Moda ve Sanat İlişkisi: Geçmişten Günümüze Etkileşimleri
Moda ve sanatın tarih boyunca birbirlerinden etkilendiklerini biliyoruz. Özellikle 19. yüzyılda modern modanın doğuşu ile moda tasarımcıları kendilerini zanaatkarlardan ve terzilerden ayırarak sanatçı kimliğini üstleniyorlar. Böylece 19. ve 20. yüzyıl moda ve modern sanat etkileşiminin gözle görülebilir derecede yoğun olduğu bir dönem haline geliyor. Peki bizler moda ve sanat etkileşimi denince ne anlıyoruz?
Günümüzde sanatın moda üzerindeki etkisini görmek çok kolay. Zira Louis Vuitton gibi büyük markalardan, Instagram üzerinden baskılı t-shirtler satın alabildiğimiz ufak butiklere kadar tüm markalar yakın zamanda sanat tarihinin önemli eserlerini giysi ve aksesuarlar üzerinde kullanmaya başladılar.
Ancak bu durum moda ve sanat ilişkisine bir örnek olmakla birlikte, bu ilişkiyi tanımlayabilmek için fazla bariz ve derinlikten uzak. Çünkü sanatın moda üzerindeki etkisi eserlerin birebir olarak kullanılmasından ziyade estetik bir anlayışın giyime aktarılması. Şakir Özüdoğru, Modern Sanat Akımları ve Moda isimli makalesinde “19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında sanatçılar toplumsal, teknolojik ve bilimsel gelişmeler sonucu yapısal bir değişime uğrayan gündelik hayat karşısında yeni görme ve temsil etme arayışına girerken moda tasarımcıları da benzer bir dönüşüm yaşamıştır. Bu dönüşüm iki alan için kalın çizgilerle ayrılmış değildir. Moda ve sanat kimi zaman birbirini doğrudan etkilemiş, modern sanat akımları içindeki sanatçılar kıyafetleri ve kumaşları bir sanat ortamı olarak kullanmış; kimi zaman da moda tasarımcıları ve sanatçılar arasında çeşitli işbirlikleri kurulmuş, aynı çevre içinde birbirileri ile işler yapmışlardır.” ifadeleriyle aslında bu ilişkiyi bir bütün olarak özetliyor.
Moda ve Sanat
Modern Moda Öncesi Moda ve Sanat İlişkisi
Dönemin sanat akımları gerçekten tarih boyunca giysi ve aksesuarlarda renk, figür, desen ve tasarım olarak kendini gösteriyor. Örneğin Barok Dönemi resminde hakim olan koyu ve belirgin renkler, ihtişam ve gold kullanımı Fransız saray giyiminde de kendini renk seçimi, dantel göğüs fırfırları, fontage (süslü başlıklar), diz fırfırları, ipek, goblen ve dantel kullanımının bolluğu olarak gösteriyor.
Rokoko Dönemi’ne bakacak olursak resimde gördüğümüz teatrallık, yoğun süs, asimetri, beyaz ve pastel renk unsurları modada da kendini birebir tekrarlıyor. Böylece Barok Dönemi’nin koyu renkler ve kurallara bağlılık içeren giysilerinin yerini asimetrik kesimler, yumuşak ve pastel tonlar, kurdeleler, çiçekler, fiyonk ve inci boncuk alıyor.
Üstelik sanatın moda üzerindeki etkisi yalnızca dönemi ile sınırlı da değil. Modanın yenilik arayışı sıklıkla tasarımcıları geçmişten ilham almaya sevk ediyor. Moschino yakın zamanda düzenlediği defilede ilhamını Marie Antoinette’den alan “Let them eat Moschino” koleksiyonu ile büyük ses getirdi. Zira markanın creative director‘ı Jeremy Scott tarafından ismi, politik gönderme amacı da taşımak üzere seçilmiş olan “Let them eat Moschino” sayesinde döneminde dahi lüks düşkünlüğü ve kullanışsız formları çokça eleştirilen bir akımı 2020 yılında yeniden görmüş olduk.
Konuya ters yönden baktığımızdaysa fotoğrafın icadından önceki dönemlerde hakim olan modayı ancak sanatçılara sıklıkla soylu ya da zengin aileler tarafından ısmarlanmış portreler aracılığı ile görebiliyoruz. Bu bakımdan sanat eserleri sanatsal değerlerinin yanında tarihsel bir değer de taşıyor. Örneğin 1500’lerde kullanılan İspanyol çemberli iç eteği, Diego Valazquez’in Las Meninas tablosu aracılığıyla tanıyabiliyoruz.
