14 Mart’ta Borusan Müzik Evi’nde sahne alacak, yenilikçi caz grubu Mike Casey Trio grubunun özgün yorumlarını canlı dinlemek için çok heyecanlıyız! Heyecan verici düzenlemeleriyle, saksafonda Mike Casey, gitarda Sébastien Beliah ve davulda Adam Zagórski’den oluşan grup cazın sınırlarını zorlamasıyla biliniyor. Spotify ve Amazon Music’in “En İyi Caz” listelerinde yer alan Mike Casey ise cazı farklı müzik türleriyle harmanlayarak avangart bir tarz yaratan yenilikçi yaklaşımıyla dikkat çeken isimlerden. 8 albümü ve 50 milyondan fazla dinlenmesiyle uluslararası başarı yakalayan Mike Casey ile modern caz ve doğaçlama hakkında sohbet etme şansı yakaladık.

Mike Casey | Fotoğraf: Hernan Arnez

Bize biraz kendinizden ve geçmişinizden bahsedebilir misiniz? Çocukluğunuz ve caz müzik sahnesinde tanınan bir isim olmanıza giden yolculuk nasıl şekillendi?

Massachusetts ve Connecticut’ta (“New England”) büyüdüm. Annem şarkı söylemeyi çok severdi ve çocukken bana hep “Her şey için bir şarkı vardır,” derdi. Sonra da bulaşık yıkamak gibi sıradan bir şey hakkında anında doğaçlama bir şarkı uydururdu. Ancak yıllar sonra fark ettim ki, bu bana besteci ve doğaçlamacı olarak gelişmemde çok büyük bir ders olmuş. Daha bebekken bile, sınırsız sanatsal keşif fikrinin içinde büyümüşüm ama bunun farkında bile değilmişim. Sadece bununla da kalmadı; sözlerin ve liriklerin önemini kavramamı sağladı. Sonuçta konu bulaşık yıkamak bile olsa, iyi şarkı her zaman iyidir. Müzikteki notalar kelimeler gibi olmalı, melodik çizgiler birer cümle gibi akmalı ve satır sonları noktalama işaretleri gibi hissettirmeli. Sadece saksafon çalmıyorum, onun aracılığıyla konuşmaya çalışıyorum.

Aslında NBA’e girmeyi hayal ediyordum, tam anlamıyla bir basketbol bağımlısıydım. Oldukça iyiydim ama yeterince iyi değildim… Lise birinci sınıfta basketbol takımına seçilmedim ve o dönem zaten çok çalıştığım saksafona daha fazla odaklanmaya başladım. Basketbol hayallerimin gerçekleşmeyeceğini anladıktan sonra, lisenin ikinci yılında öğleden sonraları gittiğim “Greater Hartford Academy of the Arts” adlı bir sanat lisesine başladım. Bu okul yıllardır New York sahnesinde tanınan birçok büyük caz sanatçısı yetiştirmişti. Orada caz müzisyenlerinden eğitim alma şansı buldum ve Connecticut’ın dört bir yanından benimle birlikte okuyan, benden çok daha iyi olan yaşıtlarımla çevriliydim. Gerçek caz ortamında sadece bir hafta geçirdikten sonra, hayatımın geri kalanında bunu yapmak istediğimi anladım.

youtube play youtube play

O noktadan sonra eğitim yolculuğum şu şekilde ilerledi: Hartford Üniversitesi’ndeki Jackie McLean Enstitüsü’nden Kennedy Center’daki Betty Carter Jazz Ahead Rezidansı’na, oradan Marc Cary’nin Harlem Sessions’ında çalma fırsatı yakalayıp sonra Boysie Lowery Jazz Rezidansı’na geçiş ve Berklee College of Music (Valensiya).

2012’den beri besteler yapıyorum ve 2017’den beri albümler yayımlıyorum. Saksafon çalmaya başlayalı tam 22 yıl oldu, yani hayatımın üçte ikisini bu enstrümanla geçirdim. Bugün geldiğim nokta, yıllar süren sıkı çalışmanın bir sonucu. Ama hâlâ her gün öğreniyor ve gelişiyorum!

