Midilli Adası'ndan Notlar: Mutluluk Hissinin Peşinde
Yaz gelince bir yanımız hep adaları düşler durur. Her şey daha mı huzurludur buralarda, keşmekeş daha mı azdır, güneş daha mı verimlidir? Bilinmez ama bir şekilde mutlulukla bağlantılıdır karadan kopmuş bu toprak parçaları. Midilli de şüphesiz onlardan biri…
Ayvalık’ın karşı kıyılarına geçiyoruz; belki de istemsizce mutluluk hissinin peşinden giderek. Yelkovan kuşları, martılar ve Cunda koylarında ağlarını toplayan küçük balıkçı tekneleri eşlik ediyor yolculuğumuza. Elimizi uzatsak dokunabileceğimiz denizin her yolun sonunda karşımıza çıktığı, Olimpos’un yeşilinde serinleyip sıcaktan şikayet etmeyi bir kenara bırakabildiğimiz, kahvelerinde meraklı bakışlar başka yöne çevrildiğinde sanki adalı gibi hissedebildiğimiz, hali hazırda bildiğimiz birkaç Yunanca kelime ile anlaşmayı hayal ederken birden Türkçe kelimeler duyup tebessüm ettiğimiz, balıkçı teknesinde buzukisini çalan bir adalının melodilerinde Venezis’in, Mirivilis’in satırlarına uzandığımız, Tony Gatlif’in kamerasına takılan mekanlarda Rebetiko dinlerken hayaller içinde kaybolduğumuz, özgün lezzetleriyle akşam sefası yaparken; uzomuzdan şöyle bir yudum alıp da hedonizmin doruklarına vardığımız Midilli Ada’sındayız. Karşı kıyının, samimi, olduğu gibi ve tanıdık gelen dünyasında, evimizde gibiyiz.
Midilli Adası Rehberi
Mitilini’ye İlk Bakış
Mitilini, feribotların yanaştığı limana ev sahipliği yapan, adanın en çok ziyaret edilen kısmı. Kalabalığı daim, sesleri gür. Feribotla adaya gelirken limanın arkasından kulesiyle göze çarpan ilk yapı, 1935’te Argiris Adalis tarafından yapılmış olan Aziz Therapon Kilisesi. Limanın kıyısında yan yana sıralı mekanlar; gyros satan restoranlar, barlar, balıkçılar… Limanın arkasında kalan yerdeyse gölgeliyken gezildiği sürece keyif veren dar sokaklar var. Merkezin kalabalığı günün erken saatleri haricinde hep yoğun. Güneşin tepede olduğu siesta saatlerinde kapanan dükkânlar, adanın birbiriyle sohbet eden esnafları, geceye doğru müzik seslerinin duyulduğu barlar ve restoranlarla çevrili Mitilini.
Ada’da Gözüme Çarpanlar
- Mitilini’nin meşhur Ermou Caddesi, sabah 9’dan önce gezildiğinde insanı mutlu ediyor. Bir bir açılan ve önleri sulanılan dükkânları, sabah kahvesini yudumlayan sakinleri, Osmanlı döneminden kalma hamam ve Yeni Camii, camiye eklenmiş minyatür kuş evlerinde meşk eden kuşlar, gölge bir yer buldukları gibi uykuya dalan ada köpekleri…
- Bizans döneminden kalma bir kale üzerine inşa edilen ve 14.Yüzyıl’da yenilenen Midilli Kalesi’nden görülen ada manzaraları,
- Antik dönemin kadın şairlerinden Midillili Sappho’nun heykelinin bulunduğu meydan,
- Adanın en eski kafelerinden, 1922 tarihli Kafenenion O Ermis’in limonataları, barı, mesafeli ancak içten kedisi,
— O Ermis’in hikâyesi aslında 1800’lere dayanıyor. O yıllardan beri kafe olarak hizmet veren mekan, 1922’de Küçük Asya Felaketi olarak adlandırılan savaş sonrası (1919-1922) Midilli’ye göç eden George Spanoudakis’e Türkiye’deki iki kafesi karşılığında veriliyor. Onun öncesinde adadaki bu kahve bir Türk’e aitmiş.
