Melis Golar ile: Yer Duygusu Sergisi Üzerine
Trakya’nın kalbinde, bir aile bağı olan Barbare Bağları topraklarının bünyesinde doğmuş, iş birlikçi multidisipliner bir sanat platformu olan Barbare Studio, bugünlerde “Yer Duygusu” sergisine ev sahipliği yapıyor. 14 Eylül’de Tekirdağ’da yer alan Barbare Bağları’nda açılan sergi, aynı zamanda Barbare Studio’nun ilk misafir sanatçı/küratör projesi ve sergisi. Yerli ve yabancı, ilk defa sergilenen ve deneyimli sanatçıları bir araya getirerek birlikte üretmenin altını çizen Yer Duygusu sergisi, sanatçıları üzüm bağlarında yapıtlar üretmeye davet ederken kutsal sayılan bereketiyle gelen, şenliklerle kutlanan bağbozumu sırasında gerçekleşiyor. Ben de bu kapsamda misafir sanatçı ve küratör programının ilk bölümü olarak karşımıza çıkan sergiyi, küratör konukluğunu üç yıl boyunca üstlenecek Melis Golar ile konuşma fırsatı buldum. Trakya’nın topraklarını anlamak, mitolojik, biyolojik, topografik ve dil bilimsel ilişkileri kurmak, yeniden yorumlamak ve yeri duyumsamak adına serginin 13 Kasım tarihine dek ziyaret edilebileceğini hatırlatır, keyifli ve ilham veren okumalar dilerim.
Trakya’nın kalbinde, bir aile bağı olan Barbare Bağları topraklarının bünyesinde doğmuş, iş birlikçi multidisipliner bir sanat platformu olan Barbare Studio’nun ev sahipliğini yaptığı ilk sergi olan “Yer Duygusu”, 14 Eylül’den itibaren ziyaretçilerini ağırlamaya başladı. Röportajımıza dilerseniz ilk olarak sergi fikrinin nasıl oluştuğu ve sürece dahilinizi konuşarak başlayalım.
Celine Topsakal’ın bir aile işletmesi olan Barbare Bağları’ında bu projeyi yapmaya karar verip bana ulaşması beş ay önce gerçekleşti. 2002 yılında başlattıkları bu yolculuk, babası Can Topsakal’ın şarap üretimiyle, ablası Deniz’in otelcilikle, Celine’in ise sanat ve mimarlıkta aldığı eğitimle bu aile işletmesinin misyonu genişlemiş oldu. Celine önce tek başladı fakat sonra hem Londra’da olması ve Türkiye sanat dünyasına aşinalığının henüz olmaması sebebiyle hem de profesyonel bir destekle daha kapsamlı bir proje ortaya çıkarmak niyetiyle bana ulaştı. Yollarımız o noktada kesişti. Ben de bu projeye çok inandım ve büyük heyecan duydum. Projeyi ilk duyduğumda bağları gelip görmenin öneminin farkındaydım. Şarapçılık üzerine genelgeçer bir konu seçmek yerine başından beri bu mekânı anlamanın önemine inandım. Araştırmalarım sırasında Tekirdağ ile ilgili arşivlerin çok kısıtlı olduğunu gördüm. O yüzden önce yeri anlayan, hisseden ve sonra bunu arşivleyen bir sistem oluşturmayı önerdim. Celine de zaten benzer fikirlere heyecan duyuyormuş o yüzden düşüncelerimiz uyuştu ve birlikte çalışmaya karar verdik.
“Yer Duygusu”, 2002 yılından beri faaliyette olan Barbare Bağları’nın hayata geçirdiği yeni platform Barbare Studio’nun ilk misafir sanatçı/küratör projesi ve sergisi ünvanına sahip aynı zamanda. Bugüne dek pek çok serginin küratörlüğünü üstlendiniz ama inanıyorum ki bu proje ve serginin de kariyeriniz açısından da özel bir yeri var. Buna dair duygu ve düşünceleriniz neler? Bir “ilk” sergide yer almak size neler hissettiriyor?