Cazda bağımsız bir kariyer inşa ettiniz. Başarınızı şekillendiren en önemli anlar veya kararlar nelerdi?

Plak şirketlerine bağlı olmamaya ve birilerinin beni “keşfetmesini” beklememeye karar vermem. Bunun tamamen bana bağlı olduğunu, kimsenin bana sihirli bir dokunuş yapmayacağını erken fark ettim. Her şeyi süreç içinde öğrenerek, gerçekten duyduğum ve hissettiğim müziği inşa ederek ilerledim.

Birçok kişi bana favorim olan saksafon/bas/davul üçlüsü formatının kariyer açısından “mantıklı” olmadığını, geniş bir kitleye hitap etmeyeceğini ve kendime engel koyduğumu söyledi. Ama ben gerçekten içimden geleni yapmayı seçtim ve bu formatta kendimi geliştirmeye odaklandım. Sanatta önemli olan, kalpten geleni üretmek ve inandığınız şeyi yaratmaktır. Bunun yanı sıra, en büyük faktör muhtemelen zaman içinde istikrarlı bir şekilde üretmeye devam etmek oldu.

youtube play youtube play
Mike Casey ve Sonny Rollins Röportajı

Müzikal yolculuğunuzda sizi en çok etkileyen, sanatınızı şekillendiren an hangisiydi?

Kesinlikle caz saksafon efsanesi Sonny Rollins ile konuştuğum an. Lise üçüncü sınıfta onunla röportaj yaptım, dördüncü sınıfta ise Jackie McLean Enstitüsü’nden mezun olduğum yıl kendisine fahri doktora verildi ve mezuniyet günümde onunla tanışma fırsatı buldum.

O röportajda ve yüz yüze verdiği tavsiyeler hayatımı değiştirdi. Özellikle şu sözleri benim için bir dönüm noktasıydı:

“Şu anda zaten kendin gibi çalıyorsun. Kendi sesini ‘bulmaya’ çalışmıyorsun, sen sadece daha iyi bir sen olmak istiyorsun.”

Bu benim için bir paradigma değişimiydi.

Yeni albümünüz Valencia oldukça taze ve enerjik bir havaya sahip. Bu albümün ilham kaynağı neydi?

Teşekkürler! Önceki çalışmalarım genellikle saksafon/bas/davul üçlüsü etrafında şekilleniyordu. Ancak Valencia tamamen farklı—ilk defa farklı enstrümantasyonlara yöneldiğim bir albüm oldu. Hatta albümdeki her şarkı farklı bir tarzda ve formatta. Çoğu parça, birden fazla müzikal etkiyi benzersiz şekilde harmanlıyor. Örneğin “Universal Gratitude”, Peru’dan gelen Landó ritmini, Brezilya tarzı armonilerle ve İspanya’nın Tangos ritmiyle birleştiriyor.

Mike Casey | Fotoğraf: Mike Casey

Albümü 2019 yılında İspanya, Valencia’da yaptım. O dönem Berklee College of Music’te Çağdaş Performans ve Müzik Prodüksiyonu alanında yüksek lisans yapıyordum. Kayıtların yapıldığı kampüs, Sanat ve Bilim Şehri adı verilen muhteşem bir mimari yapının içindeydi ve burası bana büyük ilham verdi. Ayrıca, okulda 40’tan fazla ülkeden gelen öğrencilerle ve eğitmenlerle birlikte olmak, dünya çapında farklı müzikal etkilere açık olmamı sağladı. Bu albüm, hem besteci hem de sanatçı olarak benim için en iddialı çalışmalardan biri. Bu proje, o zaman ve o yer olmadan mümkün olamazdı. Gerçek anlamda bir zaman kapsülü.

youtube play youtube play

Biraz da caz hakkında konuşalım… Caz sürekli evrim geçiriyor. Müziğinizin modern caz sahnesine nasıl bir katkı sunduğunu düşünüyorsunuz?