- Asmalar altındaki Patriarchou Grigoriou sokağının mekanları, ama özellikle de Kojam Bar,
- Ouranos Taverna’nın deniz kenarındaki masalarda gündüzleri kahve, akşamları uzo ve balık keyfi.
Maviye Uzanan Yollar ve Plomari
Midilli’nin merkezinde gezdikten sonra esintiye teslim oluyoruz. Araba camları sonuna kadar açık, arkada kısık sesle çalan Rum şarkıları playlisti, dışarıdan gelen ve daima müziği bastıran ağustos böceklerinin cırcır sesleri, pembe zakkumlu yollar, dökülen çam iğneleri, dev gövdeli okaliptüs ağaçları… Ara ara burnumuza çarpan çiçek kokuları. Ve tabii ki bir tarafımızda daimi parlayan deniz.
Dik yokuşları önce tırmanıp, sonra yavaşça inerken karşımızda beliriyor Plomari. Adanın uzo fabrikalarına ev sahipliği yapan ve ikinci büyük köyü olan Plomari, 1902’den beri hayatını sürdüren adanın en eski kahvesiyle merhaba diyor bize! Mavi-sarı renklerin içinde, yüksek tavanlı, ferah bu kahvede birkaç saat dinlenip günü planlıyoruz. Bu esnada tek bir yerin kulaklarını çınlatıyorum; Cunda’daki Taş Kahve’nin.
Plomari’de Aklımın Bir Köşesinde…
- Plomari’deki liman kahvesinin frappesi’ni yudumlarken karşı masada kart oynayanları izlemek,
- Uzo meraklıları için Barbayanni Uzo Müzesi’ni gezmek ve uzo yapımına dair bilgiler edinmek,
- Plomari’nin arka sokaklarındaki mağazaları ziyaret etmek,
- Fırınından peynirli börek almak,
- Sahilini bir uçtan bir uca turlamak,
- Yüzmek için Ammoudeli Plajı’na kurulmak ve denizin tadını bu koyda çıkarmak.
Bir Not: Plomari’den kalkan teknelerle yarım gün tekne turu yapmak isteyenler Seafari Adventures’un seferlerine bakabilir. Mavi-yeşil koylara uğrayıp, günün geri kalanını suyla haşır neşir geçirebilir. Tekne turu istemeyenler ise Agiasos köyüne doğru devam edebilir.
Dağ Havası Almaya Agiasos Köyü’ne…
Plomari’nin ayna gibi sularından sonra bu kez dağ havası almaya Agiasos’a geliyoruz. Tipik bir dağ köyü görünümünde Agiasos: Dik yokuşlar, ağaçlarla çevrili manzaralı evler ve kiliseler, gölgelerde birkaç insan ve kediler, ev önlerinde sohbet eden kadınlar, buz gibi ayazmalar, köy kahvelerinde tüm gün kahve eşliğinde oyun oynayan ve her gelene büyük bir merakla bakan yaşlılar… Olimpos dağlarına sırtını dayamış köy, çok iyi korunmuş ve aynı dili konuşan bir mimariye (19.Yüzyıl’dan kalma), avlusu geniş kiliselere ve öğlenin ortasında bile bunaltmayan, ferah bir havaya sahip.
Bu köyde sanki Angelopoulos’un ruhu da var. Tam da bu yüzden buralara bir de kışın gelmek istiyor bir yanım; hava pusluyken ve tavernalarında soba bacaları tüterken. Uzo içip ısınmayı, sadece alfabeyi değil dili de sökmeyi, bir merhaba ve beden diliyle yetinmeyip uzun sohbetlerde kaybolmayı hayal ediyorum Agiasos’tayken.
Agiasos’ta Aklımın Bir Köşesinde…
- Haziran ayında düzenlenen Kiraz Festivali’ni not ediyorum bir kenara. Köyün girişindeki tezgahlarda sepet sepet kirazlar satılıyor. Bir kahvede oturup dinlenirken, önümüze bir tabak kiraz getirip koyuyorlar.
- Ekklisia Zoodochos Pigi Kilisesi’nin buz gibi ayazma sularına dokunmak, dilek dilemek.
Bir Not: 15 Ağustos Meryem Ana Bayramı (Göğe Yükseliş günü) sebebiyle bu köyün sakinleri her yıl, bu kilisede düzenlenen ayine katılıyor. Ayrıca, Midilli merkezden bu kutsal festival için yürüyerek insanlar geliyor. Yerel ruhunu kaybetmemiş deneyimlere açık olanlar not etsin.