İlk defa bir açık hava sergisi üzerine çalışıyorum. Bunun getirdiği avantaj ve dezavantajların farkındaydım fakat pek tabii süreç içinde tahmin etmediğim ve bu vesileyle öğrendiğim pek çok yenilikle de karşılaştım. Ben kendimi zora sokmayı seven biriyim. Bir mekânın ilk sergisinde, ilk misafir küratörü olmak yabancı olduğum bir konsept değil. Şanslıyım ki kurumların ilk sergileri üzerine daha önce çalıştım. Örneğin; Ankara’daki Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nde orası henüz inşaat halindeyken çalışmaya başladım. İlk sergisi Deniz Artun küratörlüğünde Alev Ebüzziya’nın Harmonices Mundi idi ve ben de onlara asistanlık yaptım. Zilberman’ın Piyalepaşa’daki mekânının ilk açılış sergisinin küratörlüğünü yaptım. Bir yerin ilk sergisini yaptığınızda projeyi daha çok sahipleniyorsunuz ve o sizin bebeğiniz gibi oluyor. Ayrıca bir ilki gerçekleştirme hissinin verdiği gurur bambaşka elbette. Fakat ilk olmanın getirdiği bazı dezavantajlar hazırlıksız yakalanmalar da var. Hem kurumların ön göremediği krizler hem de sizin bilemediğiniz sorunlar, hazır olmayan düşünülmemiş pek çok detay oluyor. Her deneyim yeni bir şey öğretiyor. Bu yüzden şanslıyım aslında. Barbare Bağları’nın ilk sergisini yapmak da benzer süreçlerdi. Fakat burada yalnızca benim deneyimim değil ilk kez sergilenecek sanatçıların da benzer heyecanlar yaşadığını söyleyebilirim. Bilindik isimlerin garantisiyle değil, henüz çok fazla sergide yer almamış sanatçılarla veya ilk kez işini gösterecek sanatçılarla da çalıştık.
Sanatçıları üzüm bağlarında yapıtlar üretmeye davet eden sergi, kutsal sayılan bereketiyle gelen, şenliklerle kutlanan bağ bozumu sırasında gerçekleşiyor. Serginin ismi olan “Yer Duygusu”nun da bilinçli olarak belirlendiği son derece açık. Bundan hareketle “Yer Duygusu” alt anlamına baktığımızda bizi ne karşılıyor?
Terroir kelimesi şarap üretiminde kullanılan, şarabın kendine özgü karakterini veren toprak, iklim ve çevre gibi faktörlerin birleşimi anlamına geliyor. Bu tanım Türkçe’de “yer duygusu” anlamına da geliyor. Bunu duyduğumdan beri, serginin başlığı benim için netti. Gerçekten bu yeri anlamanın ilk yolu, onu hissetmekten geçiyor ve bu fikir düşündükçe mekanla özdeşleşiyor yani aslında serginin konusu ismi oldu. Yer Duygusu, Barbare Bağları’nı, onu çevreleyen diğer tarlaları, baktığı manzarayı önce fiziki sınırlar çerçevesinde anlamak, sonra bu coğrafyanın hikayeleri, ekolojik çeşitliliği, tarihi ve arkeolojisi ile arşivlemeyi amaçlıyor. Sanatçıların bir bölümü buranın mitleri ve hikayeleri ile kendi hayal dünyasını harmanlayarak, bazısı coğrafi sınırların düşünsel hacmini genişleterek, bazısı da biyolojik çeşitliliğin kentleşme ve tarım endüstrisinin hatalı politikaları ile yok oluşunu ele alıyor. Herkesin etkilendiği manzara ve insanın bu manzaraya olan müdahalesi yapıtların her birinde hissediliyor.
İnsanın doğa ile ilişkisi milyonlarca yıldır sürerken bir yandan da zaman içinde bir dönüşüm geçiriyor. Bu sergi bağlamında değerlendirdiğimizde sanatsal üretimin doğayla bu derece iç içe olması, “Yer Duygusu” sergisi özelinde sanatçıların eserlerine nasıl bir yansıma sundu?
Aslında sergi doğanın içinde tam olarak sayılmıyor bence. Ben de ilk bakışta buradaki varlığımızın doğa ile iletişimde olduğunu düşünerek projeye başladım. Fakat burada bir süre vakit geçirdiğinizde aslında doğadan çok insanın baskın olduğunu hissetmeye başlıyorsunuz. Bağlara baktığınızda yapılan bakımı, titizliği ve iş gücü görebiliyorsunuz. Öte yandan verimliliğe odaklı bir yapı burası ona göre organize edilmiş ve işliyor. Bu işleyişe uyum sağlamak ve adapte olmak gerekiyordu. Sanatçıların üretimleri sırasında da sürekli bağ çalışanları ile iletişim halinde bağlara zarar vermeyecek şekilde bir titizlik gösterdik. Sanatçılar yerel malzemelere yöneldiler. Bu aslında doğa ve kültürle uyumlu olmanın başlangıcıydı. Dereden toplanan kil, sazlıklar veya buranın ağacından elde edilmiş ahşap yapıtlarda kullanıldı. Yeri duymanın bir yolu yerel malzeme kullanmaktı.
Sergi, yerli ve yabancı deneyimli sanatçıları bir araya getirip “birlikte üretme” olgusunu da öne çıkarıyor aynı zamanda. Özellikle mekan, sanatçıların bu birlikteliğine nasıl katkılar sağladı? Bunun yanında serginin küratörü olarak sanatçılarla kurduğunuz bağa dair neler söylemek istersiniz?