Modern Moda ve Modern Sanat Akımları İlişkisi
Moda tasarımcılarının bir noktadan itibaren kendilerini terzilerden ve zanaatkarlardan ayırarak sanatçı olduklarını ve yüksek sanat dünyasına ait kimlikler üstlendiklerini biliyoruz. Bu geçişin başlangıcıysa bilinen ilk moda tasarımcısı olarak anılan Charles Frederic Worth ve modanın kralı olarak tanınan Paul Poiret konuya ilişkin yaklaşımları sayesinde gerçekleşiyor. C. F. Worth, hiçbir zaman sanatçıların bulunduğu ortamlarda bulunmamasına karşın kıyafetlerine etiketler koyarak adeta bir sanatçı gibi eserini imzalarken, Paul Poiret hem kıyafetlerine isimler koyuyor hem de moda tasarımcısının kıyafeti üstündeki fikri mülkiyet hakkı için mücadeleler veriyor.
Moda ve sanat arasındaki ilişkinin modern dönemde gelişmesinde ayrıca moda tasarımcılarının çeşitli akımlara dahil olması ve bu akımlara dahil olan sanatçılar ile ilişkilerinin de etkisi büyük. Bu ilişkilerden en bilinenlerinden biriyse şüphesiz Elsa Schiaparelli‘nin gerçeküstücülük akımı temsilcilerinden Dali ve Cocteau ile olan iletişimi. O halde gelin modern sanat akımlarının moda tasarımları üzerindeki etkilerine bir göz atalım!
Gerçeküstücülük ve Moda
Elsa Schiaparelli, gerçeküstücülüğün yöntemlerini kullanarak aksesuar ve kıyafetler yaratan sanatçılardan en bilineni. Yaşamı boyunca akımdan kopmayan tasarımcının ilk işi ise moda dünyasına girdiği ilk yıllarda tasarladığı kazaklar oluyor. Kazaklar beklenmedik form ve görüntü hilesiyle, umulmadık şekilde dönemin ünlü isimlerin beğenisi kazanıyor. Hatta yaptığı bu ilk tasarım, Fransız Vogue tarafından “sanatsal bir başyapıt” olarak nitelendiriliyor.
Gerçeküstücülük akımının etkisini kazaklarından başlayarak ortaya çıkardığı her işte görmek mümkün olan Schiaparelli aldığı bu ilhamla yıllar boyunca moda dünyasının ilklerini tasarlıyor. Elsa’nın tasarımları sırtı açık mayolar, böcek motifi kullanarak yaptığı aksesuarlar, çılgın şapka ve çantalar her daim zamanının bir adım ötesinde gidiyor. Haute Couture’ü spor giyimle harmanlamak gibi günümüzde bile pek çok markanın cesaret edemediği atılımlar yapan Schiaparelli ayrıca hepimizin dolabında mutlaka bir tane bulunan fermuarlı yağmurlukların da yaratıcısı.
Schiaparelli’nin başvurduğu diğer bir gerçeküstücü yöntem ise yer değiştirme. Yer değiştirme; bir nesnenin gündelik anlamından ve işlevinden koparılarak ona yeni bir bağlam sunulması anlamına geliyor. Bunun en iyi örneklerinden biriyse Elsa’nın ayakkabı şapkaları.
Böylece her ne kadar ezeli rakibi Coco Chanel kendisi için “Şu elbise yapan İtalyan.” demiş olsa da Schiaparelli zamanının ötesindeki tasarımlarıyla bundan çok daha fazlası olduğunu kanıtlıyor. Üstelik suç ortaklarından Dali ile yaptıkları “Lobster Dress” ve “Tear Dress” yaratıldığı dönemde bu anlayışa yabancı olanlar için bir şok etkisi yaratıyor. Böylece Elsa aslında daha önce hiç kullanılmamış olan su altı canlıları, böcekler gibi imgeler ile içi gösteren transparan kumaşlar, fermuar gibi detayları moda ve aksesuar tasarımına kazandırarak günümüzün modern moda anlayışının yolunu açmış oluyor. Bugün tanıdığımız Karl Lagerfeld, Alexander McQueen, Christian Lacroix gibi tasarımlarında gerçeküstücülük akımınının izlerini görebildiğimiz pek çok moda tasarımcısı, ürünlerini sanat ve moda arasındaki bir sınırda tutmalarına olanak sağlamış olan Schiaparelli’ye çok şey borçlular.