- Köyün girişindeki terzi beye merhaba demek, duvarındaki asılı resimlere bakmak,
- Ahşap atölyelerine uğrayıp bir eşyanın yapımını izlemek,
- Kafentaria’da fıstık reçeli eşliğinde köpüklü bir kahve içmek,
Bir Not: Kahvenin yanına gelen reçellerin kültürdeki yeri:
Rumların “kaşık tatlısı” (γλυκό του κουταλιού ) dedikleri ve Balkanlarda da sıkça karşılaştığımız yeme-içme kültüründen kaynaklı bir sunum şekli bu. Kahve yanına tadımlık getirilen bir kaşık tatlı veya reçele “kaşık tatlısı” deniyor. Birçok ev ziyaretinde bu şekilde ikram edilen tatlıların bir diğeri de sakızlı beyaz tatlı veya çevirme.
- Οινομαγειρειο Τα Εξάρχεια’nın gölgeye kurulmuş masalarında oturup, gelen geçeni izlemek, burada buz gibi bir bira içmek, içeriye tuvalet bahanesiyle girip duvarlara asılı olan nesneleri incelemek :),
- Yokuşu yavaşça tırmanarak To Stavri’ye kadar yürümek ve restoranın ev yemeklerinden tatmak. Mümkünse Greek salad ve bir küçük şişe Barbayanni eşliğinde.
Agiasos’ta Zanaatın Başlangıç Hikâyesi
18.Yüzyıl’da Osmanlı padişahının bir fermanıyla Agiasos köyü imtiyaz kazanır. Böylece zanaatla uğraşanlar, Osmanlı devletine ve Midilli hükümetine ödenen vergiden muaf tutulur. Bunun sonucunda, köy giderek daha fazla çok göç alır ve zanaatkarlar (özellikle ahşap ve seramik) buraya yerleşmeye başlar. Lesvos (Midilli) adası 1912’de Yunanistan’a geçtiğinde, köyün nüfusu 7000 civarındadır.
Stratis Mirivilis’in Köyü: Sikamenia
Midilli’de bir yerden bir yere yol almak, adanın muhteşem manzaralarına teslim olmak demek. Mitilini’den çıkıp dağların arasından geçerek tepedeki köy Sikamenia’ya varmak bu yüzden bir çeşit keyif. Yol boyunca koylardan denize giren insanlar, Thermi’nin durgun suları ve zeytin fidanları selam veriyor bize. Dağ yolları serin. Nereye gidersek gidelim denizin yanı başımızda olduğunu bilmek mavi bir oh çektiriyor. Köye yaklaşınca karşımıza çıkan ilk manzara resminde, Sikamenia’da doğan ünlü yazar Stratis Mirivilis’in ne denli şanslı olduğunu kavrıyorum. Bu şansın kıymetini kendisi de bilmiş olacak ki kitaplarına da taşımış bu toprakları.
Sikamenia’nın mis gibi bir havası var. Kuş seslerinin eksik olmadığı sokaklarında ağaç gölgelerine taverna ve barbekü mekanları kurulmuş. Seyir terası görevini üstlenen kafeneion’larına huzur hakim. Arada kulağıma gelen kuzu sesleri ve gözümün değdiği her yerde mavi-yeşil bir renk paleti. Skala Sikamenia, yani sahil kısmı ise başka bir mavi dünya…
Sikamenia’da Aklımın Bir Köşesinde…
- Myrivilis’e ayrılmış bir odanın da (çalışma masası, yatağı, fotoğrafları vs.) içinde bulunduğu Folklor Müzesi’ni ziyaret etmek,
- Asmaların altında seyir keyfi yaşayarak soluklanmak ve köyün ruhunu hissetmek için akşamları barbekü yeri, gündüzleri kafeneion olan Η Ρεματιά’ya uğramak,
- Güneşin izin verdiği müddetçe evlerin arasında kısa bir gezinti,
- Arabayla biraz daha tepelere çıkarak kafenenion το κεντρο’da mola vermek ve yakınındaki kilise önünden manzarayı seyreylemek.