Müziğimi cazın genel evriminin bir parçası olarak görüyorum—geleneklere bağlı ama daima ileriye bakan bir tarzda. Saksafon üçlüleriyle yaptığım çalışmalar, Valencia albümü ve elektronik müzikle yaptığım çeşitli remiksler/iş birlikleri sayesinde, spontaneliği ve cazın ruhunu koruyarak enstrümanların ve türün sınırlarını zorlamaya çalışıyorum.

Ayrıca, cazın hemen her alt türünde veya bunların birleşiminde üretim yapmayı hedefliyorum. Çünkü birçok tarzı seviyorum ve zorluklardan keyif alıyorum. Caz her zaman yenilik ve merakla ilgili olmuştur ve ben de bu ruhu yaşatarak dokular, ritimler ve hikâye anlatımıyla yeni şeyler denemeye devam ediyorum. Hayatım boyunca birçok müzik türü dinledim ve zamanla müzikal ilgi alanlarımın her köşesini keşfetmemek doğru olmazdı.

Mike Casey | Fotoğraf: Hernan Arnez

Kısa bir örnek listesi vermem gerekirse, repertuarımda dubstep ve cazın birleştiği (Dagobah MC Remix), soul-caz (Space Chill), drum’n’bass caz (Law of Attraction Remix), klasik müzik etkili baladlar (Venus) ve belirli ritimlerle harmanlanmış füzyon eserler (Remote – Fas’ın Chaabi ritminin bir varyasyonu üzerine inşa edilmiş) gibi çok farklı tarzlar bulunuyor.

Müzikle keşfetmek için yaşıyorum. Keşfettiğimde, kendi gerçeğimi yaşıyorum. Caz, sıkıcılığın tam tersidir.

Doğaçlama, cazın özünde yer alıyor. Doğaçlamalarınızı taze ve etkileyici tutmak için nasıl bir yaklaşım benimsiyorsunuz?

Benim için en önemli şey, kendimi zorlayacak yeni ortamlar yaratmak. Beste, enstrümantasyon ve tarzları bir nevi “ortam” olarak görüyorum. Kendinizi yeni bir ortama koyduğunuzda, yeni yollar ve taze fikirler kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Ayrıca, doğaçlama yaparken cazla sınırlı kalmıyorum; hip-hop gibi farklı türlerden de ilham alıyorum. Solo çalışmalarımı dikkatlice dinlerseniz, cümlelerin kendi içinde bir uyumla “kafiyeli” olduğunu fark edebilirsiniz. Bu bilinçli bir tercih—çünkü caz kadar hip-hop dinleyerek büyüdüm.

youtube play youtube play

Günümüz genç dinleyicilerinin birçoğu cazı, elektronik, hip-hop veya diğer çağdaş müzik türleriyle harmanlanmış versiyonları aracılığıyla keşfediyor. Sizce cazın bu türlerle birleşmesi nasıl bir anlam taşıyor?

Benim için bu tamamen doğal bir süreç. Bu anlamda, milenyum neslinin bir parçası olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Bizler birçok farklı müzik türüne erişerek büyüdük ve teknoloji geliştikçe bu erişim daha da arttı. Müziğe ulaşma biçimimiz ve onunla kurduğumuz ilişki, müziği nasıl yorumladığımızı da etkiliyor.

Benim için bu erişim aşırı bir bilgi yüklemesi yaratmadı; aksine, zamanla gelişen bir keşif süreci oldu. Bu yüzden her zaman yeni bir şeylere dalma fırsatım vardı. Bir bakıma bu durum cazın doğasında da var—caz her zaman içinde bulunduğu döneme uyum sağlar ve her kuşak kendi yeniliklerini getirir. Caz bir müze parçası değil ve hiçbir zaman tamamen öyle olmamalı. Tabii ki, cazı yalnızca tarih ve miras üzerinden pazarlayanlar var, ancak ben onlardan biri değilim.