Moda ve gerçeküstücülük dendiğinde aklımıza gelen bir diğer isim ise kuşkusuz fotoğraf sanatçısı Man Ray. Man Ray, moda dergileri için ürettiği fotoğraflarda gerçeküstücü bir estetikle kadın bedenini ele alıyor ve hatta D. Tashjian’a göre modanın kadın bedenini bir cinsellik nesnesine dönüştürerek ona uyguladığı şiddeti görselleştiriyor.
Kadın bedeninin belli parçalarını sunup belli parçalarını gölgede bırakan ve genel anlamda proporsiyonu bozan çalışmaları erotizme sürrealist bir bakış açısı ile yaklaşıyor.
Gerçeküstücülüğün moda üzerindeki bir başka etkisini ise Rene Magritte’ın 1935 yılında yaptığı Kırmızı Model isimli tablosunda görüyoruz. Öyle ki, bu fikir yıllar sonra Pierre Cardin ve Vivienne Westwood gibi tasarımcılar tarafından yeniden yorumlanıyor.
Kübizm ve Moda
Özüdoğru’ya göre kübizm ile moda arasında kurulabilecek bir paralellik hazır giyim sektörünün standartlaşmış beden ölçülerini referans alarak üretimde kullandığı kalıplar ve kübist sanatçıların dünyayı geometrik formlar olarak temsil etme gayretidir. Peki bundan ne anlıyoruz?
Hazır giyim sanayisi tarafından kullanılan kalıplarda giysi yapısı insan bedenine oturacak şekilde çeşitli geometrik düzenlemelerle oluştuluyor. Kübist resimde de nesneler normal biçimlerinde fakat konuya ve tabloya göre değişen geometrik bir düzen içinde parçalanmış halde!
Kübist sanatçıların resimleri ile moda tasarımcılarının tasarımları arasında kurulabilecek bir diğer benzerlik ise; her iki alanda da renk kullanımının aynı dönem içinde azalmış olması. Dönemin kübist resminde renk kullanımı sıklıkla yeşil, gri ve kahve tonları ile sınırlıyken, moda tasarımlarında da Birinci Dünya Savaşı nedeniyle giyimde koyu tonlara yöneliniyor. Burada asıl amaç savaşa giden erkeklerin yerini, günlük hayattaki işlerde alan kadınların giysilerinin kir tutmaması ve yasın yansıtılması. Ancak tamamen farklı nedenlerle de olsa dönemin moda tasarımları ile sanat eserleri benzer bir görselliği bizlere sunuyor.
Kübizm akımı ile ilişkilendirilebilecek belki de en ilgi çekici tasarımın ise Coco Chanel tarafından tasarlanan “küçük siyah elbise” olduğu söylenebilir. Zira Chanel, dolaplarımızın vazgeçilmezi olan bu tasarımını yaratırken giysi formunu mümkün olduğu kadar sadeleştiriyor; elbiseyi kalıbında ve boyunda rahatlıkla değişiklik yapılabilen bir geometrik şekle indirgiyor.
Kübizmde gördüğümüz geometrik parçalar, kolajlar ve belirsiz formlar günümüz modacılarını da etkisi altına almaya devam ediyor. Öyle ki Oscar De La Renta‘nın 2012 tarihli koleksiyonu baştan aşağı Pablo Picasso, Juan Gris ve Georges Braque izleri taşıyor.
Akımın etkilerini açıkça görebildiğimiz bir diğer koleksiyon ise Saint Laurent‘e ait. Picasso, Braque ve genel anlamda kübizmden ilhamını alan 1988 koleksiyonu bozulmuş geometrik formları ve devasa güvercin motifleri ile günlük kullanım için pratik olmasa da sıradandan uzaklaşmış, cesur bir “fashion statement”.
Fütürizm ve Moda
20. yüzyılda İtalya’da başlayan, yeninin, kentsel ve endüstriyel her şeyin kutlaması olan fütürizm, modada kendini kumaş seçimleri, desenler, renkler, hareket ve hız olarak gösteriyor. Bu anlamda fütürizm aslında moda tasarımcılarını modern dünyanın fikir ve duygularını kıyafetlere aktararak stiller geliştirmeye zorluyor.
Fütürist anlayışın modadaki yansımalarının klavuzunu ise sanatçı Giacomo Balla ortaya koyuyor. Zamanın simetrik formlarını, tekdüze desenlerini ve doğal renklerini eleştiren Balla erkek giyiminin sıkıcı ögelerinden kurtulmak gerektiğini savunuyor. Ayrıca asimetrinin, hareketli formların, yoğun renklerin ve geometrik şekillerin tasarımlara dahil edilmesi konusunda da ısrarcı. Bu fikirleriniyse tasarladığı kolları asimetrik kesimli, geniş geometrik formlar yerleştirilmiş bir erkek ceketi ile uygulamaya döküyor. Üstelik bu ceket o güne kadar bilinen cep ve yaka gibi formları da içermiyor.
