İlk yorumu siz yazın!
Muzip Masal Cini ile: Masalların Dünyasına Doğru Yolculuk
Dünyanın canavarlarından ve kötülerinden kaçmak için masalların büyüleyici dünyasına sığınan kaç kişiyiz? 26 Şubat Dünya Peri Masalı Günü’nü bahane ederek, masal toplayıcısı Muzip Masal Cini ile masalların dünyasına doğru bir yolculuğa çıktık; çünkü Ersin’in de dediği gibi “bahara ulaşmak için” hepimizin biraz umuda ihtiyacı var!
Son birkaç yıldır dünyanın dört bir yanından kötü haberden başka bir haber alamaz olduk. Hastalıklar, ardı arkası kesilmeyen doğal felaketler, savaşlar… Daha ne var sırada derken, hep biraz daha kötüsü. Belki de 21. yüzyılın en kara günlerini yaşadığımız şu zamanlarda dünyanın canavarlarından ve kötülerinden kaçmak için size ufak bir önerim olsa? Sözlü anlatım türünün en güzeli ve kolektif ruhumuzun temel unsurlarından biri olan masallar, tam da böyle anlar için varlar!
Her yıl 26 Şubat günü, dünyada Peri Masalı Günü olarak kutlanıyor. Günün amacı, tahmin edersiniz ki dünyanın dört bir yanından masallar okumak, anlatmak ve bu büyülü geleneği sürdürmeye devam etmek. Albert Einstein masallar için “Çocuklarınızın zeki olmasını istiyorsanız, onlara peri masalları okuyun. Daha zeki olmalarını istiyorsanız, onlara daha çok peri masalı okuyun.” demiş. Peki yaratıcılık kapasitesini ve empati duygusunu geliştirme, problem çözme ve karşındakini dinlemeyi öğrenme gibi pek çok faydası olan masallar sadece çocuklar için mi varlar? Muzip Masal Cini’nin dediği gibi, “Özellikle içinde bulunduğumuz hoşgörüsüz çağda” masallara hepimizin belki her zamankinden daha çok ihtiyacı var.
Dünya Peri Masalı Günü’nü bahane ederek, masallar üzerine ve masallara dair her şeyi araştıran, inceleyen, kendi deyimi ile “masal toplayıcısı” Muzip Masal Cini ile masallara dair hoşbeş ettik.
“Bir varmış bir yokmuş” ile başlayan kendi masallarımızın sonu her daim “sonsuza dek mutlu” bitmese de, umuyorum ki siz de bu söyleşiden sonra masalların büyüsüne tekrardan kapılırsınız ve Muzip Masal Cini’nin dediği gibi, masallar kışın zorlu soğuğunda bahara ulaşmak için bir umut olur hepimiz için.
Muzip Masal Cini merhaba! Sen hikâyeler peşinde bir anlatıcı ve bir masal toplayıcısın.
Bize biraz kendinden bahseder misin? Senin masalın nasıl başladı?
Merhaba ismim Ersin. 1960 yılında Kosova-Priştine’den İstanbul’a gelen bir ailenin burada doğmuş çocuklarından biriyim. Küçük yaşta ayrılan anne-babadan sonra babaanne tarafından büyütülmüş bir babaanne çocuğuyum desem masalımın nasıl başladığını ve masallarla nasıl bir bağım olduğunu az çok ifade etmiş olurum.
Masalların büyülü dünyasından her zaman etkilenmiş miydin? Kimler masal anlatırdı sana, dedeler, nineler, yengeler? Hatırladığın en eski masal hangisi?
Masallarla ilişkim babaannemden dinlediğim masallarla başladı. Daha sonraları sesli masal kasetleri ve 80’ler çocuklarının TRT ekranlarından masallar dinlediği Adile Naşit’in masalları ile devam etti.
Türkiye’nin farklı yerlerinde masal anlatan ihtiyarlardan masallar dinlemeye başladım. Asıl masalların peşinden koşma ilgim tam da burada başladı. Masal dediğimiz anlatı biçimi ağızdan ağıza aktarılarak günümüze kadar gelir. Anonim anlatılardır. Bu sayede yüzyıllar hatta bin yıllar boyunca bir ağızdan diğerine aktarılır. Günümüzde ise eski yerel anlatıcıların zamana yenik düşmesiyle bu zincir yavaş yavaş kopmaya başlamıştı. Günümüzde popüler olan anlatıcılık ve bunun eksenindeki masal anlatıcılığı bu zinciri nispeten tutmaya çalışsa da ne kadar başarılı oldukları konusunda benim biraz kaygılarım mevcut.