Müzikte teknolojinin rolü hızla büyüyor. Sizce dijital araçların ve teknolojinin cazın geleceğini nasıl şekillendirdiğini görüyorsunuz?

Bu dönüşüm zaten birkaç yıldır devam ediyor. Küresel caz sahnesinde Los Angeles’ın (son üç yıldır yaşadığım yer) yükselişi bunun en büyük kanıtlarından biri. Pek çok müzisyen arkadaşımla birlikte New York’tan LA’ye taşındık.

LA, tipik bir şehir gibi değil—büyük bir banliyö havasında, içinde yürünebilir küçük şehir merkezleri olan, hem sahile hem de dağlara kolayca ulaşabileceğiniz bir yer. Bu da müzisyenler için çok önemli bir avantaj sunuyor: daha fazla alan ve ev stüdyosu imkânı. Saksafon gürültülü bir enstrüman ve komşular her zaman anlayışlı olmuyor. LA’deki bu alan sayesinde, müzik üretmek, denemeler yapmak ve pratik yapmak çok daha kolay.

Günümüzde, düzenli olarak yeni müzik üretmek ve yayımlamak bir zorunluluk hâline geldi. Son 8 yılda 9 albüm/EP çıkardım ve bu, iş birlikleriyle yaptığım single’ları saymadan önceki rakam. Üstelik, bunu plak şirketlerine bağımlı olmadan yapabilmek, gerçekten inandığınız ve denemek istediğiniz daha deneysel seslere yönelme fırsatı sunuyor.

Eskiden her gece jam session’lara katılmak, konserlerde çalmak çok önemliydi. Ben de gençken bunu yaptım ve bu sürecin müzikal gelişimimde özel bir yeri var. Bence her genç müzisyenin böyle yoğun bir çalma döneminden geçmesi gerekiyor. Ancak şu an benim için esas odak noktası gerçekten özel ve benzersiz albümler yapmak. Konser vermeyi seviyorum ama artık daha seçici turlara çıkıyorum.

youtube play youtube play

Beste yapmak ve bir albüm hazırlamak çok fazla zaman ve alan gerektiriyor. Kendi kendinize ne kadar çok şey yapabilirseniz, üretim süreci o kadar kolaylaşıyor. Bu yüzden ses miksleme, mastering, video düzenleme, albüm kapağı tasarlama ve kendi kayıtlarımı yapma konularında kendimi geliştirdim. Aslında çok yönlü bir sanatçı olma yolundayım diyebilirim. Bu sayede daha sık üretim yapabiliyor ve kendimi daha derinlemesine geliştirebiliyorum.

Tabii ki, sahne performansı hâlâ benim için en büyük tutku. 14 Mart’ta Borusan Sanat’taki konserimize bekliyorum—çünkü bu performans kaydedilecek ve belki de gelecekte bir albüm olarak yayımlanacak! Benim için caz hâlâ en iyi canlı duyulan, sunulan ve yaratılan bir sanat formu. Çünkü doğaçlama, cazın temelinde yer alıyor.

Eğer herhangi bir sanatçıyla—caz veya başka bir türden—çalışma şansınız olsaydı, bu kim olurdu?

Caz dünyasında aklıma gelen isimler şöyle; Herbie Hancock, Ron Carter, Kiefer, corto.alto, Andy Bey, Christian McBride, Louis Cole, Gregoire Maret, Edmar Castanada, Al di Meola, Sam Wilkes, Jacob Mann, Harvey Mason, Jack DeJohnette, Elephant9, Pat Metheny, Marquis Hill, Athletic Progression, Michel Camilo.

Caz dışındaki isimler ise Anderson .Paak, Bruno Mars, Fabiana Palladino, Mei Semones, Emily King, Glass Beams, Michael McDonald, Stefon Harris, Gipsy Kings, Tomatito, Rosalía, Lianne La Havas.

Bu müzik dolu sohbet için çok teşekkür ederiz!

Kapak Fotoğrafı: Hernan Arnez