İlk yorumu siz yazın!
Resim Müzesi: Renklerde Kaybolmak İsteyenler İçin Yeniden
Dolmabahçe Sarayı’nın bitişiğinde bulunan Milli Saraylar Resim Müzesi’nin restorasyonu bitti ve pazartesileri hariç her gün saat 9-16 arası kapılarını açıyor. Restorasyonla birlikte değişen yeni ışık düzenlemesini çok sevdim, karartılmış odalarda sadece resimlerin ve tavan süslemelerinin aydınlatılması tüm dikkatinizi resimlere vermenizi sağlıyor.
Müzenin bahçesine girdiğinizde ayaklarınız sizi deniz kıyısına götürecek, daha sonra da manolya ağacının süslediği muhteşem bahçesine. Müze binası aslen tahta çıkmayı bekleyen veliahtların yaşadığı “Veliaht Dairesi” olarak yine mimar Balyan ailesince yapılmış. Günümüzde ise 19. yüzyılda Osmanlı’da dönüşmeye başlayan resim beğenisini yansıtan ve Batılı anlamda oluşturulan ilk tablo koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor.
Müzenin oluşturulmasında Batı kültürüne ve resme meraklı Sultan Abdülmecid’in -ki zaten Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmıştı- ve ressam olduğu da bilinen halefi Sultan Abdülaziz’in katkısı büyük. Zaten bu nedenle üst katta sizi karşılayan görkemli giriş bu iki padişaha atfedilmiş.
Müzenin her katında iki büyük salon, onlarca da küçük oda var. Ama büyük salonlardan en görkemlisi Rus ressam Ayvazovski’nin eserlerinin sergilendiği “Merasim Salonu”. Ayvazovski, Sultan Abdülaziz’in Dolmabahçe Sarayı için sipariş ettiği tabloları yapmak için 1845-1890 yıllarında İstanbul’da yaşamış. Rus donanması ressamı olduğu için de resimlerinin çoğu deniz ile ilgili. Denizi, gemileri, dalgaları ve ışığı o kadar güzel kullanıyor ki hayran olmamak elde değil. Müzeye her gidişimde “Fırtınalı Denizde Kaza” resminin önünde dakikalarca otururum, suyun ve dalgaların gerçekçiliği sizi resmin içine çekiyor.
Bir diğer görkemli salon ise “Osmanlı’nın İhtişamı” salonu. Burada da Clement’in “Çölde Av” eseri tüm dikkatleri üzerine çekiyor. Ama ben kendimi başka bir Ayvazovski eserinin önünde buluyorum: “Çırağan Sarayı Önünde Osmanlı Donanması”.
2. Abdülhamid döneminde saray ressamı olarak çalışan İtalyan Zonaro’nun 1897 Türk-Yunan Savaşının resmettiği “Hücum” eseri yine önünde oturduğum resimlerden biriydi. İsimlerini not aldığım diğer eserlere gelecek olursak; Dubois imzalı “Asakir-i Mansure-i Muhammediye’nin Geçit Töreni” koleksiyonun en eski tablosu olması açısından önemli. Paris’teki Goupil Sanat Galerisi’nden bizzat Sultan Abdülaziz veya ressam Şeker Ahmed Paşa’nın seçtiği eserlerin sergilendiği Goupil Galerisi’nden odasından “Pompei’den İç Görünüm”, Abdülmecit Efendi’nin “Yalı Önünde Kadınlar”ı, Doğu’ya Dair odasındaki “Nil Kıyısı” ve Hayal-i İstanbul odasındaki “İstanbul Yangını” beni en çok etkileyen eserler oldu.
Resim müzesi için en az yarım gününüzü ayırmanızı, odalar arasında gezerken tavan süslemelerini kaçırmamanızı, Müzekart’ınızı unutmamanızı ve en önemlisi buraya erken saatlerde gitmenizi tavsiye ederim. Böylece kalabalıklar müzeye girerken siz ister bahçedeki kafede isterseniz de müzenin içindeki Şeker Ahmed Paşa Salonu’nda Boğaz’a karşı kahvenizi içiyor olursunuz.
O zaman yazıyı da Nazım Hikmet’ten bir şiirle bitireyim:
“…Meğer denizi severmişim
Hem de nasıl
Ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana…”
Kapak Fotoğrafı: Işıl Birengel
İlginizi çekebilir: İstanbul Flaneur’dan İstanbul Müzeleri
Resim Müzesi'ni birkaç yıl önce gezme fırsatım olmuştu, gerçekten hem mimari açıdan hem de içerisinde bulunan eserler açısından hayran olmamak elde değil. Sizin yazınızı okurken tekrar hatırladım ve tekrar gitmek istedim 🙂 Müze gezisi sonrası boğaz manzarası eşliğinde kahve içmenin tadı da paha biçilemez gerçekten. Ellerinize sağlık 🙂
Benim de çok severek gezdiğim bir müzeydi ama inanın yeni halini daha çok seveceksiniz. Güzel yorumlarınız için teşekkür ederim. 😊