Mutluluk Sanatı: Bitmeyen Bir Arayış Üzerine Bir İnceleme
Son zamanlarda izlediğim filmler, dinlediğim podcastler, okuduğum kitaplar ve hayatımın kendi gidişatı ile ilgili düşündüklerim beni insanoğlunun belki de üzerinde bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde kafa yordukları soruya getirdi: “Mutluluk nedir?” Evet, gerçekten de mutluluk nedir? TDK’ya göre “Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu.” mutluluk demekmiş. Peki bütün özlemlerimizi sürekli eksiksiz bir şekilde doyurabilir miyiz?
İnsanların sürekli bir mutluluk arayışı içinde olmaları tarihin en ünlü filozoflarınn da dikkatini çekmiş olacak ki onlar da mutluluk kavramını kendilerine göre yorumlama ihtiyacı duymuşlar. Aristo’ya göre mutluluk erdemle bağdaşan bir duygu haliydi. İnsanlar, iyi yanlarını geliştirecek, ruhlarının rasyonel yönlerini ortaya çıkarabilecek bir erdem pratiğini düzenli olarak hayatlarına uygulayarak mutluluğa ulaşabilirlerdi.
Epikür ise mutluluğu minimalizm çerçevesinde yorumlar. İnsan ilişkilerinin özellikle de arkadaşlığın önemi üzerinde durur. Mutluluğu hazla ilişkilendiren Epikür, hazza ulaşmaya çalışıp acıdan kaçınarak mutluluğa ulaşılabileceğini savunur.
Stoacılık felsefesinin kurucusu Kıbrıslı Zenon ise Aristo ve Epikür’ün düşüncelerini doğanın akışı ile harmanlayıp mutluluğumuzu dışsal olaylara bağlamayarak, tutkularımızdan arınıp mantığımızla hareket ederek, doğadan gelen her şeyi kabullenerek bir ideal uğruna yaşarsak ancak mutluluğu elde edebileceğimizi savunur. Yine Kierkegaard anda kalınarak, gereksiz kaygılardan sıyrılarak mutlu olunabileceğini düşünürken, Buddha mutluluğun bir yolun sonunda ulaşılabilecek bir şeyden ziyade yolun kendisi olduğunu savunur. Bahsettiğim filozoflar birçok ünlü filozoftan yalnızca birkaçı. Peki siz kendi tanımınızla örtüştürdüğünüz bir düşünceye rastladınız mı?
Mutlulukla alakalı sorular ortak olsa da yanıtları ve kaynağı kişiden kişiye değişen, çok öznel bir histir mutluluk. Bizi neyin mutlu ettiği sorulduğunda verdiğimiz cevaplar genel olarak aynıdır. Aile, sağlık, başarı. Elbette bunlar önemli olmakla beraber gerçekten de bizi mutluluğa götürecek anahtarlar bunlar mıdır? Ben mutluluğun yalın bir his olduğuna katılmakla beraber aynı zamanda da anlam olarak karmaşık bir bütünlük barındırdığına inanıyorum.
Mutluluk bir eşlikçidir ve huzura çok benzer. Fakat huzura göre çok daha anlık ve yüksek bir duygudur. Geri dönüp kendinizle gurur duyduğunuz, anlaşıldığınız ya da sevildiğinizi hissettiğiniz anlara dönüp baktığınızda bu duygunun yükseldiğini fakat çok hızlı bir biçimde de sizi terkettiğini görebilirsiniz. Ancak eğer ruhsal olarak kendinizle barışık bir halde iseniz mutluluk yerini huzurlu bir sükunete bırakacaktır ki bu aslında bizim ulaşmak istediğimiz duygudur. Biz sadece mutluluk anlarında bunu çok daha yoğun ve coşkulu yaşadığımızdan o hissi elde etmek isteriz.
Pek değerli filozoflarımızın düşüncelerine dönersek yorumlarında haklı oldukları noktaları birçoğumuz okuduğumuz anda gözlemledik belki de. Tutkularımızın bizi bazen istemediğimiz yerlere sürüklediği konusunda hemfikirizdir mesela. Fakat bunlardan tamamen arınmak bizi mutluluğa kavuşturur mu? Kendimi hayır demek zorunda hissediyorum. Çünkü ne kadar acılı süreçler içerse de insanın kendini tanıması tutkularından ve tecrübelerinden geçer.
Tecrübeler ve ilişkiler bize hem kendimizle hem de başkaları ile ilgili kazanımlar sağlar. Zaaflarımızı ve insan olmanın nasıl bir şey olduğunu belki de tekrar tekrar bambaşka bakış açılarıyla yeniden keşfederiz. Bu son derece önemlidir. Çünkü başarılı olmayı hepimiz isteriz ama neyde başarılı olmak istediğimizi belki de yüzde doksanımız bilmiyor. Ve yolun belirsizliği ile başarılı olmak zorunluluğu bizi endişeye sürüklüyor. Öyleyse belki de mutlu olmakta en önemli etken gerçekten kim olduğumuzu bulmaktır.