Denizin Yanı Başında Skala Sikamenia
Beyaz bir şapel… Dalgaların dokunduğu, insanların gelip dilekler dilediği, Sikamenia limanının en ucundaki kayaya sanki bir günde kondurulmuş; sade, süssüz bir şapel. Bir adam yanaşıp, ahtapotların olduğu sepetini koyuyor şapelin yanındaki dalgakırana. Deniz suyuyla yıkanıyor ahtapotlar. Bir başka adam gelip fotoğraflarını çekiyor ahtapotların; belli ki meraklı bir turist. Büyülenmiş bakıyor karşısında uzanan turkuaz sulara. Skala Sikamenia’ya gelip de büyülenmeyen var mıdır? Bu kadar sıradan bir resimde, bu kadar güzellik olur mu? diye düşünürken, balıkçılar sarı, turuncu ağlarını sabırla örmeye koyuluyor. Sessiz sakin liman kıyısında, sesleri yankılanıyor balıkçı teknelerinin: Pat-pat-pat. Tavernaların masaları hazırlanıyor akşam için. Sakız örtüler seriliyor, üzerine mini mumlar konuluyor. Huzurun ortasında, denizin yanı başında, bir balıkçı kasabasında farklı bir Midilli buluyorum elimle koymuş gibi.
Bir Not: Beyaz şapel, Mirivilis’in The Virgin the Mermaid kitabına da isim veren, Panagia Gorgona. Balıkçıların koruyucusu bir azizeden alıyor adını. Hemen şapelin kenarına konmuş tekneleri izlemek, bir kafede oturup dondurma yemek ya da açsanız mekanlardan birine; mesela Taverna Το Κύμα’ya oturup günlük balıklarından tatmak aklınızda olsun.
Bir Not Daha: İlla ki bir tesis aramam diyenler için muhteşem bir denizi olduğunu da eklemeliyim Skala Sikamenia’nın. Fakat deniz kestanelerine dikkat!
Günbatımına Doğru Molivos
Gün batımını yaşamak için bu kez rotayı Molivos’a doğru çeviriyoruz. Taş evlerin hepsi bakımlı ve 1960’lardan bu yana koruma altında. Yükseklerdeki deniz manzaralı evlerin önlerinde Molivoslulara tek tük rastlansa da çoğunluk yabancı turist. En tepedeki, kalıntıları Bizans dönemine kadar uzanan kalesi ile uzaktan bakıldığında resmen bir tablo gibi gözüküyor. Her şeyin yerli yerinde olması ve görüntüyü bozan hiçbir şeyin burada yer almaması, insanın mimari estetik açlığını resmen gideriyor.
Molivos’ta Aklımın Bir Köşesinde…
- Mithymna köyünü akşamüstü gezmek ve kaleye giden sokağın üzerindeki satıcılara uğramak,
- Molyvos Market’in yerel ürünlerine göz atmak,
- Kale sokağını asmalar altında fotoğraflamak,
- Kahve molası için ya Symposion ya Hamam Cafe,
- Aya Panteleimon Kilisesi’ne varınca ilk iş, bahçesinden manzaraları izlemek,
- Molivos limanına kadar yürüyüp en uç noktadan köyün fotoğrafını çekmek,
- Liman kenarındaki banklarda soluklanırken, bir kayıkta buzukisini çalan ‘o amcaya’ denk gelindiyse durup dinlemek,
- Misirlou’nun gün batımı aperitif kokteylleriyle biraz iştah açıp,
- Akşam yemeği için Octopus Restaurant ya da To Limanaki’ye oturmak,
- Octopus’a oturulduysa mutlaka adanın meşhur tatlarından güneşte kurutulmuş ahtapotundan söylemek. Midye, pavurya, kalamar ızgara, domatesli fava ve kızartılmış kabakları da masanın bonusu.
Bir Not: Molivos’un plaj ve tesis seçeneği bol. Gün batımı öncesinde yüzmek isteyenlerin aklında olsun. Fakat plajların çoğu yüksek sesle müzik yapıyor.