Fütürizmin amaçlarından birinin dünyayı değiştirmek olduğunu biliyoruz. Fütürist sanatçılar bu amaç ile yola çıkarken yalnızca sanatta değil, mimari müzik ve moda gibi pek çok alanda manifestolar ortaya koyuyorlar. Böylece modanın amacını tamamen değiştiriyorlar. Tasarımların temel amacı bir noktada estetik kaygılardan uzaklaşarak basit, rahat, cildin nefes almasını sağlayan giysiler ortaya koymak haline geliyor.
Fütürist tasarımcı Ernesto Michahelles bu mottonun izinde İtalyanca’da her şey anlamına gelen “tutta” kelimesinin kısaltılmışı olan “tuta” ismini verdiği, rahat, geniş ve cinsiyetsiz bir tulum tasarımı yaratıyor. Halk tarafından büyük ilgi gören ve fütüristik tasarımların ilk ticari başarısını ortaya koyan bu tulum tasarımı, moda tasarımında aktif yaşam tarzının önem kazanmasını sağlayarak günümüz spor giyiminin de temelini oluşturuyor!
Fütürist modanın günümüzde geldiği noktadaysa tasarımcılar form ve desen tercihlerinin yanı sıra mühendisliği de benimsemiş durumdalar. Pek çok tasarımcı daha modern ve çeşitlilik içeren tasarımlar yaratmak için yüksek teknoloji ürünü kumaşlar, karıştırılmış dokular ve metalik ögeler kullanıyor.
Bazı tasarımcılarsa çeşitli mekanizmaları modaya taşıyarak değişime uğrayabilen tasarımlar peşinde koşuyorlar. Üstelik bu fikir sandığımız kadar yeni bir fikir de değil. Fütürist modanın yaratıcısı Balla bir manifestosunda ilk kez dönüşen giysiyi tanımlıyor. Balla’nın bu manifestosuna göre; “Giysiyi giyen kişi teknolojinin yardımıyla bir düğmeye basarak hava koşullarına göre giysinin kollarını uzatabilecek ya da kısaltabilecek, ruh hâline göre giysinin rengini değiştirebilecek“! Size de tanıdık geldi mi?
Moda ve sanat ilişkisinin günümüzde geldiği noktayı sorgulayacak olursak fütüristik anlayışın etkisinin sürdüğünü söylemek son derece mümkün. Günümüz moda tasarımcılarının üzerinde yoğunlaştıkları belki de en önemli odak noktası ise sürdürülebilir moda.
Sürdülebilir moda, temelde kullandığı materyalleri dönüştürülebilir ve az bakım isteyenlerden seçerek kullan-at anlayışının önüne geçmeyi hedefliyor. Zira moda sektörünün ürettiği tekstil atıkları dünyanın global su kirliliğinin %20’sini oluşturuyor!
Neyse ki yeni nesil tasarımcıların pek çoğu bu konudaki duyarlılıklarını tasarımlarına sıklıkla yansıtıyorlar. Bunların yakın zamanda gördüğümüz örnekleri arasında Emma Watson’ın Calvin Klein ile işbirliği yaptığı geri dönüşümü yapılan plastik şişelerden oluşan 2016 Met Gala elbisesi ve Next in Fashion yarışması ile tanıdığımız genç tasarımcı Daniel W. Fletcher’ın yarışma esnasında rakiplerinin atık kumaşlarını toplayarak yarattığı ve Tommy Hilfiger’ın beğenisini kazandığı kot elbise tasarımı var.
Moda ve sanat, yıllardır yaşadıkları bu simbiyotik ilişkiyi gelecekte de sürüdürecek gibi görünüyor. Esasen pek çok moda okulunun programlarında sanat kuramı, renk kuram ve uygulamaları gibi derslere yer vermemesinin temeli de buradan geliyor. Zira medyada gördüğümüz ve sıklıkla dalga geçilen ya da eleştirilen pek çok koleksiyonun altında aslında sanatsal bir temel var. Dolayısı ile sanat ve moda ilişkisi; ortaya konan eser ve tasarımları anlayabilmek için ön okumalar yapmak ve araştırmacı yaklaşmak gerekmesi bakımından da kendini gösteriyor.
Kapak fotoğrafı: art-sheep
İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Moda Filmleri
İlk yorumu siz yazın!