Japonların son zamanlarda fazlasıyla rağbet gören felsefesi İkigai ile mutluluk kavramının “amaç” kavramıyla ilişkisi bir çok okurda güzelce pekişmiş olmalı. Tıpkı bu felsefede benimsendiği gibi insanı ayakta tutan ve tatmin eden en önemli şeylerden biri kendisi için belirlediği amaçlarıdır. Bu illa çok büyük bir amaç olmak zorunda da değildir üstelik. Yeni bir dil öğrenmek, resim yapmak ya da her gün meditasyon yaparak zihin boşaltmak da bir amaçtır. Önemli olan hayatta kendinizi geliştirmek istediğiniz yerin neresi olduğunu bulmaktır.
İlişkilere gelirsek de burada Epikür’e fazlasıyla katıldığımı ifade etmeliyim. Arkadaşlık gerçekten de her türlü ilişkinin en önemli parçasıdır. Anne, baba, kardeş ya da sevgili sıfatıyla hayatımızda bulunan kişilerle de aslında bir arkadaşlık paylaşırız. Etrafımızdaki insanlarla olan ilişkilerimiz ne kadar güven, şefkat ve şeffaflık barındırıyorsa o insanların yanındayken o kadar olduğumuz gibi davranma hakkı tanırız kendimize. Ve kendimiz olarak kabul gördüğümüz, anlaşıldığımız bu yerde dinginliği yakalarız.
Başta Aristo olmak üzere bir çok düşünürün ifade ettiği gibi erdemli olmak ve iyi yanlarımızı geliştirmekse bizi pişmanlıklardan ve vicdan azabından kurtarır. Kaçınmamız gereken acılar bunlar olmalıdır. İyi ahlaklı olmak bence kendi hayatınızla alakalı aksiyonlar alırken başka hiç kimseyi ve hiç bir canlıyı incitmemekten geçer.
İnsanların hatalarının ve kısır döngülere sıkışmalarının alt motivasyonları hep korkulardan oluşur. Yalnızlık korkusu, başarısız olma korkusu, kabul görememe korkusu vs. Bu durumda dürüstlük, merhametli olma ve cesaret sahibi olma bir insanın edinmesi gereken en önemli erdemlerdendir. Ancak bu erdemlerle diğer kişiler için empati geliştirirken kendimiz olma yolundaki engellerle mücadele edebiliriz.
Son olarak özellikle Y ve Z kuşağının tecrübe ettiği bir mutluluk engeli üzerine konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. O meşhur “Gelecek Kaygısı”… Hani en neşeli anlarımızda bizi bir anda yakalayıp neşemizi çalan, devamlı üzerinde düşünüp durduğumuz ve bu sebepten kendimizi kayıp hissettiğimiz. Bu sıkıntıdan mustarip olan bir Y kuşağı üyesi olarak size şunu söyleyebilirim ki Kierkegaard’ın anda kalma tavsiyesi buraya çok yakışıyor. “Herkes de bunu söylüyor ama öyle denildiği gibi basit değil” dediğinizi duyar gibiyim. Bu yolda bana ilaç gibi gelen şey şu oldu. Gerçekleştirmek istediğim amaçlarım üzerine bebek adımlarından oluşan bir plan oluşturdum ve bunu bir oyun gibi düşünmeye başladım. Her attığım adımda hem daha da gelişiyorum hem de istediğim yere daha çok yaklaşıyorum. Ve ister istemez bu planları hayata geçirmeye çalıştığımdan olumsuz senaryolardan ve kaygılardan ziyade “nasıl yapabilirim?“e odaklanabiliyorum.
Mutluluk bence olduğunuz kişiyle yaşayabilme sanatı. Onu bastırmadan, yeri geldiğinde şefkatle, yeri geldiğinde acımasız bir dürüstlükle yaklaşarak kendini gerçekleştirmesine izin vermek. Engellerle ve armağanlarla dolu olan bu yolda kişiliğiniz en güzel haline evrilirken bütün yaşanılanların size kattıklarını fark edebilmek. Hayatın ne bir kıyas ne bir yarış ne de bir savaş olmadığını kavramak. Ve günün sonunda elinizden gelenin en iyisini yaptığınızı bilmenin verdiği huzur. Bütün bu yazdıklarım benim kendi tecrübelerimden yola çıkarak edindiğim bana ait bir tanım. Peki sizin mutluluk tanımınız nedir?
Kapak Fotoğrafı: Unsplash/@thehumantra
İlginizi çekebilir: Kolektif Persona’dan Hedonik Çark Teorisi
İlk yorumu siz yazın!