Birlikte üretme konusu aslında sürecin içinde kendi kendine şekillendi. Serginin öncesinde üretimleri sanatçıların bulunduğu şehirlerde üretme fikrimiz vardı. Fakat Tekirdağ’ın üretimlerden uzakta olması bizi burada bir rezidans kurmaya doğru teşvik eden unsur oldu. Böylece sanatçıların yerel üreticilerden malzemeler satın alıp onlarla çalışabildikleri bir yapıya evirildi. Sanatçılar birlikte ürettikleri için birbirilerinden beslendiler. Farklı pratikler birbirlerine ilham oldu.
Sanatçılarla kurduğumuz bağ en fazla bağa adapte olma konusunda ortaklık buldu. Ayrıca sanatçıların bakış açılarının benim onlara sunduğum perspektifle örtüştüğünü görüyorum. Serginin konusunu yeri hissetmek, manzarayı anlamak gibi tanımlarla çok açık uçlu bıraktım. Fakat buna rağmen sanatçıları davet ettiğim sırada onlara gönderdiğim metindeki çizmek istediğim ince çizgiyi gördüklerine inanıyorum. Bu metinde en önemli cümle şuydu: Görünmezi görünür kılmayı, doğada iz sürmeyi, dengeleyici kuvvet yaratmayı, beslemeyi etkin hâle getirmeyi amaç edindik. Bu doğrultuda herkesin üretimlerinin birbirlerini destekleyici unsurlar taşıdığı izlenebiliyor. Öte yandan üretimler sırasında birlikte uzun bir süre vakit geçirip sergiyi birlikte hazırladık. Aramızdaki bağ klasik bir sergi hazırlama sürecinden farklı daha uzun, fiziki anlamda yorucu fakat çok güzeldi. Bu deneyim sanatçı arkadaşlarımla bağlarımızın kuvvetlenmesine, onların üretim sürecine daha yakından dahil olabilmek açısından da bana pek çok şey öğretti.
Sanatçıların önceki üretimleri veya bu sergi için yönelmek istedikleri konular üzerinden konuşmalar yaptık. Herkesi heyecanlandıran başka bir konu oldu fakat dil birliği hiç bozulmadı. Aynı zamanda pratiklerin birbirinden farklı olması sergiyi zengin kılan bir unsur oldu. Bu zaten bilinçli bir seçimdi.
İnsanın doğa ile bağı geçmişten günümüze pek çok sanat eserine ilham olmuş durumda. Peki siz doğa ile olan bağınızı bu serginin küratörlüğüne nasıl yansıttınız?
Benim doğa ile bağım üzerinden gittiğimi söyleyemem. Aslında bahsettiğim gibi mekânın işleyen bir tarım arazisi olması onu doğa fikrinden uzaklaştırıyor. Bu durum sanatçıların da üzerinde durdukları bir mesele idi. Aslında bir tarım arazisini doğa olarak görmeye başlamamız doğaya ne kadar uzakta olduğumuzu da açık ediyor.
Önemli olan şey oranın sistemine uygun işler üretmekti. Üzüm bağlarında yıllardır çalışan insanların güçlü deneyimlerini dinlememize rağmen, üzüm köklerinin hangi koşullara tam olarak ne tür tepkiler verdikleri konusu muğlak kalmış durumda. Bağcılıkta üzüm köklerinin küsmesi gibi bir terim var. Beklemedikleri bir koşul altında kendilerini dondurarak fotosentez üretmeyi bırakıyorlar ve bir tür kış uykusuna yatıyorlar. Biz onları küstürmek yerine onların bizden beklentilerini dinlemek hassasiyetini taşıdık. Sanatsal hırslar uğruna yok etmek değil adapte olan ve işleyen bir bakış açısını benimsedim, sanatçı arkadaşlarımın hepsi de buna hem fikirdi. Zaten amaç da biraz o. Kapalı alanlardan çıkıp verimliliği olan alana uyum sağlamak ve yeni ihtimalleri deneyimlemek.
“Yer Duygusu”, misafir sanatçı ve küratör programının ilk bölümü olarak karşımıza çıkıyor. Bu doğrultuda programın küratör konuğu olarak yalnızca bu yıl değil, önümüzdeki iki yıl da siz olacaksınız. Bu üç yıllık süreçte nasıl bir planlama olacak? Sergilerin ve ortaya konan eserlerin birbiriyle nasıl bir ortak bağı olacak?
