Napolyon ve Beethoven: Hayal Kırıklıklarıyla Dolu Bir İlişki
Hiç tanışmadığımız ama isimlerini ezbere bildiğimiz, yüzyıllar önce yaşamış kişiler… Gittikleri yolla, anlatmaya çalıştıklarıyla sadece yaşadıkları döneme damgalarını vurmakla kalmamış, bugünümüzde de halen yansımalarını sürdüren isimler… 1800’lerin Avrupası’nda geçen bir hikayeden bahsetmek istiyorum bu kez: Dünyanın tanıdığı bir müzik dehası olan Ludwing van Beethoven ve tarih sayfalarında yer alan, adından hep şüpheyle bahsettiren, Fransa’ya liderlik ettiği dönemde tüm Avrupa’nın bir kahraman gibi baktığı Napolyon Bonapart’ın başrollerini paylaştığı bir hikaye.
Fransız Kralı XVI. Louis ve “Ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler” sözünün sahibi olan eşi Kraliçe Marie Antoinette, Fransız Devrimi ile idama mahkum edilirken Napolyon, ders kitaplarına konu olmuş askeri stratejisiyle tam bu dönemde yükselişe geçmişti. Demokratik fikirleriyle çıktığı yolda Fransa’yı ileri taşımak, güçlendirmek hayalleri arasındaydı. 1800’lerin ilk yıllarında önce Milano’da ardından Avusturya’da galibiyetler kazanmıştı. Napolyon, 1815 yılında çöküşe geçene kadar büyük başarılar kazanmaya devam etti ama bence halkın gönlünde taht kurmasının başka bir sebebi vardı: Dini azınlıkları özgürleştirip, toplumun en çok canını yakan konulardan olan orta sınıfın toplumsal eşitliğini sağlamış, demokrasi kavramını hatırlatmıştı. XVI. Louis yönetiminden sonra Napolyon’nun fikirleri, yaptıkları halka hayal gibi geliyordu fakat bu hayalin bir sonu gelecekti. İlerleyen zamanlarda Napolyon’a gönüllerde kurduğu manevi taht yetmeyecek, hırsı gözünü bürüyecek ve kendi kendini imparator ilan edecekti. Sonunu göremeden yaptığı bu hamleyle, kendisine kahraman olarak bakılması çok da uzun sürmeyecekti.
Kendisini imparator ilan ettikten sonra, taç giyme töreni Paris’in gözü kulağı olan Notre Dame Kilisesi‘nde gerçekleşmişti. Taç giyme töreni planlanmıştı: Napolyon Papa’nın önünde diz çökecek, Papa tacı giydirecekti. Bu ritüel, Papa’nın gücünün, otoritesinin Tanrı’dan geldiğinin herkesçe kabul edildiğini simgeliyordu. Napolyon demokrasi ideallerinden dönerek herkesi hayal kırıklığına sürüklemekle kalmamış, törene karşı da uygunsuz davranmış, tacı Papa’nın elinden alıp önce kendi başına sonra eşi Joséphine de Beauharnais’in başına takmıştı. Zaten kendi kendini imparator ilan etmiş, tacı da kendi takabilir diye düşünüyor olabilirsiniz; fakat taç giyme ritüelleri hem yüzyıllardır sürdürülen siyasal gücün hem de kiliseye olan bağlılığın bir sembolüdür. Napolyon, pencerelerinde Yeni Ahit İsa zaferini simgeleyen, özellikle Katolik Hristiyanlar için eşsiz değere sahip görkemli Notre Dame Kilisesi’ne saygısızlık etmişti.
Peki Bonapart ile Beethoven arasında neler olmuştu?
Almanya’nın Bonn şehrinden tüm dünyaya ışık gibi yansıyan Beethoven, dönemin ekonomik ve politik sorunlarıyla her zaman ilgilenmişti. Toplum için demokrasi timsali haline gelen Napolyon’un demokrasi idealleri Beethoven’ı da etkilemişti. Öyle ki, bir senfoni besteleyip Napolyon’a ithaf etmeyi planlamıştı, işler planladığı gibi gitmedi. Beethoven, Fransa’yı bir enkazdan kurtaran ve demokrasi timsali olarak görülen Napolyon’un kendi imparatorluğuna adım adım ilerlediğinden habersizdi. Kendi kendini imparator ilan etmesinin ardından Napolyon’un onda yarattığı hayal kırıklığı üzerine Beethoven öylesine sinirlendi ki, ithaf ettiği kısmı karalayıp yırttı ve senfonin adı bugün bildiğimiz gibi Eroica 3. Senfoni oldu. Söylenenlere göre senfoninin ikinci kısmına eklediği ölüm marşı, Napolyon’a olan hüsranını betimliyordu.
Biri tarih sayfalarının şaibeli konsülü, diğeriyse klasik müziğin dehası, ikisinin çok farklı idealleri, hayat görüşleri vardı ama sanıyorum bugün 1800’lere baktığımızda, ikisi de Avrupalıların hayatında yarattıkları izlerle, isimlerini tarihe kazıdılar.
Kapak fotoğrafı: Mental Floss
İlk yorumu siz yazın!