theMagger.com'a kayıt olduğunuzda,
• theMagger’a keşiflerinizle katkıda bulunarak, yazar olup dilediğiniz konuda yazılarınızı yayınlayabilir ve kendi blog sayfanızı oluşturabilirsiniz,
• Yazılarını kaçırmak istemediğiniz yazarları, sevdiğiniz kategorileri ve ilginizi çeken etiketleri takip edebilirsiniz,
• Takip ettiğiniz yazar, kategori, etiket ve okuduğunuz yazılara göre size özel ana sayfa akışınızı oluşturabilirsiniz,
• İlginizi çeken yazıları sonra okumak için kaydedebilirsiniz,
• Yakınımdakiler bölümünden çevrenizdeki mekanlarla ilgili theMagger.com'da yazılmış yazıları görebilirsiniz,
• Yazılara yorum yaparak merak ettiklerinizi yazara sorabilir; fikirlerinizi yazar ve okurlarla paylaşabilirsiniz,
Bizimle birlikte pek keyifli bir keşif yolculuğuna çıkacağınızdan emin olabilirsiniz. Şimdiden hoş geldiniz!
O restoranda şef İtalyandı ama evet ben de katılıyorum; çok iyi şefler var Türkiye'de.
Patatesli pizza ile ilgili olarak yıllar önce çok müthiş bir deneyim yaşamıştım hem de Türkiye'de. Nişantaşı'nda yıllar önce, şimdi adını hatırlayamadığım, Atiye Sokak'ta bir mekana gitmiştim. Ortaklardan birini üniversiteden tanıyordum. En iyi ve iddialı olduğunuz şey ne diye sorduğumda 'pizza' demişti. Ben de güldüm gayri ihtiyari. Peki dedim ve menüden 'Yeni Zelanda' başlıklı patatesli pizzayı söyledim. Şu ana kadar yediğim, İtalya dahil, en iyi pizzalardan biriydi. Sonra sahibinden pizzalarının bu kadar iyi olmasının sırrını öğrenmiştim. Maalesef tüm iyi şeyler gibi o mekan da kapandı. O günden beri ara ara evde yaptığım hamur işlerine patates katarım (hafif sarımsak ve biberiye ile kavurup). Bir de bahsetmişsiniz, bal, biberiye, peynir ve bal kapağı inanılmaz bir uyum... Bu hafta yerim ben böyle bir pizza 🙂) elinize sağlık yazı için de...
Albüm çok çok iyi.. Dubai'ye taşındıktan sonra Arap müziği üzerine ciddi ciddi eğiliyorum. Şansımıza burada sık sık önemli isimleri canlı dinleme şansımız oluyor. Daha önce bildiğim ve çok sevdiğim Anouar Brahem dışında Dhafer Yousef (yakında bir festivale geliyor BAE'ye), Imarhan, Ali Hassan Kuban, Omer Hairat, Rabih Abou-Khalil, Ahmed Malek, Charif Megarbane ilk aklıma gelenler. Bir de tabi Mısırlı avant-garde pop/jazz/disco/psychodelic türlerini Arab müziği ile harmanlayıp kendilerine özgü bir müzik yaratan Al Massrieen var. Suleiman'ı da bu yazı ile keşfettim. Elinize sağlık.
Çok severim; fena da yapmam 🙂
Bir yorum ve birkaç katkı: Kahve bence her yerde hemen hemen aynı. Viyana'da biraz düzgün bir cafede her zaman iyi kahve bulunur. Yalnız bazı kafeler kendi özel ürünlerini sunuyorlar ki Cafe Central bunun en iyi örneğidir, özellikle kışın likör ve krema ile sundukları özel kahveler bayağı iyi gidiyor. Bir de ben bu listeye Cafe Mozart'ı ve Cafe Lindmann'ı da eklerim. İlk Viyana'ya gidişimde Sacher'de çok kuyruk vardı ve çok soğuktu yanındaki Mozart'ta da iki üç kişilik yer bulunca kendimizi oraya attık ve ben ondan sonra tüm Viyana seyahatlerimde Cafe Mozart'a gitmeden duramamaya başladım. Hele de dışarıda oturulacak bir hava varsa o zaman bir puro yakıp saatlerce otururum. Cafe Landmann Ringstrasse üzerinde ve benim için özel anlamı Freud'un evine ve üniversiteye yakın olduğu için sık gittiği bir cafe olması. Ayrıca Landmann ilk açılan lüks cafe olması açısından da tarihsel bir öneme sahip. Bir de Graben üzerindeki Dorothergasse 6'da bulunan Hawelka var ki tarihi boyunca Viyana entellektüel, edebiyat ve sanat yaşamının merkezi olmuş. Bende hep dumanaltı eski Beyoğlu'nun entel olma peşindeki mekanlarını anımsatır ama haksızlık etmeyelim, bu tür mekanların Paris'teki benzer yerler ile birlikte öncüsüdür. Uzun oldu ama değinmeden geçemedim: Manner manner... her gün yerim, bol bol eve ve hediye olarak alırım. Kutularını saklar, içine kırtasiye ve kurabiye vb. koyarım. Manner'a bizdeki bakkal işi 'dokuz kat tat' olarak bilinen ürün muamelesi en yumuşak tabirle ayıp olur 🙂) afiyet olsun...