Midilli’de Mutlaka Tadılmalı
- Adalıların kahve yanından eksik etmediği (bknz: kaşık tatlısı) fıstık reçeli,
- Fırınlarda satılan fıstıklı ve bademli kurabiyeler,
- Müteahhit adı verilen üst üste dizilmiş ve arasına kaymak konmuş acıbadem,
- Mantamados’da üretilen manda yoğurdu,
- Balık restoranlarında ahtapot ve kalamar, salamura olarak gelen sardalye ve ançüez,
- Midilli’de yapılan feta peyniri,
- Plomari’de üretilen çeşitli uzolar.
Adaya Dair Birkaç İpucu
- Midilli’ye Ayvalık’tan kalkan feribotlarla gelebilirsiniz. İki adet firma, haftada birkaç gün Midilli seferi düzenliyor (sezona göre değişiyor).
- Aracınızla giderek adayı gezmek en ideali çünkü Midilli çok büyük bir ada. Toplu taşıma araçları ise sadece belli başlı köylere gidiyor.
- Midilli’ye, özellikle dağ ve balıkçı köylerini de görmek isterseniz en az 3 gün ayırmak gerekir.
- Konaklamaya karar verirken “nasılsa her yere merkezden gideriz derseniz”; Mitilini’de kalabilirsiniz. Dağ havası eşliğinde serin bir gezi düşlüyorsanız Agiasos’dan, daha sakin bir ortam için Sikamenia’dan, plaj odaklı bir “tatil” düşünüyorsanız da Molivos veya Petra’dan yer bakabilirsiniz.
- Günübirlik bir ada gezisini ise kesinlikle tavsiye etmiyorum! Adanın ne ruhunu, ne karakterini tatmak mümkün günübirlik bir geziyle.
- Aracınız yoksa, Ayvalık’tan düzenlenen 2-3 günlük Midilli turlarına göz atabilirsiniz. Veya adada araç/motor kiralayabilirsiniz.
- Trekking sevenler, Agiasos köyündeki yürüyüş rotasına göz atabilir.
- Daha geniş vakti olanlar ise Mantamados’daki Taxiarches Manastırı’nı, restore edilmiş güzel evleri, manastır ve plajlarıyla ünlü Petra’yı, bir başka balıkçı köyü olan Kalloni’yi, adanın ortasında çok büyük bir alana inşa edilmiş etkileyici manastır Saint Ignatios’u, Pappados ve Paleokipos köylerini ve koylarıyla göz alan Thermi’yi gezi listesine katabilir.
- Midilli’ye gitmeden önce birçok sahnesi adada çekilen Djam (Tony Gatlif) filmini izlemeyi de unutmayın!
Lesvos (Lesbos) Kelimesine Dair Rivayetler ve Sappho
Midilli’nin Yunanca ismi Lesbos’dur (Yunanca’da b v olarak okunduğu için Lesvos). Lesbian kellimesi de Lesvoslu yani Midilli adalı anlamına gelir. Bildiğimiz haliyle lezbiyen kelimesinin de buradan çıktığı iddia edilir.
Adada M.Ö 600’lü yıllarda yaşamış olan kadın şair, Platon’un 10.ilham perisi olarak bahsettiği Sappho’dan dolayı “lezbiyen” yani “lesbian” kelimesi kullanılmaya başlanmış.
Kadınlara duyduğu aşkı şiirlerinde anlatan Sappho’nun birçok eseri o dönemin dogmatik görüşleri sebebiyle yakılmış ve geriye sadece çok az “kanıt” kalmış. Yine de birçok tarihçi bunu doğruluyor ve lezbiyen kelimesinin çıkış noktasını Midilli, Lesvos olarak kabul ediyor.
Midilli merkezdeki Mitilini’ye yerleştirilmiş ve meydana ismini veren beyaz heykel ise Sappho’ya aittir.
Kapak Fotoğrafı: Deniz Yılmaz Akman
İlginizi çekebilir: Lütfiye Oktürk’ten Paxos
Adanın ruhunu da yansıtarak anlatılan, yalın-dingin şiirsel betimlemelerle orada olmayı arzulatan gezi notları için teşekkürler.
Birçok yazı okudum Midilli ile ilgili ancak bu yazı farklı. Gurme zevkler içeriyor ve çoğu yazıda olmayan, aslında adanın çok günlük hayatından detaylar var. Okurken yaşadım gibi oldu. Elinize sağlık, yazı da fotoğraflar da harika olmuş.