Ben sergi sürecine sonradan dahil olmam sebebiyle araziye henüz hâlâ hakim olamadığımı düşünüyorum. Aslında tam da bu yüzden Barbare Studio’ya üç yıllık bir araştırma önerdim. Bunun sebebi araziye her adım attığımda farklı bir renk, bitki örtüsü ve tarımsal dönemle karşılaşmamdı. Alanı gerçekten özümseyebilmek için altı aylık bir çalışmadan fazlası lazımdı. Açık söyleyeyim burayı daha fazla keşfetmek isteği ile buradayım, yukarıda bahsettiğim belirsizlikleri süreç içinde anlamlandırmak önemliydi. Aslında sergi bu keşfin sadece bir ayağı, gerçek hedef süreç içinde sanatçıların edindiği bilgiler, yaptığı araştırmaların soyut bir kütüphanesini oluşturmak. Ben yalnızca üç sene içinde bir kitap sunacağım bu kütüphaneye. Sanatçılar her yıl sergi sonunda bir sonraki gruba aktarılmak üzere araştırmalarını açacak. Bir sergi diğerine ilham olacak diye tasarladım. Bu aslında tarımın düsturunda da olan bir şey bir yıl öncesi sonrasına etki ediyor. Biz henüz kitabın giriş kısmındayız, sergi sonunda yaşadığımız etkileşimlerin sonucunda yeni kavramlar ortaya çıkacak ve onlar zaten kendiliğinden birbirlerine bağlanacaklar. Aslında süreci kendi haline ve doğallığına bırakıp gözlemlemeyi tercih ettiğim bir yöntem izliyorum diyebilirim.
Bağa ruh katan tüm elementleri dinlemek, hissetmek ve anlamak için yola çıkan sergi, üretirken arazide olmanın kıymetine inanıyor. Bu sebeple, sanatçı konuk programını bağların içine konumlandıran Barbare Studio, yerel üreticiler, zanaatkarlar ve araştırmacılarla birlikte çalışmayı hedefliyor. Bu yılki sergide yerel üreticiler, zanaatkarlar ve araştırmacılarla nasıl bir ilişki/etkileşim kuruldu?
Bu yıl Tekirdağ’da Odd Art Space bize çok yardım etti ve bizi sözünü ettiğiniz yerel dinamikle bütünleştirdi. Edirne ve Tekirdağ güzel sanatlar öğrencileri sürecimizin bir parçası haline geldi. Hem sanatçılara asistanlık yaptılar hem de sergiyi birlikte kurmamız için bize yardımcı oldular. Seramik fırınından hurdacıya, metal üreticilerinden kaynakçıya sanayide herkesle dost olduk, tanıştık, ticari ilişkiler kurduk ve yardım istedik. Benim beklediğimden çok insana ulaştık ve bu durum seneye katlanarak ilerleyecek ondan da eminim. Araştırmalarımıza arkeologlar, akademisyenler ve tarımcılar destek oldu. Birbirimizle makaleler paylaştık. Sanatçılar özellikle yerel malzeme ile çok ilgililerdi. Bu durum hem konumumuz gereği daha az maliyetli ve etkili hem de serginin ruhuna uyan bir durumu doğurmuş oldu. Buranın malzemesi üzerine üretimler yapmak herkes için heyecan verici oldu. Kullandığımız iplikten kile, ahşaptan metale hepsi yerel üreticilerden temin edildi. Bu dostluklar ve iş birlikleri hem seneye işimizi daha da kolaylaştıracak hem de yerel üreticilerin bilinirliğini ve zanaatını ön plana çıkaracak.
Önümüzdeki iki yılda programda yenilikler olacak mı?
Bu yıl da programımız var. Önümüzdeki yıllarda da elbette olacak. Aralıklı olarak sergi turları, online olarak sanatçı konuşmaları ve performans yapacağız. Gelecek yıl konumuzu daha erkenden belirleyeceğimiz için etkinliklerin sayısını artıracağımız kesin. Tanışıklıklarla bu programların zenginleşmesi, Tekirdağ ve çevresinde herkese ulaşmak ana hedefimiz.
Son olarak sergiyi ziyaret etmek isteyen sanatseverlere iletmek istediğiniz mesajınızla röportajımızı noktalayalım.
Geleneksel sergileme yöntemlerinden ve galeri alanından uzakta bir anlayışla bağların arasından yürüyeceğiniz bir sergi deneyimi sunuyoruz. Bu deneyimde doğa-insan-tarım üçlüsünün arasındaki verimlilik-sürdürülebilirlik-mülkiyet kavramlarını anlamlandırmaya çalışıyor ve yapıtlar vasıtasıyla sorduğumuz sorulara yanıtlar arıyor veya farklı perspektifler sunuyoruz. Bizimle bu yolculuğa katılıp aktif şekilde fikirlerini paylaşmalarını rica ediyoruz. Bu arşivi birlikte genişleteceğiz.
Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
İlginizi çekebilir: Burcu Dimili’den Çiğdem Özdemir ile Chi Art Gallery Üzerine
İlk yorumu siz yazın!