Türkiye’nin farklı yerlerinde masallar dinlediğim dönemler benim için sanırım 2008 yıllarına denk geliyordu. Babaannemin Alzheimer’ı ilerlemiş ve ben Alzheimer ile toplumsal belleğin, toplumsal Alzheimer’in arasında düşünüp duruyordum. Alzheimer ne kadar insanların anılarını, hayatlarını unutmaları olsa da toplumsal düzeyde kültür aktarıcı olan anlatıcıların da bu dünyadan göçmesi zaman içinde toplumsal bir Alzheimer ile geçmişimizden aktardığımız hikâyelerimizin de unutulmasına yol açıyordu. İşte bu noktada kendime bir hayali kahraman yaratıp –Muzip Masal Cini– masalları haddimce toplamaya başladım.
Hatırladığım en eski masal sanırım ki babaannemden dinlediğim Naki Tezel’în de derlemeleri arasında olan Altın Bülbül masalı idi.
Masalı merak edenler Muzip Masal Cini sitesinden ulaşabilirler.
Masallar bin yıllara meydan okuyor olsa da bence günümüzde masalların yalnızca çocuklar için olduğunu düşünen insanların sayısı çok fazla.
Neden masallar kaç yaşında olursak olalım hayatımızın bir parçası olmalı? Masallarla çıkılan yolculuk bizlere neler katıyor?
Çocuk algımızın nasıl değiştiğine bakarsak bu soruyu cevaplamamız daha kolay olur diye düşünüyorum. Sanayi devrimi sonrası insanlar büyük topluluklar halinde şehirlerde yaşamaya başladığında toplumun minik bireyleri, ailelerinden alacağı eğitimi pedagoji denilen yeni bir eğitim alanında, kendi yaş grubuyla bir arada eğitilerek almaya başladılar. Bu süreçte Montessori, Reggio Emilia gibi pedagojik enformasyon üzerinde çalışan araştırmacıları görmeye başlıyoruz.
Yanılmıyorsam daha eski zamanlarda “çocuk” bizim şu anda anladığımız anlamda “çocuk” olarak görülmekten ziyade “küçük insan” olarak nitelendiriliyor. Hatta bazen maden ocaklarında işçi olarak da çalıştırıldığını görebiliyoruz. Örneklerine Sümer ve Mısır gibi medeniyetlerde de rastlıyoruz. Bunu aslında şu yüzden anlatmak istedim. 1800’lü yılların sonuna doğru toplumu daha sağlıklı bir arada yaşanılabilir bir yer haline getirmek için çocuklara bakışımız değişmeye başlıyor. Bu noktada pedagogların da büyük bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz.
1900’lerin başında dil bilimci olan Vlademir Propp, Rus Halk Masalları’nı sanıyorum ki 90 kadar peri masalını bir arada inceleme başlıyor. Aslında yaptığı şey morfolojik incelemeyi masallara uygulamak oluyor ki sonrasında Masalın Biçimbilimi adlı çok önemli eseri bizlere kazandırıyor. Propp bu çalışmaların sonucunda şuna varıyor aslında. Masal, çocukların empati, muhakeme, iyi kötü ayrımı, problem çözme gibi yeteneklerinin gelişmesini sağlıyor.
Sonrasında gelişen süreçte masallar çocuklara doğru anlatılmaya ve çocuklara göre algılanılmaya başlıyor. Bunda en büyük pay, Disney gibi tüm dünyada izlekler üreten şirketin ve onun hazırladığı animasyonların diyebiliriz. Geleneksel biçimde masalı ya da hikâye anlatıcılığını böyle düşünmek büyük bir yanılgıya yol açar. Şöyle düşünelim: 1000’li yıllarda uzak bir köyde kış vakti dışarısı soğuk, kardan yollar kapalı ve uzun bir kış mevsimi başlamış. Dış dünya ile iletişiminiz yok denecek kadar az. İşte kış gecelerinde sizi koruyacak, ayakta tutacak şey hikâye anlatıcıların kelimelerinden dökülen masallar olacaktır. Her gece birbiri ardına dizilen arkası yarın hikayeler serileri sizi merakla birlikte geceden sabaha bir yolculuğa çıkaracak ve kışın zorlu soğuğunda bahara ulaşmanız için umut olacaktır. Kış gecelerinde çoluk çocuk, genç yaşlı, erkek kadın demeden toplanıp bir araya gelerek hikâyeler, masallar anlatıyorlardı. Konuyu biraz uzun anlattım ama söylediklerimi bazen uzun yoldan da olsa anlatmak hikâyeciliğimin bana verdiği mesleki deformasyon diyebiliriz.
