebileceklerimin olasılıklarını arttırıyor ve heyecanlandırıyor.
Porselen denince akla ilk gelenlerden biri olan Çin kültüründen ilham alıyor musun?
Çin porselenlerindeki ince işçilik ve detaylar benim işlerimde de var olsa da ilham aldığımı söyleyemem.
Porselen, kırılgan, narin, sabır gerektiren, telafisi olmayan bir madde. Bu çalışma sürecinde bambaşka bir disiplin gerektiriyordur diye düşünüyorum. Çalışmalarının perde arkasından bahsedebilir misin?
İşlerimin üretimi bir sıra içerisinde gerçekleşiyor. Herhangi bir aşama tamamlanmadan sonraki aşamaya geçmek teknik olarak mümkün değil. Bu sebeple de her aşamanın titizlikle bitirilmiş olması gerekiyor. Ayrıca malzemenin bazı yanlış uygulamalarının da affı yok. Fırın aşamasında patlama, çatlama ya da kırılma gibi sürprizler yapabiliyor. Dolayısıyla teknik hâkimiyet de çok önemli. Bu sebeple her aşamayı titizlikle, acele etmeden yapmak gerekiyor.
Ben işlerimi çizip planlarını yaptıktan sonra her hafta kendime bir hedef koyuyorum. Her hafta bitiminde nereye kadar çalışacağım, neyi bitireceğim belli oluyor. Bugün çalışayım, bugün çalışmayayım, şu gün atölyeme 1 saat uğrayayım diyemiyorum. Atölyem hayatımın 3’de 2 sini kaplıyor.
Biraz da birkaç gün önce New York’ta yer alan Leila Heller Gallery’de açılan “Habitat: Bloom” serginden bahsedelim. Bu sergiye uzun süredir hazırlanıyorsun diye biliyorum. Serginin ana teması nedir, çalışmaya başlarken nereden yola çıktın?
Yola çıkma noktam; bitkilerin, hayvanların ve insanların dokuları. Bir bitkinin tohumu, bir dalın dikeni, bir hayvanın kürkünü oluşturan tüyleri, bir insanın en dokulu yeri yani dudakları gibi. Bir canlının en ince detayı nelerdir ve bu sayısız şekilde kendini tekrar ederse yine doğanın bir parçasını oluşturabilir mi? Mantıksal zemine oturtmaya çalışmadan farklı türlerin dokularını bir araya getirerek hibrit yaşam formları oluşturmaya başladım. Artık bu canlı formları kendi yaşam alanlarını oluşturmaya başlamıştı. Habitat dediğim yaşam alanları bu sergimin temelini oluşturuyor.
Bu sergiye ve mekâna özel olarak, kendimle de yarışarak yapabileceğim en büyük yaşam alanlarını kurmaya çalıştım. “Nature’s Ryhthm” ismini verdiğim, 2 metreye 2 metre ölçülerinde şimdiye kadar yaptığım en büyük çalışma. Bu serginin de merkezinde bu iş var.
Doğa bu serginin odağını oluşturuyor belki de. Ancak bildiğimiz doğadan ayrılan pek çok yönü var. Senin kurgu doğanın gerçek doğadan farkları neler?
Bu hafta sanat yazarı ve aynı zamanda küratör olan Peter Frank sergimi ziyaret etti. Çok kalbimde hissettiğim ve bağ kurduğum bir cümle kurdu işlerimle ilgili. “Doğadaki akışın devam ettiği ama aynı zamanda stabil bir doğa tasviri. Tıpkı kemik gibi. Yaşayan bir canlının yaşamayan parçasından oluşmuş bir doğa.” dedi. Farklara gelecek olursak da benim kurgu doğamın gerçek doğadan farkı yaşamıyor olması ve yaşayamayacak olması, sürreal oluşu…
Doku ve formlar eserlerinin en vazgeçilmez unsurları. Tekrarlar, detaylar, biriciklik. Aslında tüm bu özellikler eserlerini yoruma açık bir hâle getiriyor. Ayrıca da derine indikçe bambaşka detaylarla karşılayan, adeta gizemli bir ormana davet eden çalışmalar. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Tanıdık gelen ama kendini tekrar ederek tanımını kaybeden formlar herkeste başka çağrışımlar yapabiliyor. Katmanları olan ve detayların arasında sürprizleri olan işler üretiyorum. İzleyicinin bunları yavaş yavaş fark etmesini istiyorum. Benim bu üretirken deneyimlediklerim ve izleyicinin bitmiş bir işin karşısında hissettikleri. Benim için bunların hepsi işlerimin birer parçası.
Bu sergi kapsamında ilk defa üzerinde çalıştığın, büyüklüğüyle geçmiş çalışmalarından da ayrılan eserler var. Boyut farklılığı üretim aşamasını etkiliyor mu?
“Nature’s Rhythm” şimdiye kadar yaptığım en büyük ölçülerdeki çalışma. 7 ayda tamamladım. Ebatlar üretim aşamasını çok etkiliyor. Tamamlanması, sonrasında fırınlanması, çerçevelenmesi tüm işlerime göre daha fazla zaman alıyor. Ağırlığı da çok fazla olduğu için (275 kg) teknik altyapısının çok ciddi hesaplanması gerekti.
David Ebony metninde çalışmalarını seramik duvar halılarına benzetiyor. Çok doğru bir tanım bence. Sen ne düşünüyorsun?
Evet, bu yorumu ben de çok seviyorum. Dokuların geniş bir alana sıkı sıkı yayılıyor oluşu bunu hissettiriyor. Özellikle de “Nature’s Rhythm” bu hissi veriyor.
Sırada ne var?
Yıl içerisinde katılmak istediğim ve katılacağım fuarlar var, onlara hazırlanmaya devam edeceğim. Henüz hiç izleyici ile buluşmayan dijital bir serim var, doğru zamanı bekliyorum. Bu sene Dubai’ de işlerime yoğunluk vermek hatta bir süre orada çalışmak istiyorum. Bakalım nasıl olacak.
Kapak Fotoğrafı: Instagram @melisbuyruk
İlginizi çekebilir: İrem Çakır’dan Tüm Olasılıklar İçin Bir Ağıt Üzerine
İlk yorumu siz yazın!