İlk yorumu siz yazın!
Mindfulness Üzerine: Duygularımı Misafir Edebilir Miyim?
Mindfulness kavramı son zamanlarda birçok farklı alanda fazlasıyla karşımıza çıkıyor. Mindful meditasyon, mindful nefes egzersizleri, mindful beslenme, mindful yürüyüş… Türkçeye bilinçli farkındalık olarak çevrilen bu kavramı gelin daha detaylı inceleyelim.
Mindfulness, Jon Kabat-Zinn’in tanımıyla “Bilinçli olarak açık, nazik ve yargısız bir şekilde dikkat etme sonucu ortaya çıkan farkındalıktır.” En az 2500 senelik bir öğreti ve pratikler bütünü de denebilir. Tam anlamıyla ise farkındalıkla anda var olmak anlamına gelir. Hepimiz anda yaşadığımızı düşünsek de biraz daha dikkatli bakınca aslında sadece bedensel olarak şu anda var olduğumuzu kolayca fark edebiliriz.
Modern kent insanın bir günü genel olarak trajik bir şekilde birbirine benzer. Geçmişte yaptığı hataları, kaçırdığı iş fırsatlarını, biten ilişkisinin acısını, kaybettiği sevdiklerini, reddedilişlerini düşünür. Bunlardan ardakalan vakitlerinde ise ertesi gün yetiştirmesi gereken işine, yapacağı konuşmaya, akşam ne yiyeceğine, sene içerisinde zam alıp alamayacağına, yaz tatilinde nereye gideceğine veya 5 sene sonra nasıl bir hayat yaşaması gerektiğine odaklanır. Uzun zamandır görüşmediği ve sevdiği bir insanla buluştuğu zaman bile aslında zihninin bir kısmını bu gibi sorular meşgul eder. Fakat hepimizin unuttuğu bir şey var; Her şey geçicidir.
Yaşadığımız bütün duygular, takıldığımız bütün düşünceler hiçbir zaman ilk hissettiğimiz andaki kadar güçlü kalmaz. Nöroanatomist Jill Bolte Taylor’a göre, hissettiğimiz her duygu bedenimizde kimyasal olarak sadece 90 saniye kalır. Sonrası ise aslında bizim seçimimizle alakalı olarak devam eder.
Genel olarak pozitif duyguları kısa zaman içerisinde tüketirken, endişe, korku veya öfke gibi negatif olarak adlandırdığımız duygulara tutunma eğilimine sahibiz. Fakat araştırmalar gösteriyor ki, 90 saniye sonra bedenimizin gösterdiği kimyasal tepkiler sona eriyor. Hislerin döngüsüne kapıldığımız zaman zihin devreye giriyor. Buna zihnin döngüsü de diyebiliriz. Mindfulness ise bizlere yaşadığımız her şeyin açık, nazik ve yargısız bir şekilde farkında olmamıza olanak tanır. Olanı olduğu gibi kabul ederiz, gelmesine izin verdiğimiz gibi aynı şekilde ona tutunmadan gitmesine de izin vermeliyiz. Rumi’nin Misafirhane şiirinde bahsettiği gibi, bütün hislerimiz misafir, biz ise aslında sadece misafirhaneyiz.
Misafirhane İnsan kısmı bir misafirhane, Her sabah yeni birisi gelir. Bir sevinç, bir bunalım, bir zalimlik, Aniden farkına varmak bir şeyin, Hepsi beklenmedik misafir. Hepsini karşılayıp eyle! Evini vahşetle süpürüp, Bütün mobilyalarını boşaltan Bir kederler kalabalığı bile gelse. Her geleni alnının akıyla misafir et. Olur ki yeni bir zevk getirmek için Boşalttılar evini. Karanlık düşünce, utanç ve garez, Hepsini gülerek karşıla kapıda Ve buyur et içeri. Minnettar ol her gelene Kim gelirse gelsin. Çünkü bunların her birisi Öte taraftan bir kılavuz Olarak gönderildi. Mevlâna Celaleddin Rumi
Düşünce kalıplarımız ve davranış modellerimizi değiştirmek aslında ütopik bir yaklaşım olarak görülmemeli. Sadece biraz pratik yapmak gerekir. Başımıza gelen olaylara tutumumuzu değiştirdiğimiz vakit zihnin döngüsünü de kırmış oluruz. Bu kabul odaklı bir pratik ve deneyimle olur. İç dünyamızda yaşanan fırtınaları dışardan yargısız ve tarafsız bir gözle gözlemlediğimiz zaman, yaşadığımız deneyimle aramızda bir mesafe oluşur. Böylece yaşadığımız her ne ise, daha açık ve yargısız kalabiliriz. Hatta ne kadar zorlayıcı bir deneyim olursa olsun onunla barışabiliriz.
Carl Jung der ki, “Direndiğiniz şey sadece kalıcı olmakla kalmaz, aynı zamanda boyut olarak da büyüyecektir.” Bir şeye ne kadar şiddetle karşı gelirsek, o kadar kalıcı hale getiririz. O da kendisini ısrarla var etmeye devam eder.
Yaratıcılığımızın merkezi olan ön lob beynimizin %40’ını oluşturur. Aynı şekilde bilincimiz de burada yer alır. Ön lob farklı nöron bağlarını yönetir, tıpkı bir orkestra şefi gibi. Zihne bir nevi harekete geçmiş beyin de diyebiliriz. Geçmişte edindiğimiz bilgiler ve tecrübelerle yeni bilgilerimizi ve düşüncelerimizi birleştiririz. Düşüncelerimizle şimdiki zamanı ve gelecekteki gerçekliği deneyimleriz. Bir deneyimin oluşturduğu son ürün ise his veya duygu olarak tanımlanır. Böylece beden gelecekteki o gerçeklikte yaşadığına inanır. Zaman içerisinde bunu sık sık yaparsak, farkında olmadan beyinde yeni bağlantılar oluştururuz. Böylece beyin bu düşüncelerin çoktan yaşanmış olduğuna inanır. Eğer düşüncelerimizin sağlığımız veya kaderimizle bir ilgisi varsa, aynı şekilde düşünmeye devam ettiğimiz müddetçe beyin bunu gerçekleştirmeye çalışır.
Düşünceler beynin dili olur, halk arasında da söylenen “Bir şeyi 40 defa söylersen gerçek olur!” inanışı aslında bir açıdan gerçektir de diyebiliriz. Kötü deneyimlerin içinde dönüp durmak, zihnimizde tekrar ettiğimiz düşünceler sonucu beynimizin bu düşünceleri gerçekleştirmeye çalışmasından dolayı yaşanır. Zihin, sözleri ve düşünceleri dinler.
Peki bizler şu an beynimizin bu kadar kuvvetli olduğunu bilmemize rağmen neden hâlâ sistematik olarak negatif düşünceleri tekrar ederiz? Hiç düşündünüz mü? Sadece bir an için yaşadığımız acılarla, zorlu deneyimlerle savaşmasak ve kabul etsek, ne olurdu?
Kapak Fotoğrafı: Nicollazzi Xiong (Pexels.com)
İlginizi çekebilir: Biblio Magger’dan Satır Aralarında Mindfulness
Ufuk açıcı ve düşündürücü bir yazı olmuş, elinize sağlık!
Çok teşekkürler! 🌼