Masalların ders vermek için anlatılan uyarıcılar olduğunu söyleyebiliriz.
Senin düşünce tarzını veya hayata yaklaşımını değiştiren herhangi bir masal oldu mu?
Bu soruya daha önce katıldığım bir podcast yayınında da cevap vermiştim. Ben tek bir konunun ya da olayın veyahut anlatının hayatın dinamiğini kökünden değiştireceğine pek inanmıyorum. Öyle olsa tonlarca fikir, binlerce masal bu dünyayı cennet bir yer haline getirirdi. Ben daha çok bakış açıları kazandırdığını düşünüyorum fikirlerin, öğretilerin veya anlatıların. Dolayısıyla bir kitap okudum hayatım değişti, bir film izledim dünyam değişti, bir masal dinledim bambaşka biri oldum diyemiyorum. Şunu diyebilirim ama, beni etkileyen masallar oldu, oluyor da. Şahmaran Masalları’na uzun süredir takıntılı haldeyim ama benim hayatımı bambaşka bir yöne uhrevi bir hale getirdi dersem kendi adıma en azından yalan söylemiş olurum.
Peki sence günümüzde masalların toplumdaki yeri nedir?
Masalların günümüzde veya geçmişte diye bir yeri olduğunu düşünmüyorum. Masalların hayatın içinde geçmiş ve gelecek olarak bir yeri olduğunu düşünüyorum. Çünkü bizden çok önce de masallar vardı bizden çok sonra da masallar olacak. Bir masal ben masal yazdım diyerek oluşmuyor. Bizim bir anlatıya masal diyebilmemiz için gerçek olsun ya da olmasın, ağızdan ağıza anlatılarak günümüze kadar ulaşan anonim sözlü anlatı türüne masal diyoruz.
Keloğlan’ı kim yazdı, Binbir Gece’yi kim anlatmaya başladı, Pamuk Prenses’in yazarı kim aslında tek bir cevabımız var: Kimse değil, herkes. Toplumlar kendi yaşadıkları olaylar ya da aktarmak istediklerini ağızdan ağıza aktara aktara şekle sokarlar. O yüzden Anadolu’da Keloğlan dediğimiz Ruslar’da Dazu oluyor, Orta Asya’ya gittiğimizde Tastarakay olabiliyor. Her kültür kendi hikâyesini oluşturuyor ve bu hikâyeler insana dair bilgi ve deneyim taşıdığı için birbirlerine benziyor; Avatar Ang’in kel olması gibi. Bu bakış açısı ile yola çıktığımızda görüyoruz ki masallar ya da genel tabiri ile halk anlatıları bizi geçmişin bilgisi ve deneyimi ile buluşturuyor. Toplumsal bilginin önemsiz olmadığı konusunda sanıyorum ki hepimiz hemfikir olabiliriz.
Propp bize masalların işlevini anlatırken dinleyicinin pasif agresif rolünün aslında öneminden de bahseder. Yani masal dinleyicisi anlatıdaki kahramanın yerine koyup kendini anlatıcının hikayesi ile bir yolculuğa çıkar ve empati duygusu gelişmeye başlar. Problem çözme yeteneğinin artması ve insanları dinleme becerisinin gelişmesi de bu işin ekstrası oluyor diyebiliriz. Tam da bu durum masal ya da diğer adıyla anlatı dinlemenin ne denli önemli olduğunu bize gösteriyor. Özellikle içinde bulunduğumuz hoşgörüsüz çağda.
Masal denildiğinde hepimizin aklına -yapılan dizi/film uyarlamalarının da etkisiyle- ilk olarak Andersen Masalları veya Grimm Kardeşler Masalları gibi Batı eserleri geliyor. Günümüz toplumunda Türk masal ve halk hikâyelerinin yeteri değer bulamadığını düşünüyorum.
Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Bu soruyu masal araştırmaya başladığım ilk yıllarda sormuş olsaydın ben de senin gibi düşünebilirdim. Fakat balinanın karnında derinliklere inmeye başladıkça durumun öyle olmadığını görebiliyorsun. Durum tam olarak aslında popüler Batı kültürünün Doğu kültürlerini domine etmesiyle başlıyor. Özellikle büyük şehirlerde nispeten orta halli bir ailede durum popüler kültüre maruz kalmamızla dediğine çıkıyor; Anadolu’da bir köye gittiğinizde ise tam tersi söz konusu oluyor. Karşınıza Keloğlan da çıkıyor, Küllü Fatma’da, Köroğlu da çıkıyor Ali Baba ve Kırk Haramiler de… Bu kısmı daha da çeşitlendirebiliriz sanıyorum ki ne demek istediğim anlaşılmıştır. Anadolu’da anlatıcılar kadar üniversitelerde masallar, halk anlatıları, folklor gibi konularda çalışan birçok araştırmacı da güzel işler yapıyorlar. Aslında masallara dair çalışmalar gün geçtikçe daha da artıyor ki bu da aslında iyi bir şey diyebiliriz.
Prensler, prensesler, kaleler ve mitolojik kahramanlar…
Bu geleneksel masallar günümüz dünyasında geçerli mi? Onların günümüz toplum ve değerlerine uyacak şekilde güncellenmesi gerektiğini düşünüyor musun?
Bu baktığınız açıya göre değişebilir. Biraz masallara uhrevi roller yüklemenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Genelde masallar ile çalışan arkadaşlardan farklı olarak ben masalın toplumsal, sosyolojik ve bilgi aktarımsal rolü ile daha çok ilgileniyorum. Masalları olduğu gibi saklamak gerektiğinden ama masallarda anlatılan içeriklerin biçim değiştirmesi gerektiğinden de yanayım. Bunu şöyle anlatsam daha iyi olacaktır. Masalları olduğu gibi arşivleyelim saklayalım; ama çocuklara olduğu gibi aktarıp, çocuğun belleğinde olmayacak yaralar açmayalım diye düşünüyorum. Çocuk eğitimi, çocuk yetiştirilmesinin ciddi ve önemli bir konu olduğu hepimizce malum aslında. Bu sebeple ki masalları olduğu dönemin değerlerine göre nitelendirip günümüz değerleri ile karıştırmamamız gerekiyor. Uzun lafın kısası Uyuyan Güzel de, Pamuk Prenses de Rapunzel de pek masum kalmıyor günümüzde…
Masalı kahramanın yolculuğu olarak görebiliriz amma velakin günümüzde o yolculuk da o yolculuğun değerleri de değişti. Yeniden yorumlanması günümüz janrına uygun uyarlanması gerekiyor. Bu demek değil eski versiyonları yok edelim silelim kayıtlardan kaldıralım. O zaman inançlarına uymuyor diye Buda heykellerini bombalayan Taliban’dan ya da Işıd’in Palmira’yı bombalamasından farkı kalmaz.
Birçok peri masalı ve halk hikâyesinin dizi, film, opera, bale veya tiyatro uyarlaması mevcut.
Senin favori uyarlaman hangisi? Hangi masalı daha kapsamlı bir şekilde görmek isterdin? Veya herhangi bir uyarlaması olmayan fakat senin sahnede/ekranda görmek istediğin bir masal var mı?
Güzel bir Şahmaran uyarlaması izlemeyi çok isterdim. Bununla ilgili dönem dönem düşüncelerim heyecanlarım olsa da ne yapmamız gerektiğini, neler yapabileceğimizi bilmiyorum fakat çok eski dalları budakları çok fazla olan bir masala bu kadar az dokunmuş olmamız beni biraz üzmüyor da değil. Pek çok Anadolu masalını uyarlama olarak görmeyi isterdim. Belki bir gün…
Benim için en iyi uyarlamalardan birisi Guillermo del Toro’nun Pan’ın Labirenti filmi. Burayı öneriler listesine çevirmeye başlarsak liste uzayıp gider. En iyisi herkes kendi sevdiği masal gibi filmleri bizlerle paylaşsın.
Muzip Masal Cini bir tık uzakta: Kendisini Instagram’dan takip edebileceğiniz gibi, web sitesi üzerinden masallara dair pek çok bilgiye ulaşabilirsiniz.
Kapak Görseli: Grandfather Tells A Story – Albrecht Anker (1884)
İlginizi çekebilir: Yaprak Civan’dan Küçük Deniz Kızı ve Decameron Üzerine
Yaprak bayıldım yazına! Çok fazla masal bildiğimi zannederken aslında öyle olmadığını farkettim. Sayende şimdi yeni bir uğraşım olacak🙂