Ben bir kere deneyeyim dedim. Kuyruk çoktu vazgeçtim. Bunca yıllık seyahatlerim ve deneyiyim bana şunu öğretti: Hiçbir yer uzun süre kuyruğa değmez. Bir alternatif hep bulunur. Kaç kere Berlin'e gittim hatırlamıyorum ama mesela iki deneme sonrası artık Gemüse Mustafa'nın yanından geçersem gülerek geçiyorum. Pek çok alternatif var. Belli ki lezzetli ve Berlin'in hipster ortamına da pek uygun 🙂 afiyet olsun..
İlk defa birinin Schnittke dinlediğini duyuyorum 🙂 Sanırım ben ve bir arkadaşımdan başka ne dinleyen ile karşılaştım ne de duyum ki açıkcası ondan daha avant-garde besteciler olmasına karşın.
çok teşekkürler hem yazımı beğenmeniz hem de bilgilendirme için. İnsanlar pek bilmez ama ABD sağlam bir voleybol ülkesidir ki zaten olimpiyat başarıları ve bu paylaştığınız bilgi bunu net bir şekilde gösteriyor. Sizin gibi spor ile entelektüel düzeyde ilgilenelerin sayısı biraz daha artsa spor başka bir seviyeye gelir.
Benzer bir yazıyı yazmak istiyorum ki, sanırım voleybol ile ilgili The Magger'da ilk yazıyı 2 sene önce yazmıştım, konuya sportif mi yoksa politik mi yaklaşayım diye çok düşündüm ve sonra da politik yaklaşacağım bir yazının çok sert olacağına karar vererek yazmaktan vazgeçtim. Açıkça sizin yazınızı görünce çok sevindim; keza iki konuyu da güzel, net ve özet bir biçimde bir yazıda kapsayabilmişsiniz. Yazdığınız her kelimeye katılıyorum. Öte yandan şu görüşümü eklemek isterim ki görüşümü geçen gün kapalı bir online iş toplantısında dile getirdim ve açıkcası linç yememek için kamusal bir ortamda da dile getirmem: Voleybolun görece daha az popüler olması, ve hele de kadın voleybolu söz konusu olduğunda, bu başarının nedenlerinden biridir. Keza bir zamanlar Avrupa'nın en önemli ligi, kadınlarda ve erkeklerde, italyan Ligiydi. Erkeklerde hala öyle ama kadınlarda Türkiye Ligi açık ara en büyük lig. Bunun altında da büyük, finansal imkanı çok olan kuruluşların bu niş alana girmesi ve 1 milyon EURO fazla bir bütçenin büyük fark yaratması yatıyor. Futbolun geldiği noktada zaten bazı kulüpler ve ülkelerle baş etmeye imkan yok. Tabi sözünü ettiğiniz süreçlerin de devreye girmesiyle kadın voleybolu Türk Sporu'nun yüzakı haline geliyor. Bir de bu sporu yapanların aileleri yanında federasyon üyelerinin ve antrenörlerinin sosyo-ekonomik ve kültürel kökenleri de ayrıca bu farkın yaratılmasında bence önemli bir rol oynuyor. Bu arada Türk toplumunun futboldan vazgeçeceğini hiç düşünüyorum; keza futbol kadar Türk toplumuna, politik ve kültürel atmosferine uygun başka bir spor yok. Tekrar elinize sağlık. 👍 Sevgiler...
Evet çok iyi bir zaman 🙂